Beklendiği üzere Silivri- İmralı hattı kuruldu, kuruluyor… Sanayi Bakanı Nihat Ergün, “Devlete karşı işlenen suçlar affedilebilir” demiş.
Devlete, millete karşı suç işleyen kim?
Öcalan – PKK.
“ Ergenekoncular ve Balyozcular” kime karşı suç işlemekle itham ediliyor?
Hükümete! …
Başbakan Erdoğan İmralı pazarlıklarını sahiplenirken, “Devlet bu tür görüşmeleri yapar, devletin başı da benim” dediğine, 10 Haziran gecesi NTV’de ki son seçim programında Ruşen Çakır’ın, “Sizin için hükümet oldular, ama iktidar olabilecekler mi? deniyordu” şeklindeki sözlerine, “Bu soru anlamını yitirdi herhalde” cevabını verdiğine göre; artık “devlet ve hükümete karşı işlenen suçlar” gibi ayrıma da gerek kalmayacak demektir.
Belli bir plan ve program dâhilinde yürütüleceği anlaşılan af sürecinin fitili ateşlenmiştir…
Bir PKK’dan, bir “Ergenekon”dan şeklindeki bu süreç, herhalde İmralı’dakinin çıkartılmasıyla tamamlanacaktır! …
Bakmayın siz Başbakanın seçim dönemindeki “Biz iktidarda olsak asardık. Öcalan affı kesinlikle aklımın ucundan geçmez. Ben ve partim iktidar olduğu sürece, verilmiş hüküm neyse onu uygularız” sözlerine…
Her ne kadar öncülüğünü dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül yapmış olsa da CMK, TCK ve Terörle Mücadele Yasası’ndaki değişikliklere hep bir şekilde Öcalan’ın affını sıkıştırmaya çalışmadılar mı?
Hatta Öcalan’ı “taş atan çocuk” yapmaya bile niyetlenmediler mi?”
Bunları geçelim; hadi Öcalan asılamadı, beslendi.
Peki, İmralı hangi dönemde “ziyaretgâh”a çevrildi. Üstüne canilikten, Erdoğan’ın ifadesiyle “peygamberlik” mertebesine yükseltildi?
Ayrıca günü gelince bir kanun değişikliği ile Öcalan’a verilmiş olan hükmün değiştirilmesi çok mu zor bir iş?
BDP’liler seçim döneminde iddialı konuştu: “İkili hukuka geçeceğiz”
Erdoğan’ın cevabı, “Bunu ne konuşmak, ne tartışmak isterim. Hukuk dışına çıkanlar, bunun bedelini öder” oldu…
(Not: 2009 AB İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin çoklu hukuk uygulaması istemiş, iktidar buna hiç itiraz etmediği gibi, raporu “dengeli” bulmuştu)
****
BDP’liler seçimden sonra o sözün gereğini yapıp, devlete, yargıya, hukuka şöyle meydan okudu:
“Arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın, onları olmadan gitmeyiz, Meclisi tanımayız. Bugüne kadar direne direne nasıl kazanmışsak, yine direne direne kazanacağız. Seçilen arkadaşlarımızı cezaevinden alacağız…”
Oysa Başbakan Erdoğan 28 Mayıs’ta Eskişehir mitinginden dönerken gazetecilere demişti ki:
“Bunlara destek vermek, teröre destek vermektir. Bunların kesinlikle muhatap alınmaması gerekir. Ben daha önce medya yöneticilerine, bunlara prim verilmemesini söyledim. Siz kalkar bunları ekrana çıkarırsanız, karşınıza alıp, hazırlarsanız bizim işimizi zorlaştırırsınız. Medya kendi arasında konsensüs sağlamalı ve bunlara tavır almalıdır.”
10 Haziran’da NTV’deki programda da, “Biz Kürt meselesinin muhatabı olarak parlamentoya gelecekleri mi göreceğiz? Eğer bunlarla çözeceğiz derseniz aldanırsınız. Onların öyle bir derdi yok” demişti.
****
Ama ilginçtir Başbakan, PKK/BDP’nin tutuklu milletvekili adayları konusuna hiç girmezken, “Ergenekon” milletvekilliği adaylarını dilinden hiç düşürmedi. Hatta “Seçimleri Meclis’e gelecekleri anlamına gelmez, yargı verir” mütalaasında bulundu. (Lütfen hangi yargı diye sormayın!…)
Özellikle yandaş medya hiç de Başbakan’ın BDP konusundaki uyarısını dikkate almış görünmüyor. “Ergenekon” milletvekillerinin bırakılmaması için söylenmedik söz bırakmayanlar, PKK vekillerine ne kadar da anlayışlı ve şefkatli davrandılar.
Bir de “Ergenekon o kadar güçlü bir örgüt ki, PKK bile onun kontrolünde” demediler mi?
Bırakın “örgütü”, bir CHP’li, MHP’li, Haberal, Balbay, Alan için BDP’lilerin söyledikleri ve yaptığının binde birini yapsa, partilerini başına yıkmaz, Silivri’yi de yerle bir etmezler miydi?
Adamlar kendi “hukukunu” dayatıyor! …
Yetmiyor; Türkiye’nin ne kadar kırmızı çizgisi varsa sildirdiler, şimdi kendileri kırmızı çizgiler koyuyorlar. O kırmızıçizgilerden birincisi de İmralı’dakinin serbest bırakılması! … Bu öyle pat diye olacak iş mi canım? Her şeyden önce “psikolojik bariyerlerin” aşılması gerekiyor, bir defa.
Görüldüğü üzere önce BDP/PKK’nın vekilleri ile Silivri’deki milletvekillerinin kaderi birbirine bağlandı. Birinde aleni sahiplenip, destekleme var, diğerinde daha neyle suçlandıkları belli değil, ama ne önem var?
Sonra “höt, höt” yapan çıkar mı? Kolayı var; Hasdal’ dakilerin tamamı Silivri’ye postalanır…
”Sivil mahkemede yargılandıklarına göre, sivil cezaevinde kalmaları gerekir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü bunu gerektiriyor” kampanyasına dağlar mı dayanır?
YAŞ, maş işleri geçer…
“Ama canım bu kadar uzun tutukluluk da haksızlık… Davalar uzamasın, tutuksuz yargılansınlar bari… Ordu da komutansız kaldı” vs. eşliğinde yeni bir “açılım” daha yapılır.
Zaten Gül ve Erdoğan da davaların ve tutukluluk süresinin uzunluğundan rahatsız olduklarını söylemiyor mu?
Günü gelince bir hukuki düzenleme -esas oğlan İmralı’daki olmalı üzere- yapılır ve Silivri-İmralı birlikte boşaltılır.
Al sana “gül” gibi bir “toplumsal barış”.
Peşinen söylüyorum kendi namı hesabına böyle bir “affı” zul, hakaret, onursuzluk sayarım.
Kim, kimi hangi hak ve yüzle affediyor?
Bilgisayar üzerinde tuzak kuracak, yetmeyecek daha ortada iddianame yokken “terörist” ilan edeceksiniz…
Bu zulümdür, kul hakkı yenmiştir!
Kendi hakkı bir yana; Daha önemlisi amme hak ve hukuku ayaklar altına alınmış koca bir millet birbirine düşürülmüştür. Kul hakkını da ne bu dünya da, ne öbür dünyada onlara helal etmem!
****
Bu konularda bizim hükümetimizin birileri için bir anlam ifade etmediğini biliyoruz. Peki Fethullah Gülen’ e ne derler acaba? Her ne kadar “mağdur” dönemlerinde söylenmiş olsa dahi bugün tam da bizlere yaşatılanların muhasebesi niteliğinde olan şu hükümlere ne buyururlar?
Mahlûkatın hukukuna tecavüz etmek bir tür zulümdür. Zulüm de iman dairesi girmeye mani olan temel faktörlerden birisidir…
İhtimallerimiz, birbirimizle yaka paça olmamız anlaşma ve uzlaşmaya bir türlü yanaşmamız ve ayrılıklara düşmemiz… Bütün bu günahlar umumun hukukuna tecavüz olduğu için şahsi günahların kat be kat önüne geçer. Hukuk sistemi açısından amme hukuku aynı zamanda Allah hakkıdır. Bu açıdan milletin hukukuna tecavüz, aynı zamanda Allah hakkına da ihtiva eder.
Bu sebeple rahatlıkla denebilir ki, bir milleti paramparça hal getirenler, namaz kılsa, oruç tutsa, zekât verse ve hacca gitse de, umum millet hakkını helal etmedikçe, onların Cennet’e girmeleri mümkün değildir. Cennet’in kokusunu dahi duyamazlar…