Hakkâri-Çukurca’daki alçak saldırıda herkes “istihbarat zafiyetini” sorguladı. Oysa Silvan katliamından sonra “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bu bir dönüm noktasıdır.” denmiş, TSK’nın istihbaratı tümüyle MİT’e devredilmiş, MİT Emniyet’le anlık istihbarat paylaşımına girmişti. Hatta “açılım” koordinatörü Beşir Atalay’ın açıkladığına göre İran’a PJAK’ı bitirten istihbaratları da biz verir olmuştuk. Ayrıca ABD’den “yırtıcı kuş” Predator’ler geliyordu!
MİT’imiz o günlerde İsrail-Filistin arasındaki 1’e 1027 esir değişimiyle meşguldü. Onbaşı Şilad’ı kurtarıyor, İsrail’in “en tehlikeli” addettiği Filistinli militanları Türkiye’ye getiriyordu. Böylesi “insani” bir görev üzerindeyken, Hakkâri’ye nasıl yetişecekti?
İnsaf yahu!
Aha buraya yazıyorum; Beşir Bey’i de Hakan Bey’i de kimse kurtaramaz artık. Erdoğan üç vakte kadar onları gönderir… Mecburdur!
Siz hiç şöyle bir “taziye” ilanı gördünüz mü?
“Güroymak ve Çukurca’da meydana gelen terör olaylarında şehit düşen ve yaralanan vatan evladının haberleri yüreğimizi dağladı. Yaşanan bunca müessif hadise ve istihbarat çalışmalarına rağmen gereken hassasiyetin ve tedbirin alınmaması sonucu göstere göstere gelen saldırılar, karanlık oyunların bu topraklar üzerinde sahneye konulmasından ibarettir…” — M. Fethullah Gülen
***
Odatv iddianamesine göre, “örgüt”ümüzün suçlarından birisi de “Ergenekon” operasyonlarını dış güçlerin yaptırdığını yazmakmış!
Karşı iddianamemde, sadece bizlerin değil mesela Fehmi Koru’nun ve Zaman’ın liberallerinden İhsan Dağı’nın da aynı görüşte olduğunu hatırlattım. Fehmi Koru, “ETÖ” listesinin Ekim 2007’deki görüşmede Bush tarafından Erdoğan’a verildiğini yazmıştı. İhsan Dağı da daha “Odatv Örgütü” kurulmadan, 9 Ocak 2009’da: “Ergenekon, adli bir mesele değil. Ulusal, uluslararası düzeyde stratejik tercihlere dayanıyor. Operasyonda AKP iradesi belirleyici, hatta söz konusu bile değil.” diyerek doğrudan ABD-NATO ortaklığını işaret etmişti.
Şimdi bu konuya girmek neden icap etti?
Taraf’ın meşhur yazarı Mehmet Baransu 17 Ekim’de “Ergenekon’da Kaçıncı Basamaktayız?” başlıklı bir yazı kaleme almış ve şunları söylemiş: “Ergenekon’da çıkmamız gereken 100 basamak var. Bugün itibariyle 15., bilemediniz 20. basamağa adım attık…” Baransu 40., 60. ve 70. basamakta kimlerin “hedef” olacağını saymış ve yazısını şöyle bitirmiş: “100. basamağa çıkamayacağız; çünkü 70’ten sonrası uluslararası boyutlara giriyor ve Türkiye henüz o yapıyla mücadele edecek güç ve noktada değil.”
İşte bu iddialar bana başka bir “şakayı” hatırlattı. Daha doğrusu hiç aklımdan çıkmıyordu da ancak fırsat bulabildim.
Wikileaks belgeleri ve “misyonu” konusunda herhalde kimsenin bir şüphesi kalmamıştır. İşte Başbakan Erdoğan’ın, İsrail’e ikinci taarruzu yaptığı Eylül ayının başında dönemin ABD Büyükelçisi Ross Wilson’a ait 1 Nisan 2008 tarihli bir yazışma ortaya çıktı. Güya “1 Nisan şakası” niyetine Washington’a gönderilen bir belgeydi bu.
Şimdi, Ekim 2007’de Erdoğan’ın, Ocak 2008’de de Gül’ün Bush’la baş başa görüştüğünü; 2007’de “PKK’nın silahsızlandırılması” planını hazırlayan David L. Phillips’in “Kürt Açılımı” ve “Habur Hukuku”ndan hemen önce Atlantik Konseyi adına Washington’da düzenlediği “gizli” toplantının organizatörlerinden birisinin de Ross Wilson olduğunu dikkate alarak o Wikileaks yazışmasına bakalım.
Şöyle bir “1 Nisan şakası” yapılmış:
Derin Devlet Partisi’ne Dava
Şaşırtıcı bir hareketle, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya 31 Mart’ta “Derin Devlet”e (Kemalist devleti devam ettirmek için uzun süredir gizlice hareket ettiğine inanılan gölge organizasyon; ancak kimse gerçekten onlarla karşılaşıp karşılaşmadıklarını bilmiyor) karşı parti kapatma davası açtı.
41 sayfalık iddianame, Derin Devlet’i kayıt dışı siyasi parti olarak hareket etmek, “siyasi entrika”nın merkezi olmak, Türkiye’nin dünyadaki pozisyonunu kaybetmesine neden olmak; ekonomik büyüme, yatırım ve “Türk toplumunun siyasi ve sosyal olgunluğa erişmesini” yavaşlatmak ile suçluyor. İddianame, Derin Devlet’in resmi olarak tanınmasını, ardından yasaklanmasını ve 401 üyesinin Türk siyasetinden beş yıllığına men edilmesini talep ediyor.
“Şaka” ama T.C. Devleti’nin kuruluş felsefesine sahip çıkanlara yöneltilen eleştirilere, en ufak bir muhalefete karşı kullanılan argümanlarla ne kadar da örtüşüyor değil mi?
Wilson’un “derin devlet partisine” mensup sayıp, “siyasi yasak” temennisinde bulunduğu 401 kişi arasında eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Şener, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Anayasa Mahkemesi’nin tamamı, 71 savcı ve hâkim var. “Şaka”da Bülent Ersoy ve İbrahim Tatlıses’in de ismi geçiyor. Dönemin CHP lideri Baykal ve MHP ile de resmen alay ediliyor. MHP için kullandığı şu ifadeler oldukça ilginç:
… DDP (Derin Devlet Partisi) de başka bir kapatma davası sayesinde AKP’yi yok edebilir. Böylece MHP ayakta kalan tek parti olacak. Bu onlara bir seçim kazanma şansı verebilir. Bozkurtları geri getirebilir. Kürt kelimesini dağarcığımızdan silebilir.”
Bu “alaylardan” iki yıl sonra Baykal’ın kasetle gidişi, üç yıl sonra da tam seçim arifesinde MHP’nin kaset darbesine maruz kalması, internet andıcı davasıyla AKP’ye açılan kapatma davasının hesabının sorulması… Kapatma davasını açan savcıların başka yerlere gönderilmesi.
Dikkat çekici hâkimlerin görevden alınması veya istifaya mecbur bırakılması…
Tesadüf tabii ki!
***
24 Ağustos 2011 gecesi bizim vergilerimizle çalışan TRT-Haber’de yayınlanan “Büyük Takip” adlı programda “Ergenekon davası” masaya yatırıldı; daha doğrusu “jüri mahkemesi” kuruldu.
Sanıkların savunmalarından tek satır söz edilmeden, iddianame kesinleşmiş hüküm gibi “dan, dan” efektleri arasında sunuldu. “Jüri”de de Eser Karakaş, Ferhat Kentel, Etyen Mahçupyan, Oral Çalışlar, Markan Eseyan vardı. En çok da Danıştay saldırısını ETÖ’nün yaptırdığını ispatlamaya çalıştılar. Bir ara Eser Karakaş’ın şöyle dediğini duydum:
“Danıştay saldırısında Ahmet Necdet Sezer dâhil verilen tepki, kurumsal bir örgütlenme olduğunu gösteriyor!”
Ross Wilson’un “şaka”sında 1 numara kim? Eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer!
***
Bir başka sahne;
Tarih 22 Eylül 2011. TV 8’de Erkan Tan’la Başkentten programına konuk olan Doç. Dr. Önder Aytaç malum söylemini tekrarlıyor. Bir izleyiciden gelen tepkiyi aktardı Erken Tan: “Bunlar hain. PKK’lıları daha ne kadar şımartacaksınız?”
Aytaç’tan el cevap: “Biz böyle düşünenlere Ergenekon sempatizanı diyoruz!”
Önder Aytaç, Hakkâri-Çukurca katliamından sonra da TV’lerdeydi. Acilen (Ne mutlu Türküm diyene) ve W, Q, X yasağı gibi saçmalıkların(!) kaldırılmasını istedi. Bir başka önerisini de Zaman’da okudum; şunu söylüyordu: “Geçtiğimiz aylarda Arap dünyasındaki birçok devlet başkanı sosyal medyadaki teşkilatlanma ile devrildi. Benzer bir yapılanmayı Türkiye’de de hayata geçirmek istiyorlar.” Aytaç internet üzerinden yapılan milliyetçilik telkinlerine kaşı önem alınması gerektiğini ifade etmiş.
ABD büyükelçisi 401’lik “şaka” listesinde MHP ile dalga geçerken ne diyordu: “Bozkurtları geri getirebilir. Kürt kelimesini dağarcığımızdan silebilir.”
“Silinme” ne kelime, “Hepimiz Kürt’üz” artık. Silinen, silinmek istenen yegâne şey Türklük!
Bazen sağ gösterip sol vurmak da gerekiyor değil mi?
***
Gelelim İsrail’le Filistin arasındaki takasa…
Birçok şeyi örnek alıyoruz nasılsa. Baksanıza Silvan saldırısından sonra IRA-ETA benzetmelerine kızıp: “Hiçbir benzerlik yok.” diyen Başbakan Erdoğan, Hakkâri-Çukurca’nın ardından nasıl da ETA örneğine sarıldı.
Diyeceğim, “esir” değişimi de örnek alınırsa şaşmayalım. Merak ettiğim 1’e kaç gideceğimiz değil; İmralı Başkanı’nın elini öpmemizi ve özür dilememizi de isteyip istemeyecekleri!
Silivri’den kucak dolusu sevgiler,
Müyesser Yıldız
22 Ekim 2011