İçeriğe geç

İngiltere’nin Ensesini Karartmayalım!..

Artık sadece pazumuz değil, kafamız da güçlü ve dik. Dünya ağzımızın içine bakıyor, Türkiye’yi yere-göğe sığdıramıyor. ABD de, ‘sefil’ AB de: “Türkiye’ye ihtiyacımız var.” diyor. Ama Allah’a şükür; ne bir kibir var ne de içeride gazetecilere, aydınlara, muhalefet partilerine gösterilen öfke ve şiddetin zerresi… Gayet mütevazı, ele-güne karşı anlayışlı, yardımsever tavırla ‘demokrasi modeli’ oluverdik!..

* * * *

Cumhurbaşkanı Gül, ‘masallar’ diyarı İngiltere’ye hareketinden önce Esenboğa Havaalanı’nda düzenlediği basın toplantısında orada yapacağı temaslar hakkında şu bilgiyi verdi:

“Ziyaretim çerçevesinde Kraliçe ll.Elzabeth, muhterem eşleri Edinburgh Dükü Prens Philip, Veliaht Galler Prensi Charles ve kraliyet ailesinin diğer mensuplarıyla bir araya geleceğim. Ayrıca, İngiltere Başbakanı David Cameron, Başbakan Yardımcısı Nick Clegg ve İşçi Partisi lideri Ed Miliband’ı kabul edeceğim.”

Duyduk ki, Cameron’u kendisi ziyaret etmiş… Prens Charles’ı da…

İngiltere Parlamentosu’nda da Türkçe değil, İngilizce konuşmuş…

Şu mütevazılığa, anlayışa bakar mısınız?

Saraydaki yemekte kuzu eti varmış. Derya Sazak’ın yazdığına göre, Windsor Sarayı’ndan özel olarak getirilmiş. Herhalde ‘helal et’ vs. gibi bir problem çıkmamış ve o kuzu eti yenmiştir. Erdoğan bile bir AB toplantısı için orucundan vazgeçmemiş miydi?

Malum, geceyi de sarayda geçirdiler. Aklıma şu ABD’lilerin yaptıkları geldi. Türkiye’yi ziyaret eden devlet adamlarının tuvaletini bile özel getirip sonra dolu halde aynen ABD’ye götürüyorlar; kaldıkları otellerin duvarlarını yıkıp dinlemeye karşı yeniden kendileri yapıyorlar… Bir onların kabalığına, ‘paranoya’ haline bakın; bir de bizim rahatlığımıza, kendimize ve ‘tarihi dostumuz’a güvenimizi görün; büyük devletiz vesselam!..

* * * *

Büyük devletiz de sevgi-saygı, itibar görüyoruz ya; size Padişah Vahdettin’le, Damat Ferit arasında geçen bir ‘tercüme’ hikâyesini anlatayım istedim.

Tarih 23 Ağustos 1919; günlerden Cumartesi, akşam üzeri. Vahdettin, Başkâtibi Ali Fuat Türkgeldi ile çalışmaktadır. Başbakanın; yani Damat Ferit’in geldiği haber verilir. Güleryüzle kapıdan giren Başbakan: “Efendimize gayet hayırlı birşey arzedeceğim; o derecede ki adeta gözlerime inanamayacağım geliyor.” der ve cebinden Fransızca bir ajans haberini çıkarır. Bu, İngiltere Başbakanı Lloyd George’un bir açıklamasıdır. Hemen tercümeye başlar. Damat Ferit: “Peder-i âlileri zamanındaki İngiliz dostluğu avdet ediyor (dönüyor).” tesbitini yaptıktan sonra Lloyd George’un o açıklamasını aktarır: “Hiç bir mesele İngiltere’yi Türkiye meselesi derecesinde alâkadar etmez. İngiltere’nin istikbali, Türkiye meselesinin halline vâbestedir (bağlıdır)” demektedir.

Vahdettin önce memnun olur; sonra tereddüde düşer. Damat Ferit ise açıklamanın lehimizde olduğu görüşünde ısrar eder. Ona göre İngiltere, Türkiye’nin istikbali ile bu derece alâkalıdır, bu açıklama da Osmanlı Devleti’nin varlığını resmen tasdik anlamına gelmektedir. Daha sonra iyi tercüme edememiş olabileceğini belirtip, metni Fransızca bilen Vahdettin’in Başkatibi Ali Fuat Türkgeldi’ye uzatır. O da kelime kelime tercüme eder. Başkatibe göre, Lloyd George İngiliz menfaatlerinin geleceği açısından Türkiye sorununun halledilmesi gerektiğini söylemektedir ve bu kesinlikle İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin bekasını önemsediği anlamına gelmemektedir. Başkatip, İngiliz’in hesabını tek cümle ile özetler: “Türkiye benimdir, başkasına yedirmem imasında bulunmaktadır.”!..

Damat Ferit çok bozulur. Ertesi gün Başkâtip’i konağına davet edip, aynı görüşü savunur. Hatta metnin aslını getirtir. Sonuç aynıdır. Ama Damat Ferit ve o sırada orada bulunan İçişleri Bakanı Adil Bey, İngiliz Başbakanı’nın açıklamasından anlamak istediklerini anlamakta ısrar edip Başkâtibi iknaya çalışırlar, ikna edemezler. Sonrasında Damat Ferit Başkâtip’e bir iki kez bakanlık teklifinde bulunur.

Bu tekliflerin sebebi onu takdir etmesi değil, ondan kurtulmak istemesidir; zira: “Bizim burada yaptığımız şeyleri orada bozuyor.” der açık açık. Başkâtip, bakanlık teklifini kabul etmeyince de Padişah’a: “Ya o, ya ben.” restini çeker ve sonunda onu sarayadan uzaklaştırmayı başarır.

* * * *

Dünyanın pohpohları, Türkiye’nin böbürlenmesi… Size de “bir tercüme hatası var” gibi gelmiyor mu?

Gül’ün İngiltere’ye vasıl olduğu gün Dışişleri Bakanı William Haque, Hürriyet’e: “Türkiye niye önemli?” başlıklı bir makale yazdı. Öyle İngilizce veya Fransızca da değil; Türkçe. Bir tek cümlesini aktarayım: “Türkiye güvenliğimiz için hayati önem taşıyor.” diyor.

Emperyalizm bizi niye öpüyor; tercümeye gerek var mı?

Sultan Abdülhamid dermiş ki: “İngiliz’e güvenme seni sırtından vurur.”!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler…

Müyesser YILDIZ

26 Kasım 2011

Kategori:Uncategorized