İçeriğe geç

Bu Hızlandırılmış Başka Bir Tren!…

Başbakan Erdoğan bayramda Ankara-Konya arasını git-gel 3 saat yapan hızlı trenin direksiyonunun başına oturdu.

Görkemli açılışı, bayram süresince trenin bedava yapılması izledi. Çok rağbet olmuş, bilet bulunamamış!..

Bunun hızlı tren değil, hızlandırılmış tren olduğunu Sözcü’de Necati Doğru, teknik detayları ve örnekleriyle yazdı. Bir vakitler Özal da “mavi tren“i hizmete sokmuş; ama dönemin Gaziantep Milletvekili Mustafa Yılmaz, o güzel Antep şivesiyle: “Bizim kara treni maviye boyadılar; oldu mavi tren.” demişti!..

Size bir tren değil; ama hızlandırılmış bir gemiden söz etmek istiyorum. Kaptanı da, taliplisi de çok!.. Görünürde bedava, gerçekte ise öyle pahalı ki… Hem atalarımızın “borçları”nı tahsil ediyorlar hem de torunlarımızın torunlarının hesabına bugünden büyük bedeller yazıyorlar!..

X X X X X X X X

Cehaletime verin, bilmiyordum. Duydumsa da unutmuşum, önemsememişim demek ki. Lâkin normal; ne bileyim ki, kutsal diye bellediğimiz bir kelime bir gün ülkelerin işgali, iğfali ve parçalanmasının “sihiri” olacak!..

Hızlandırılmış “demokrasi” gemisinden söz ediyorum. Bunu ben uydurmadım; bu bir hakikat. “Bilmiyordum.” dediğim de, Vahdettin ve Damat Ferit’in Sevr’i müzakere ve imza için gönderdiği heyetin Paris’e “Democrasie”; yani “Demokrasi” adında bir Fransız savaş gemisiyle götürülmesiydi!..

Evet; aynen böyle. İlkin 20 Nisan 1920’de Damat Ferit Hükümeti’ne, Düvel-i Muazzama’dan bir nota gelir. Notada: “Barış şartlarını teslim almak üzere bir heyet gönderin.” denilmektedir. İçişleri, Milli Eğitim ve Bayındırlık Bakanları’ndan oluşan heyet, 30 Nisan’da İstanbul Limanı’ndan yola çıkar. Bindikleri Fransız savaş gemisi, adı da “Democrasie”dir. 11 Mayıs’ta Paris’e varırlar, ellerine hemen Sevr’in taslağı verilir ve gerisin geri İstanbul’a dönerler.

15-18 Mayıs 1920’de Osmanlı Bakanlar Kurulu toplanır, “Sevr taslağını” görüşür. Buna itirazlar hazırlanır… Lâkin bir yandan Yunanistan Edirne kapılarına dayanarak, öte yandan düvel-i muazzama: “Haydi imzalayın.” diyerek sıkıştırmaktadır.

Vahdettin 22 Temmuz’da nihai kararı vermek üzere Saltanat Şurası’nı toplar. Toplantı günü Paris’ten bir telgraf gelir. Telgrafta, “anlaşma imzalanmadığı takdirde, müttefiklerin İstanbul’u Türkler’den geri almayı kararlaştırdığı” bildirilmektedir. Alelacele Sevr’in imzalanmasına karar (Şura üyelerinden sadece Ali Rıza Paşa karşı çıkar) verilir ve imzaya gidecek üç kişilik heyet belirlenir. Bu defa heyette Bakanlar Kurulu’ndaki Ayan (senato denebilir) temsilcisi Filozof Rıza Tevfik, Bern Büyükelçisi Reşad Halis Bey ve Eğitim Bakanı Bağdadlı Hâdi Paşa vardır. Onlar da İstanbul Limanı’ndan, yine “Democrasie” adlı gemiyle yola çıkar, 10 Ağustos 1920 günü Sevr’de varır ve Türk’ün idam fermanı anlamına gelen o anlaşmayı imzalarlar.

X X X X X X X X X

Malûm şimdi de “demokrasi” adı verilen “hızlandırılmış” bir tren veya gemiye binmeye zorlanıyoruz. Bunu yapanlar da topu topu sağdan saysan 500, soldan saysan 1000 kişi. Niye “hızlandırılmış ve dayatmalı”? Çünkü “demokrasi”den aynı şeyi anlamıyoruz. Çünkü önümüze koydukları rota sahte. Onların “democrasie”si Türkiye’yi Sevr’in ötelerine götürüyor. Onun için bu tren veya gemi bedava gösterilse bile, gerçekte çok ama çok pahalı!.. Hem kendimiz, hem gelecek kuşaklar adına çok büyük bedeller ödenmesini gerektiriyor!..

X X X X X X X X X X

“Demokrasi”nin şimdilerde hangi amaçlarla ve ne kadar yaygın bir şekilde kullanıldığını ülkemizde de, bölgemizde de en somut haliyle yaşıyoruz; ama güzel bir öykülemeden aktarmak da fena olmaz.

Türkçe baskısı birkaç ay önce yapılmış “Yasemin Kokusu” adlı bir kitap var. Yazarı Mısır asıllı Fransız olan Gilbert Sinove. Sadece Sevr’in değil, Ortadoğu’yu neredeyse bir asırdır kan gölüne çeviren 1915 tarihli, İngiliz-Fransız ürünü “Sykes-Picot” planı yüzünden Filistin, Mısır, Suriye ile Irak’ın başına gelenler, gerçek kişi ve olaylardan hareketle öyle çarpıcı işlenmiş ki.. İşte bundan bir bölümü aktarmak istiyorum.

Yıl 1921. İngitere Irak’ı işgal etmiş. Yüksek Komiser Sir Percy Cox, yardımcısı ise Türkiye’de de özellikle Süryaniler üzerinde çalışmalar yapan istihbarat uzmanı Bayan Gertrude Bell’dir. Faysal’ı, Irak’ın kralı olarak atarlar; ama dini liderleri de yanlarına çekmeleri gerekmektedir. Nihayet en etkililerinden birisiyle anlaşırlar… Devamını, bu dini liderin anlaşmaya dair arkadaşlarına yaptığı açıklamadan okuyalım:

Dini lider Faysal’ı destekleyen yeni projeden hoşlandığını söyler.

“Ne projesi?” diye sorulur. “De-mok-ra-siy-ye” der.

İnsanlar şaşkınlıkla birbirine bakarken, o devam eder :

“Bayan Bell ve Sir Cox, ülkemizin geleceği hakkında içimi rahatlattılar. İngilizlerin, başımıza eli sopalı bir hükümdar koymaya niyeti yok.”

“Irak, parlamenter demokrasiyle yönetilen bir devlet olacak.” derken, demokrasi kelimesinde yine zorlanır. “Ben Başbakan olacağım.” diye ekler. Orada bulunan bir kabilenin Bedevi liderini parmağıyla işaret edip sorar:

“Söyle kardeşim; sen demokrassi misin?”

Bedevi lider, hakarete uğramış gibi bozulur: “Allah korusun!.. Hayır!.. Ben mokrassi değilim. Ne demek o?” der. İngilizlerin Başbakan adayı, dini lidere cevap verir:

“Ben demokrasiyye şeyhi olacağım. Allah yardımcım olsun.”

Bedevi lider bu defa: “Sen demokrasiyye şeyhi olacaksan, benim de seni izlemem gerekir, tüm benliğimle emrindeyim.” der; ama bir kez daha sormaktan kendini alamaz:

“Ne demek o?”

Cevap: “Demokrasiyye, eşitlik demek.”

“Eşitlik mi?”

Toplantıdaki herkes birbirine soran gözlerle bakar. “Demokrasiyye şeyhi” devam eder:

“Bayan Bell bana açıkladı. Demokrasiyye’de büyük adam, küçük adam yok. Herkes eşit ve aynı hizada.”

“Eşit mi?”

Bedevi’nin yüzü solmuştur.

“Allah şâhidimdir.” der, kabilesinin üzerindeki etkisinin elinden gideceğini hisseden Bedevi, son sözünü söyler:

“Eğer öyleyse, ben asla mokrassi olmayacağım.”

Yazar Gilbert Sinove bu bölümü, şöyle bir yorumla bitirir:

“İngilizler böylece melon şapkalarının içinden tılsımlı sözcüğü çıkartmışlardı: Demokrasi. Bir milleti yönetme sanatını,

okuma yazmayı şöyle böyle bilen bu zavallı adamlara satmaya çalışıyorlardı.”

Ve yazarımız, durup dururken, nereden aklına geldiyse şu saçma deyişi hatırlar: hüzün olmayan yerde, bülbüller yeniden geğirmeye başlar… “Bunu Bayan Gertrude Bell’den duymuş olamayacağını” da kaydeder!..

Evet, “melon şapkadan çıkan tılsım” yine satışta. Sadece ülkeleri değil, milletleri de parçalamak üzere!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler,

Müyesser YILDIZ

12 Eylül 2011

Kategori:Uncategorized