İçeriğe geç

“Tek Adam”ın İlanı

“Kara propaganda“ ve “halkı yanlış bilgilendirme”ye devam ediyorum. Suçum bu ya; bari yaptığıma değsin!..

Seçim döneminde Başbakan Erdoğan büyük konuştu: “İktidarda olduğumuz sürece Öcalan’a af yok.“ dedi. Meğer o günlerde “Hakan Bey” çoktan PKK’lılarla masaya oturmuş, Öcalan’a ne kadar hayran kaldığını falan anlatıyormuş!.. Öcalan’ın, PKK’nın, KCK’nın, BDP’nin bu “çözüm” için birinci şartı: ”İmralı’daki Cumhurbaşkanı’nın (KCK sözleşmesine göre öyleymiş; hatta Hakan Bey’in Oslo’da buluştuğu Zübeyir Aydar da Meclis başkanıymış ya…) önce eve çıkarılması, serbest bırakılması”… Ev hapsinin bayraktarlığını kimseye kaptırmamaya kararlı biri var: Zaman yazarı Mümtazer Türköne. “Eve çıksın, örgütü yönetsin; bakalım ne olacak?” diyor. Benim daha iyi bir önerim var: nasılsa eşinden ayrıldığı için, Öcalan’ı evine alsın; örgütü oradan birlikte yönetsinler!… AKP’den kapamadığı milletvekilliğini belki ondan alır.

Neyse dağıtmayayım; geçenlerde sevgili arkadaşım Deniz Güçer’in Vatan Gazetesi’nde Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’yla yaptığı bir röportaj vardı. Deniz BDP’nin Öcalan’la ilgili şartını soruyor. İlk günden beri Erdoğan’ın yanında yer alan, onun avukatlığını yapan bir isim Yazıcı. İşte cevabı:

“Ceza vermek de affetmek de devletin hakkıdır. Devlet onu yapar, yapmaz bilemeyiz; ama bizim gündemimizde böyle bir şey yok..”

Aynı gün, aynı konuda Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da bir yorumu vardı; Bu fikri savunanların “romantik” davrandığını söylüyordu. Biz, şartlar uygun görüldüğü anda “gerçeğe” dönüştürülen ve “romantik” talep ve davranışlar gördük.

Bakan Yazıcı’nın sözlerini yorumlayalım mı? “AKP affetmez ama devlet affedebilir.” diyor. Türkçesi: “PKK ile biz görüşmedik, devlet görüştü.” gibi bir şey.

Erdoğan’ın o “büyük” lafları ne olacak peki? Ne “büyük laflar” üzerinden daha 15 gün geçmeden unutuldu, ters yüz edildi. “Geçen ay, geçen gün böyle demiştiniz ama” diye soracak bir babayiğit de yok nasılsa; bakarsınız Öcalan lafları da unutulur gider.. Tamam da, bu diğer işlere pek benzemiyor yahu. Baksanıza İsrail’de, onbaşı Gilad Şalit karşılığında 1027 Filistinlinin serbest kalması anlaşması üzerine millet nasıl ayaklandı… Aileler: “Çocuklarımızın katillerini nasıl serbest bırakırsınız?” diye hesap soruyorlar. Ya bu ailelerin tavrı maazallah Türk Milleti’ne örnek olur onları koma uykusundan uyandırırsa?..

Aklıma şu ihtimal geliyor; PKK’nın bu küçük ricası(!) Erdoğan Başkan veya Cumhurbaşkanı olana kadar ertelenir. Sonrasında evse ev, afsa af gereken yapılır. Erdoğanda artık “iktidarda” olmadığına göre, sözünü de çiğnemiş konuma düşmeden “devlet”in bu kararına gönül rahatlığıyla destekler!.. Mesela dedik.

Egemenlik Kayıtsız Şartsız Liderindir

Deniz Güçer’in röportajında Bakan Hayati Yazıcı’nın bir başka açıklaması daha dikkate değerdi. Konu yeni anayasa. Herkes ilk üç maddenin değişip değişmemesini tartışırken Yazıcı 6.maddeyi de gündeme getirip şunları söylüyor:

“6.maddede (“Egemenlik hakkı, millete aittir. Millet bu egemenlik hakkını organları vasıtasıyla kullanır.”) diyor. Millet, egemenliği organları vasıtasıyla değil parlamento eliyle kullanır. Milletin seçmediği kişilerin egemenlik hakkını kullanması çok doğru değil. Milletin temsilcisi, parlamentodur. “Millet egemenlik hakkını seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır.” gibi olması lâzım bana göre..”

Bu önerinin Türkçesi mi? Kuvvetler ayrılığı; yani Meclis, Hükümet, Yargı dengesine el-Fatiha!..

“Zaten 12 Eylül referandumundan beri böyle değil mi?” diyebilirsiniz. Doğru da bunun Anayasa’ya girmesi; rejimin resmen değiştirilmesi, “tek adamlığın” ilan edilmesi demektir.

Millet, egemenliğini Meclis eliyle kullanmış olacak öyle mi? Milletvekillerini, hatta Cumhurbaşkanını kim seçiyor?… Seçtiğinizi zannettiğiniz vekili tanıyor musunuz?.. Seçeneğiniz nereye kadar? Liderin önünüze koyduğu liste kadar.. Böyle seçilen vekil kime biat ediyor: seçmenine mi, liderine mi?

Bülent Arınç 2005’te: “Ben Meclis’im. İstediğim her şeyi yapabilirim. Ben Meclis’in yapabileceği bir Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’ni kaldırabilirim.” demişti de kimse üzerinde durmamıştı. Meğer “meyve olgunlaştırılıyormuş” da ruhumuz bile duymamış.

Yazıcı’nın bu sözlerini ciddiye almak lazım; bunlar fantezi falan değil. Bakın Cumhurbaşkanı Gül Meclis’i açış konuşmasında -metinde yer almadığı halde- ülkemizin en “demokratik” anayasalarının 1921 ve 1924 Anayasaları olduğunu söyledi. AKP’nin Anayasa çalışmalarını yürüten Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik de 1924 Anayasası’nı övmüş. Adı geçen anayasalarda “İslam Devleti” ve “eyalet” ibareleri var, tamam; ama bir şey daha var. 1924 Anayasası’nda “kuvvetler birliği”… O günün yetişmiş kadro imkânsızlığını, yeni bir devletin kurulduğu dönemi vs. düşünün; bir anlamda elleri mahkûm.

Ya bugün hangi mahkûmiyet, mecburiyet veya hesap “ileri demokrasi” diye diye ülkeyi tek parti bile değil tek adam rejimine sürüklüyor? Yeni bir devlet kuruluyor da biz mi anlamıyoruz?

Silivri’den kucak dolusu sevgiler,

Müyesser Yıldız

17 Ekim 2011

Kategori:Uncategorized