İçeriğe geç

Hz. Ömer’i Bilirsiniz De Kodaman Hudey’leri Bilir Misiniz?

Halifelerimizden iki isim daha çok bilinir. Dine en uzak olanlar dahi Hz. Ömer ve Hz. Ali’yi tanırlar.

Neden?

Biri adaletin, diğeri doğruluk ve cesaretin sembolü olduğu için.

Bu da o iki kavramın insanlık için ne denli önemli ve vazgeçilmez olduğunu ispatlıyor aslında. Hz. Ömer’i, “Fırat kenarında kaybolacak koyunun hesabını verme“ hassasiyetiyle, bir de devlet işi yaparken kullandığıyla özel işlerinde kullandığı “mum“u ayırmasıyla tanıyoruz.

Kamunun; yani yetimin hakkı olan malların yağmalandığı, tüm yeşil alanlara gökdelenlerin dikildiği; hayvancılığın, tarımın tüketildiği, özetle geleceğimizin gasp edildiği süreç hızlandı. Neredeyse kişiye özel kanunlar çıkıyor, bir zamanlar dillerden düşürülmeyen “rantiyeci sınıflar”ın âlası yaratılıyor, özetle şimdinin “bizimkiler”i ihya ediliyor. Laf aramızda, Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı’yken Şişli Belediyesi’nin gökdelen dikmesini: “Bu yüksek binalarla Allah’a daha yakın olacağınızı mı sanıyorsunuz?” diye eleştirmiş, toprağa yakın olunmasını tavsiye etmişti.

Vatandaş da bunu görüyor, hiç bir şeyin değişmediğini, aksine daha kötüye gittiğini biliyor. Görüyor, biliyor da ne yapıyor? “Hiç olmazsa bunlar yerken bismillahirrahmanirrahim diyor.” deyip kendini avutuyor!..

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün Maûn Suresi Böyle Buyurdu isimli kitabını okurken düşündüm bunları. Hz. Ömer’in bir konuşmasını aktarıyor Yaşar Hoca. Fırat-Dicle kenarında kaybettiğimiz koyun-kuzunun haddi hesabı kalmadığından, devlet “mumlarının” dibine çoktan darı ekildiğinden bu misale dört elle sarıldım. Belki her şeyimizi yitirmeden, birilerini titretir de kendine getirir umuduyla sizinle paylaşmak istedim.

****

Medine-Mekke arasında bir koruluk vardır. Burasını hayvanlarıyla geçinen yoksul halk kullanmaktadır. Ama Hudey isimli bir kodaman bu koruluğun kullanım hakkını almak için Hz. Ömer’e başvurur. Hz. Ömer kodamana, “Mazlumların beddualarından korkmasını“ tavsiye ettikten sonra şunları söyler:

“Sadece birkaç devesi olanları, yalnız birkaç koyuna sahip olanları düşün, ey Hudey! Bana malı, serveti bol olanları gösterme. Onların hayvanları ölse hurmalarına, diğer zirai ürünlerine başvururlar. Fakat bu yoksul insanların hayvancıkları telef olursa çocuklarını toplayıp bana gelecek: “Ey müminlerin emiri!” diye feryat edecekler. Yani benden devlet yardımı isteyecekler. Ey ocağı batası adam, ben o zaman onları kovayım mı? Onlar, yoksulluğa düştükleri anda devlet hazinesinde hak sahibi haline gelmiş olurlar. Bu otlaklar benim için altın ve gümüşten daha kıymetlidir. Üstelik bu topraklar onların öz mallarıdır. Onlar bu topraklar üzerinde İslâm için savaştılar. Eğer ben senin dediğini yaparsam, onlar benim kendilerine zulmettiğim kanaatine varacaklar. Eğer üzerinde kamu yararı için kullanılan hayvanlar otlamasaydı, hiçbir yerde bir karışlık toprağı dahi koruluk yapmazdım…”

Devir Hz. Ömer devri değil, kodaman Hudey devri, n’eylersin?!..

Lâkin o büyük Halife’nin şu sözüne takıldım: “Çocuklarını toplayıp bana gelecek, benden devlet yardımı isteyecekler.” diyor ya… Varımızın yoğumuzun elden çıkarılmasının bir sebebi de bu olmasın? Devlet yardımına muhtaç hale getirilen, böylece iktidarla arasında “kopmaz, koparılamaz” bağlar kurulan milyonlara sahip olma?!.. Yani Hz. Ömer’in yaptığını değil, korktuğunu gerçekleştirme!..

****

Anayasa Mahkemesi’nin yeni binasının önüne yapılan heykelde “adalet kızımızın” gözleri açıldığında anlamalıydık: maalesef adalet kızımızın başına gelmeyen kalmadı, kızımız mahvoldu…

Onu kurtarma umuduyla çırpınan bir avuç insan da pes etti. Pes ne ki; kendileri kurtarılmaya muhtaç hale geldi!..

Madem Hz. Ömer’den yazdık -hazır ülkenin değişmeyen bir şeyi bırakılmıyorken- bir önerim var: “Yeni Türkiye’nin” adalet sembolü ona dair bir şey olsun. Hem erkek hem de o sembole bakınca belki vicdanlar biraz titrer… Tabi kaldıysa!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler,

Müyesser YILDIZ

10 Ekim 2011

Kategori:Uncategorized