T.C.’nin yıkımının altyapısının miladı olan 12 Eylül darbesiyle iki ana “sorun” doğurtulup, kucağımıza verildi. Biri PKK idi. Türkiye’nin üniter-milli yapısını yıkmanın balyoz olarak beslendi, büyütüldü, siyasallaştırıldı. “Özerklik, Türkçe’nin ikinci dil” yapılması konuşulduğuna göre, o işi “başar”dılar!..
İkinci sorunumuz “türban”ın kaynağı da 12 Eylül rejimi, onun kurumu YÖK’ün eseri. Mucidi ise rejimin vazgeçilmez ismi merhum İhsan Doğramacı. Hiç yoktan var edilen bu sorun da aynı iç ve dış güçler tarafından beslendi, büyütüldü, siyasallaştırıldı. Niçin? T.C.’nin laiklik sütununu devirmede kullanılmak için. “İlk AKP hükümeti Doğramacı’nın evinde kuruldu” söylentileri bir anlam ifade etmiyor mu? Veya bugün Hanefi Avcı’nın makamında bulunduğu iddia edilen 28 Şubat sürecinin dinleme kayıtları bir şeyleri daha da netleşmiyor mu? Sadece “mağdurlar” değil, “kahramanlar” da dinlenmiş. Demek ki, tek bir kuklacı varmış!.. “Görev başındayız… Oyunda yeni bir perde açıyoruz” diyorlar…
BAŞI AÇIKLARIN GÜVENCESİ GÜL’DÜR
Yani “türban sorunu”muz asıl bundan sonra başlıyor… Çünkü geçmişte;
“Türkiye’de Cumhuriyet’in sonu geldi… Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz… Türkiye’de geçerli kanunlar arasında İslam’a aykırı olan da var, olmayan da… Düzen Türkiye’de İslam’ı caminin içine hapsetti, biz İslam’ı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz” diyen, “Menderes ve Özal’dan sonra üçüncü Müslüman Cumhurbaşkanı seçilecek” propagandasıyla seçilen bir Cumhurbaşkanı var!..
“Elhamdülillah şeriatçıyız… Ben tekkeye değil dergaha gittim… Millet Meclisi’nin de dua ile açılmasından yanayım… Ben İstanbul’un imamıyım… Cumhurbaşkanı’nın İmam Hatipli olacağı günler yakındır… Hem laik, hem Müslüman olunmaz… İktidara geldiğimizde çarşaf moda olacak… Bizim idarelerimizdeki hastanelerde, kadınlarımız sadece kadın doğumculara teslim edilecek” diyen bir Başbakan var!..
“Allah’a dayanacağız, Kuran’a dayanacağız ve hedefimiz İslam devleti olacak. Bunun adı intifadadır, bunun adı Hamas hareketidir” diyen bir Başbakan Yardımcısı var!..
Bunlar geçmişte mi kaldı; Hayır… TBMM Başkanı iken, hem de 23 Nisan özel oturumunda Arınç, “Laikliğin yeni bir yorumuna ihtiyaç var. Devlet, kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz” demedi ve Başbakan Erdoğan, “10 yıl sabredilmesini” istemedi mi?
Cumhurbaşkanı seçildiği gün TBMM kürsüsünden, “farklı hayat tarzlarının özgürleştirilmesinden”,Erciyes Üniversitesi’ni ziyaretinde, “Üniversitelerin, inançların serbestçe yaşandığı merkezler olması” gerektiğinden söz edenGül, yaptığı atamalarla da öncelikle üniversitelerle ilgili anlayışını hayata geçirmedi mi? Baksanıza, üniversitelerde türban sorununun bittiğini açıklayan YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, “Başı açık öğrencilere mahalle baskısı yapılmayacağına kefil” bile oluyor. “Kefil” kim; YÖK Başkanlığına atanırken, iktidar yetkililerince, “Aman hocam her şeyi söyleme, yoksa bizi ipe çekerler” şeklinde uyarılan, iktidarı övmesi eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan tarafından, “Hele bir söylemesin de görelim” diyetaltif(!) edilen bir profesör!..Biz en iyisiÖzcan’ın “kefaletini”, Cumhurbaşkanı’nın “kefaleti” olarak anlayalım!..
Cumhurbaşkanı şimdi de 3 yıldır Cumhuriyet Bayramı’nda ikili düzenlediği resepsiyonu teke indiriyor. Olabilir, takdir kendilerinin, isteyen de katılır veya katılmaz. İş ki, Şamil Tayyar’ın aktardığı bilgi doğru olmasa… Köşk kaynakları, Cumhurbaşkanının düşüncesini şöyle özetlemişler; “Yapılan iş, 3 yıldır devam eden ve Türkiye’ye yakışmayan bir yanlışın düzeltilmesi, normalleşmenin sağlanmasıdır”…
Cumhurbaşkanlığı makamının “yanlış” yapma, üstelik bunu3 yıl sürdürme gibi bir lüksü olabilir mi?!.. Bile bile böyle bir “yanlış”a neden imza atıldı? Şimdi ne oldu da bu “yanlış”tan dönülüyor?!..
KAMUDA İLK HEDEF MECLİS
Üniversitelerde “türban” hallolduğuna göre, tartışmalar niye devam ediyor, ettiriliyor? Üniversitelerden öte hedefler var ve türban bunların sadece “kalkanı, öncü kuvveti” de ondan!.. 2008’deki Anayasa değişikliği sırasında TBMM Anayasa Komisyonu’nun AKP’li üyesi, Konya Milletvekili Hüsnü Tuna, “İnşallah hedefimiz kamu hizmetlerinde de, yani kamu hizmeti veren personelde de böyle bir yasağın olmamasıdır. Zamanı gelince, inşallah o çerçevedeki düzenlemeler de gündeme gelecektir” demiş, tepkiler üzerine, “Kişisel görüşüm, parti adına konuşma yetkim yok” açıklamasını yapmak zorunda kalmıştı. Görüldüğü gibi 2 yıl sonra bugün, “Türban, ilköğretim seviyesine iner mi, kamu hizmetlerine girer mi”yi tartışıyoruz… Bunları geçelim, zira özel okullarla, özel hastanelerle, TBMM dahil kamuda sözleşmeli ve taşeron işçi çalıştırma uygulamasıyla o işler zaten büyük ölçüde halloldu. Sadece asker, polis, hakim ve savcı kaldı… Bu ise seçim sonrasının meselesi. Artık o kurumlar da özelleştirilerek mi, “toplumsal mutabakat” sağlanarak mı, Anayasa değiştirilerek mi halledilecek, bekleyip, göreceğiz.
Bugünkü tartışmaların sebebi, galiba daha yakın vadeli bir hedef gibi gözüküyor. Malum Başbakan, seçimlerin Haziran’da yapılacağını ilan etti. Sanki bu seçimlerde türbanlı aday çıkarılması planlanıyor. Böylece hem türban bir kez daha seçimin ana malzemesi yapılmış, hem işe “milli iradenin kalbi” TBMM’den başlanmış ve hem de Merve Kavakçı’nın rövanşı alınmış olmaz mı?
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Brüksel gezisinde, “Laiklik tehlikededir diyemem… Cemaatlere saygılıyım, yeter ki siyasallaşmasın…” sözleriyle “ezberleri bozdu”… “Kılık-kıyafetler yasa konusu olamaz, yasalarla kılık kıyafeti düzenleyemezsiniz. Bakın Şapka Kanunu var, şapka takan var mı? Bir dönem fes giymek mecburiydi. Sonra fesi çıkarmak sorun oldu… Biz olaya siyasi açıdan bakmıyoruz, hak ve özgürlükler açısından bakıyoruz” diyerek, bilerek veya bilmeden Anayasa ile güvence altına alınan “İnkilap Kanunları”nın tartışılmasına kapı araladı. Ama Meclis’in yeni dönem resepsiyonunda bir “açılım”a daha yeşil ışık yaktı. O, şuydu; AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz Meclis İç Tüzüğü hakkında hazırlanan metin konusunda destek istedi, Kılıçdaroğlu, “Dahlimin lehte olacağını unutmayın” karşılığını verdi.
AKP, geçmiş yıllarda da İç Tüzüğü değiştirmek istedi. İki amacı vardı; Biri, muhalefetin genel kurul çalışmalarındaki direncini kırmak, diğeri “pantolon serbestisi” üzerinden bayan milletvekillerinin kılık-kıyafetlerinde düzenlemeye gitmekti. Ancak en ufak bir değişikliğin “türban” tartışmalarını tetikleyeceği bilindiğinden, fazla ısrarlı olunmadı. Şimdi bakıyoruz bu da gündemde ve medya İç Tüzük değişikliğiyle milletvekillerine pantolon giyebileceğini yazıp, çizmeye başladı.
“İş o noktaya gelirse, Kılıçdaroğlu direnir, zaten türban serbestisini üniversite ile sınırladı” denebilir. İyi ama o “ezber bozan” açıklamaları ne olacak? Dahası “türbanlı milletvekili”ne karşı çıkması, tam da AKP’nin aradığı seçim ortamını sağlamaz mı?
Gelin, AKP’nin olası “türbanlı” adayları hakkında da bir tahminde bulunalım; Aklımıza üç isim geliyor; Birincisi ailenin yakın dostu, AKP kurucusu ve Erdoğan’ın en etkili danışmanı olarak bilinen Dr. Sema Ramazanoğlu. Aslında Erdoğan onu en başından beri milletvekili yapmak istiyordu, ama Ramazanoğlu türbanının sorun çıkartmasını istemediğinden, kardeşi Selma Aliye Kavaf’ı önerdi. Kavaf hem milletvekili, hem Devlet Bakanı oldu.
İkinci isim, helikopter kazasında hayatını kaybeden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun eşi Gülefer Yazıcıoğlu… Eşinin ölümünün araştırılması için Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’la görüşen Yazıcıoğlu bir röportajında, kendisine milletvekilliği teklifinde bulunulduğunu söylemiş, ancak bu teklifin nereden geldiğini açıklamamıştı. Halen kardeşi Nevzat Pakdil de AKP’de milletvekili ve TBMM Başkanvekili olan Yazıcıoğlu’nun adaylığının sadece BBP cenahını değil, referandum süreci ve sonrasında hedef alınan MHP’yi de etkileyeceği açık.
Ve son isim; Başbakan Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan… Partide danışman yapılması, referandumda tüm gezilere katılması, Erdoğan’ın yabancı heyetleri kabulünde hazır bulunması siyasete hazırlık değilse, nedir?
Müyesser Yıldız
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiye-ile-ilgili-oyle-kritik-bir-madde-var-ki-31102003.html