İçeriğe geç

‘Sıfır Dakika’da Ciğerim Yanıyor Ciğerim!

Hitler iktidarının çöküş anına “sıfır dakika” deniyormuş!.. Belli bir zaman anından önceki olayları olmamış saymakmış anlamı.

Başbakan Erdoğan’ın, “ciğerim yanıyor, ciğerim” demesini dinlerken önce ürperdim, sonra korkmaya başladım. Süreci, iniş çıkışları adım adım takip ettiğimden Başbakan ne zaman “öfkelense” ardından büyük bir “açılım” geldiğini gördüm. Baksanıza Aysel Tuğluk da açıkladı, kamuoyu önünde “kavga” ederlerken meğerse birbirleriyle mesajlaşıyor, pazarlık yapıyorlarmış. Geçmişin bu tecrübelerini yok sayamadığımdan -sıfır dakikada, geçmişin tecrübelerini reddetmek de vardır- “Acaba bu defa neremiz yanacak?” diye düşündüm.

PKK’yla anlaşmazlık, Erdoğan’ın “protokolleri” imzalamayı kabul etmemesinden çıkmış. MİT’çi Cevat Öner: “İmza olmaz canım, karşılıklı güven yeter.” derken, malum gazeteci ve aydınlar neredeyse “Haydi imzala!” adlı yeni bir imza kampanyası başlatacaklar. Canım ne dert ediniyorsunuz; kendi imzalamaz, yine Beşir Bey’e imzalattırır, olur biter. Kıbrıs ek protokolünü de o imzalamamış mıydı?

O konuşmadan niye mi korktum; kullandığı ifadeler ve yaptığı çağrıdan…Dikkat ettiniz mi; “Müslüman Kürt kökenliler” dedi. Üst kimliğimizi ilan etti: “Müslüman”!… Yani bundan sonra “Müslüman Türk, Müslüman Boşnak, Müslüman Çerkez” mi diyeceğiz?!,,.

Ya o: “Bu örgüte nasıl destek veriyorsunuz?” suçlaması… “Sizler de artık bir direniş ortaya koyacaksınız.” çağrısında bulunması?!..

1-Kürt kökenliler PKK’yı desteklemedi. Desteklese, bu ülke şimdiye bin kere bölünürdü. Oy verenler mi? Milletvekillerini İmralı-Kandil belirlerken, ev ev dolaşılıp insanlara nasıl oy kullanacaklarını “öğretirken” ve sandıkların başında “nöbet” tutulurken; insanlar canıyla-oyu arasında bırakılırken devlet neredeydi? Daha dün, 21 Ağustos’ta PKK’nın bölgede Mahkeme kurduğunu, vatandaşı haraca kestiğini, vatandaşın “Ne olur bizi kurtarın.” dediğini itiraf eden kimdi?

2- Vatandaşlara “direniş” çağrısını Kılıçdaroğlu hele de Bahçeli yapsa neler olurdu bir düşünün lütfen!… İnsanlar neredeyse şehitlerine sahip çıkamaz hale getirilirken, cenazelerdeki tepkiler “provokasyon” sayılırken şimdi “direniş”, öyle mi?

Daha önemlisi şimdi Başbakan’ın bu sözlerinden etkilenen zaten yıllardır sadece ciğeri değil, tepeden tırnağa ruhu, bedeni yanmış bir “Müslüman Türk”, bir “Müslüman Kürt”ü gördüğünde: “Sen PKK’ya nasıl destek veriyorsun, neden bunlara karşı direniş göstermiyorsun?” diye hesap sormaya kalksa?… Maazallah!…

****

PKK’nın büyükbabasının ABD olduğundan şüpheniz var mı? İyi ama Erdoğan Obama’ya “sevgili kardeşim” demeye başladı. Zaten bu “terörle mücadele-siyasi iradeyle müzakere”, “direniş”, “Müslüman Kürt kökenliler” söylemleri de onun yanından döner dönmez başladı.

Seçim dönemindeki: “Kürt sorunu bitmiştir, Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunları vardır.” söylemine ne oldu? Bittiyse “siyasi iradeyle” neyin müzakeresi yapılacak? Vatandaşların değil, PKK’nın “sorunları”nın mı? Bir de “mabetlerimizi bombalayan bu örgüte nasıl destek veriyorsunuz?” diye sormuyor mu? Büyükbabası da Ramazan, bayram dinlemeden Müslüman mabetlerini bombalamıyor mu? Onun askerlerinin evlerine sağ-salim dönmesi için kim dua ediyordu? Ciğerim nasıl yanıyor bir bilseniz!…

Erdoğan “ciğeri yanarken”, mücadelenin “sadece kendilerinin görevi” olmadığını da söyledi.

PKK “göreve başlarken”, beşiktekini vurmuştu. Yeniden diriltildikten sonra ana rahmine indi!… Nasıl?

Bölgeye PKK’nın hoşuna gidecek valilerin gönderildiğini bizzat Erdoğan’ın özel temsilcisi Hakan Bey’den öğrendik. Polisin elinin kolunun bağlandığını, askerin görev yapsa da yapmasa da suçlanacağı için tek taraflı fiili “ateşkese” zorlandığını gördük. Lütfen şu tespitleri okur musunuz?

-“Baydemir’in polis panzerinin üstüne çıkıp, nutuk atması, Sabahat Tuncel’in polis amirini tokatlaması, sokak ortasında gündüz vakti polis ve jandarmanın öldürülmesi örgütün, devleti “zaaf” içinde göstermek istemesinin tezahürüdür. Örgüt, halka: “Devlet kendi polisini-askerini bile koruyamıyor, sizi nasıl koruyacak?” mesajı vermektedir…

-Farklı düşünen STK’ların binalarının yakılması, örgütün bölgede egemen ve tek ses olma çabasının sonucudur…

-Kırsaldan sorumlu güvenlik güçlerinin eylemsizliği ve iktidarın meşru güç kullanmaktan kaçınması nedeniyle örgüt bölgeye egemen olma planını uygulamaktadır.

-Zayıfları silahla tehditle sindirmekte, güçlü aşiretlerle pazarlık yapmaktadır. Korucu köylerini-aşiretlerini kendisiyle anlaşmaya zorlamaktadır.

-Devletin yeterli basireti gösterememesi ve gerekli tedbirleri al(a)maması nedeniyle oluşan boşlukları örgüt doldurmuştur.

-Devlet, 1990’larda özensiz, adaletsiz güç kullanarak, bölge insanını örgütün kucağına itmişti. Son yıllarda ise gerekli-yeterli müdahaleler yapılmayarak bölgedeki dengelerin örgüt ve uzantıları lehine değişmesine neden olundu.

-Bir süredir planlı bir şekilde devlet (aciz), örgüt (güçlü) gösterilmektedir. Bazı aydınlar da bu algıyı güçlendirmektedir. Eğer bölgedeki insanların zihninde güç algısı değişir, otorite olarak örgüt görülmeye başlanırsa bu süreci geri çevirmek çok zor olabilir. Bir süredir, güvenliği sağlamak için kullanılması gereken asgari-meşru güç dahi kullanılmıyor.

Bunlar bir askere, AKP muhalifine ya da bana ait değil. Bölgeden, Turgut Özal Üniversitesi’nden bir aydının, Yrd. Doç. Dr. Mahmut Akpınar’ın. Yayınlandığı yer hepsinden önemli: Zaman Gazetesi. Tarihi de 23 Ağustos.

Siz bu satırlardan, gözlemlerden devletin “görevini” yaptığı sonucunu çıkarabiliyor musunuz?

****

PKK öğretmenleri kaçırıyor. Çünkü kendi eğitimini kendi yapacak. Niye şaşırıyorsunuz? Başbakan özel temsilcisi, terör örgütünün sözde liderlerine “yerel yönetimlere yetki işi tamamlanınca eğitim konusu da kendiliğinden hallolacak”dedi mi, demedi mi?

Başka bir şey anlatayım; Oda Tv’de yazarken İçişleri Bakanlığı’nın valiliklere gönderdiği bir anketin haberini yapmıştım. O anketteki sorulardan biri “eğitimin”, belediyenin görevleri arasında yer alıp almamasına ilişkindi. “Bu neyin hazırlığıdır?” diye sordum. Cevap gelmedi; ama İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesine şifre konulup o belgelere dışarıdan erişilmesi engellendi. Bu gelişmeyi maalesef haberleştirememiştim, içimde ukde olmuştu; sonunda yaptım işte!…

Bunu da geçelim; Anayasa’nın 42’nci maddesi çok açık: Türkçe dışında eğitim-öğretim yapılamaz değil mi? Bu hengame arasında Mardin Artuklu Üniversitesi’nde lisans düzeyinde Kürtçe bölümü açıldığından haberiniz oldu mu? Yani Kürtçe öğretmeni yetiştiriliyor. Bunlar sonra nerede görevlendirilecek? Geçen yıl yüksek lisans diye başladılar, bu yıl lisans… Asıl meramım Rektör Vekili ve o bölümün müdürü Prof. Kadri Yıldırım’ın söylediklerine dikkat çekmek. Bölümün açılmasına sebep olanlara, iktidara, resmi kurumlara ve bu kararı onaylayanlara teşekkür eden hoca, “Kürt halkının” büyük sevinç içinde olduğunu da vurguladıktan sonra bakın ne diyor:

“YÖK’ün iznini, anadilde eğitime giden yolun bir basamağı olarak görüyoruz. En büyük temennimiz bu dilin ilköğretim ve orta öğretim kademelerinde de yer almasıdır.”

Özerklik ve bölünmeden gayrı ne kaldı, söyler misiniz? Financial Times Gazetesi, Erdoğan ABD’den döndükten sonra bir analiz yaptı. Haydi okuyalım:

“Türkiye son dönemde Washington’un gözüne girmek için bir çok şey yaptı. NATO erken uyarı radarını kabul ederek, İran’ı öfkelendirmesi buna örnek. Erdoğan, Suriye konusunda tavrını değiştirdi. Bu sözler Washington’un kulağına müzik gibi geldi. Erdoğan müthiş bir karışımdır. Sert söylemine rağmen müttefiklerin isteklerini yerine getirebilen, muhteşem bir stratejisi olan bir kavgacı…”

Şu söz kimin bilmiyorum ama çok hoşuma gidiyor: “Mert adam kendini en son düşünür!…”

Silivri’den kucak dolusu sevgiler.

Müyesser Yıldız

29 Eylül 2011

Kategori:Uncategorized