İçeriğe geç

İlker Başbuğ’dan Satır Satır Cevap

Bu yazı gazeteci Müyesser Yıldız’ın avukatına ilettiği savunma notlarından derlenmiştir:

_____________________________________________________

Ortalık “Kürt Sorunu” ve bunun “çözüm” ünden geçilmiyor…

Herkes son 5 yılda “peygamberlik” mertebesine yükseltilen teröristbaşının ağzına bakıyor…

”Irkçı” bir anlayışı yansıttığı iddiasıyla “Türk kimliği” reddediliyor.

Her Allah’ın günü “etnik farklılıklar” kaşınıp ön plana çıkarılıyor.

Seçim sürecinde, “Bugüne kadar yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” dercesine, “Daha 10 mislini yapacağız” sözleri veriliyor.

Bizzat Başbakan’ın ağzından, “İnkâr ve asimilasyon bizim dönemimizde bitti” sözleri çıkıyor.

Hasılı PKK’yı bitirme dışında, onların istekleri ve hamilerinin projesinde öngörülen ne varsa konuşulup kabulleniliyor!..

****

İşte tam bu “cinnet” ortamının arasında, ömrüm kadar yılı TSK’da geçmiş emekli Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un “Terör Örgütlerinin Sonu” isimli kitabı çıktı. Bir iki ufak tefek haber dışında nedense hiç ilgi görmedi. Okuyunca anladım sebebini… Vallahi bu kitap Başbuğ’u Silivri’ye götürmezse iyidir.

Neden mi?

Söyledikleri “revaçta” politikalara taban tabana aykırı da ondan!.. Sadece Türkiye’yi yıkma koalisyonuna değil, adeta Başbakan Erdoğan’a satır satır cevap veriyor da ondan.

Buyurun okuyalım:

“Türk kelimesinin, Türk etnik grubuna işaret ettiğini ileri sürmek tamamen bir saptırmadır…(Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranTürkiye halkına Türk Milleti denir) şeklinde tanımı yapılan, ırkçılığı ve dini etkileri reddeden bu tanımdaki (Türk) sözcüğünü bir sıfat olarak değil, herkese verilen ortak bir isim olarak kabul eden Türk Ulusu tanımına neden karşı çıkılmaktadır? Bütün bu gerçeklere karşın bugün (Türk) sözcüğüne itiraz edenlerin, yarın (Türkiye Cumhuriyeti)’ndeki (Türkiye) sözcüğüne de aynı nedenlerle karşı çıkacakları niçin görülmemektedir?”

“Kürt sorunu vardır iddiası, ancak uluslararası politikalar veya iç yapıda yer alan bazı politik çevreler için geçerli olabilir. Sosyolojik anlamda ise böyle bir sorunu tanımlamak, bilimsel prensipler dahilinde mümkün değildir… Türkiye’de (etnik sorun), diğer deyişle (Kürt Sorunu) yoktur. Ancak böyle bir sorunun olmasını isteyenlerin var olduğu da unutulmamalıdır. Etnik farklılıkların, etnik sorun haline dönüşmesi, elbette bir ülkenin geleceği için büyük bir tehdittir.”

“Etnik konular üzerinde konuşulurken, kavramların doğru kullanılması önemlidir. Kürt kimliğinin kabul edilip tanınmasıyla, Kürt realitesinin kabul edilmesi aynı anlamda değildir. Kürt gerçeğinin kabul edilmesi, Kürtlerin ayrı bir etnik kökenden geldiklerinin kabul edilmesidir. Bunda bir yanlışlık yoktur. Kendisinin Kürt etnik kökenden geldiğini kabul eden birisine (hayır) denilemez. Kürt kimliğinin kabul edilmesi ise etnisitenin siyasallaştırılmasıdır. Liberal demokrasilerde devletlerin etnik farklılıkları tanıması söz konusu değildir.”

“Etnik farklılıkların derinleşmesine engel olmanın diğer bir yanı, ortak değerlerin ve ideallerin daha çok öne çıkarılmasıdır. Bu konuda da siyaset adamlarına büyük sorumluluk düşmektedir. Yapılan konuşmalarda farklılıkların üzerinde sık sık durulmasından ziyade, ortak değerlerin üzerinde durulmalıdır.”

“Özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında meydana gelen isyanlar nedeniyle, devlet elbette bazı tedbirler almıştır. Alınan bu tedbirler asimilasyon politikası olarak değerlendirilemez. Gerek Osmanlı İmparatorluğu, gerekse Cumhuriyet döneminde devlet tarafından sistematik bir asimilasyon politikası uygulanmamıştır. Asimilasyon olmadığına göre, ne olmuştur? Entegrasyon ve bütünleşme gerçekleşmiştir.”

İsyanların Sebebi

Başbuğ’un tespit ve görüşlerine devam ediyoruz :

“İngiltere için Kürtler, Türkiye’yi ve Türklerin özellikle Musul sorunundaki durumunu zayıflatmak için kullanacağı bir unsurdu. Bugün de yaşanan bazı olaylara bakılınca, ortada benzer durumların olduğu gözükmüyor mu? İç politika uğruna dinin alet edilmesinin, Musul gibi hayati bölgenin kaybedilmesinde hiç rolü olmamış mıdır? Şeyh Sait ayaklanması gerçekleşmeseydi, acaba Türkiye yine Musul’u kaybeder miydi? Tarih tarihten ders çıkarmayanlar için acı derslerle doludur.”

Hedef Bütük Kürdistan

“PKK’nın kuruluş amacı, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerini, Irak, İran ve Suriye’nin de belirli bölgelerini kapsayacak şekilde (Birleşik Büyük Kürdistan Devleti) kurmaktır. Bu hedefe aşamalı olarak ulaşılması düşünüldü. 1. Aşamada, bulundukları ülkelerde Kürt kimliğinin kabul ettirilmesi, 2. aşamada özerk idare kurulması, 3. aşamada bulunulan ülkelerde bağımsız Kürt devleti kurulması,4. Aşamada ise Birleşik Büyük Kürdistan Devletinin kurulması hedeflendi. Şimdi Türkiye’de sık sık ifade edilen bir düşünce var; Kimsenin bağımsız Kürdistan devletinin kurulması gibi düşüncesi ve hedefi yoktur.Peki şu anda ileri sürülen, istenen hususlar nelerdir?..”

Kürtçe Eğitim Mümkün Mü?

“Liberal demokraside, devletin bütün farklılıklara karşı tarafsız kalması, aynı zamanda devletin farklı gruplara karşı, o özelliklerinden doğan yükümlülükler, sorumluluklar yüklenmesine de engeldir.Resmi dilin dışındaki etnik grupların ana dillerinin devlet okullarında öğretilmesi sorumluluğu, devlete ait sorumluluk değildir… Bir etnik grubun, diğer etnik gruplardan ayrılarak, özel muameleye tabi tutulması, en fazla müsaadeye mazhar kılınması, ilk önce demokrasinin eşitlik ve etik kurallarına aykırı bir uygulama olur…”

“Özerk idarelerin kurulması ise üniter devlet yapısının sorgulanması demektir. Kürt kimliğinin tanınması ve özerk idarelerin kurulması düşüncelerinin, bağımsız Kürdistan devleti hedefine ulaşmada ilk iki aşamayı oluşturduğu da gözden kaçmamalıdır.”

İmralı ile Görüşmeler

İlker Başbuğ’un İmralı’yla görüşme ve PKK’ya af konusunda da söyleyecekleri var! Devam ediyoruz :

“Terör örgütü liderinin yakalanması, terörle mücadele sürecinde etkili unsurlardan birisidir. Burada önemli olan iki husus vardır; Yakalanan ve hapse konan terör örgütü liderinin, örgütle olan iletişiminin tamamen kesilmesi ve örgüt içinde liderin gözden düşmesidir. Yakalanan liderin hapse konulması, hukukun üstünlüğü, liderin bir suçlu olarak kabul edilmesi, adaletin hâkim olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu süreçte terörün bir suç olduğunun, terör örgütünün ise bir suç örgütü olduğunun ortaya konması gerekir. Aynı zamanda bu süreçte liderden, örgüte ilişkin istihbarat elde edilmesi de mümkündür.”

“Abdullah Öcalan’ın yargılanmasının sona ermesinden sonra da avukatları ile olan görüşmeleri devam etti. Peru’nun Guzman’a yaptığı muameleyi Türkiye, Abdullah Öcalan’a yapamadı veya yapmadı… Yakalanan liderin başta halk önünde teşhir edilmesi, ancak sonraki süreçte hapishaneden, örgütle olan iletişimine devam etmesi daha kötü sonuçlar doğurabilir. Onun için yakalanan liderin şiddeti teşvik edecek tarzda iletişimlerde bulunması mutlaka önlenmelidir.”

“Dünyada yaşanan diğer örnekler, koşulsuz silah bırakılmasından ve örgütün tasfiye edilmesinden önce devletlerin herhangi bir adım atmadığını göstermektedir… PKK’nın koşulsuz olarak silah bırakması ve kendini tasfiye etmesiyle örgüte en sağlıklı şekilde son verilebilir. Bundan sonra elbette devlete düşen görev de örgüt mensuplarına bir entegrasyon planının uygulanmasıdır.”

Barışçıl Yollar Ne Demek?

Bütün gücünü “silahlı gücünden” alan PKK’nın ancak sağlanacak uluslararası baskının yardımıyla silah bırakmaya zorlanıp, tasfiye edilebileceğine inanan eski Genelkurmay Başkanı Başkanı Başbuğ, terör örgütünün en azından marjinalize edilmesi için yapılması gerekenleri anlatırken, şu gerçeğe dikkat çekiyor:

“Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki PKK açısından güvenli bölgelere bir şekilde son vermelidir. Bu amaçla, Türkiye, ABD, merkezi Irak hükümeti ve Kürt bölgesel yönetiminin aynı noktada olduğu söylenebilir. Ancak bu amacın nasıl sağlanacağı konusunda farklılıklar vardır. Türkiye dışında kalanlar, sorunun barışçıl yollarla çözümünü düşünmektedir. Barışçıl yollar ile kastedilen, Türkiye’nin üniter devlet ve ulus devlet yapısında ciddi sapmaların gerçekleştirilmesi ise Türkiye ve Türk ulusunun bunu kabul etmesinin mümkün olamayacağı ortadadır…”

****

Şimdi söyleyeceklerim Başbuğ’un değil benim kanaatim. Dün Şeyh Sait isyanındaki gibi halen de birçok hadisenin arkasındaki gizli güç İngiltere’dir. Bugün tartışmaya açılan veya açılacak olan Anayasa taslak ve projelerinin bile arkasında o var…

Peki bu tarihi emperyal-sömürgeci güç kendisi söz konusu olduğunda terörle mücadeleye nasıl bakıyor? Son sözü yine Başbuğ’a bırakıyorum. İngiltere’nin 2009’da hazırladığı terörle mücadele stratejisinde şöyle deniliyormuş:

“Düşünce ve konuşma özgürlüğü bizlerin en temel değerleri arasındadır. Ancak bizler radikal ve şiddet yanlısı yaklaşımlara sessiz kalamayız. Bu nedenle ortak değerlerimiz adına, şiddet yanlısı aşırı yaklaşımlara meydanı bırakamayız. Bize düşen görev, sahip olduğumuz hakları reddeden, parlamenter demokrasimizi ve kurumlarımızı küçümseyen, hukuku yok sayan etnik ve dini ayrımları olumsuz yönde kullanarak, istismar edenlerle mücadele etmektir.”

Görüldüğü gibi, ele veriyorlar talkını, kendileri yutuyor salkımı!.. O halde bize düşen de emperyalistlerin dediğini değil, yaptığını yapmaktır!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler…

Müyesser YILDIZ
24 Haziran 2011

Kategori:Uncategorized