Salı günü yine Silivri kampüsündeydim. Üniversite değil, cezaevi kampüsü. Mahkemesi de içinde. Küçük salonda Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, Mehmet Perinçek ve diğerlerini gördüm. Büyük salonda da Engin Alan, Bilgin Balanlı, Dursun Çiçek başta olmak üzere yüzlerce kurmay subayı, ailelerini, çocuklarını… Sahte dijital delillerle “Türkiye’nin ilk uçan gardiyanı” yapılan genç pilot yarbay Süleyman Namık Kurşuncu’yu da.
Tımarhaneye dönmüş ülkemi gördükten sonra: “Onlar içerde daha mı güvende ne?” diye düşündüm. Her gün kalkan şehit cenazeleri… Bilmemne dağına Türk bayrağı çekmekle övünürken, asker lojmanlarındaki bayrağın iki Mehmetçik eliyle indirilmesi… Asker aracına terör örgütünün paçavrasının asılması… Hepsinin içlerindeki yangın yüzlerine vurmuştu. Daha kaç yıl vatandan, Peygamber Ocağı’ndan, ailelerinden ayrı kalacakları değil umurlarında olan. Şehitler ve ülke için bir şey yapamamanın azabını çekiyorlar.
Tutuklu komutanlardan birisinin şu sözleri hala kulaklarımı, beynimi zonklatıyor:
“Ülkenin en iyi yetişmiş askerleri bir gazeteci CD’si ile ortadan kaldırıldı. Bir savaş olsa bu kadar general ve subayı şehit vermezsiniz!..”
Balyoz davasında karar aşamasına gelindi ya, yine düşündüm: “Bunca asker ve aydın Hasdal, Silivri’de çürümeye terk edileceğine keşke bir sürgün taburu kurulsa, ceza olarak PKK ile mücadeleye gönderilseler…” dedim. Saçlarında tek bir siyahlık kalmamış olsa da seve seve kabul ederler böyle bir cezayı. Baksanıza yıllarca “tu kaka” ilân edilen Bordo Bereliler’e müracaat edeceklermiş yine.
2 yıldır tutuklu olan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel konuşurken mahkeme salonunda sinek bile uçmadı. Savunma yaptı; ama mahkemeye karşı değil. Babasının tabutu başındaki görüntüsü eşliğinde bir şehit kızına hesap verdi, onunla dertleşti. Neler anlatmadı ki?
“Babanın şehitliğine giden yollar bil ki, Beşiktaş’tan, Silivri’den geçiyor…”
“Savcılıkta, senin babanı şehit edenlerle aynı kefeye koyuldum. Bir yanlışlık var herhalde dedim; sustum, yutkundum…”
“Fenerbahçeliler başkanlarına sahip çıktı. Gazeteciler arkadaşlarına sahip çıktı. Bir kısım insan Silopi’de PKK’lılara sahip çıktı. Başbakan, MİT Başkanı’na sahip çıktı. Saydıklarımdan hiçbiri silahın, bayrağın ve arkadaşının omuzuna elini koyarak yemin etmemişti. Bu şekilde yemin eden tek kurum vardı: TSK. Hiçbir suçumuz olmadığını çok iyi bilmelerine rağmen onların da bize ne kadar sahip çıktığını gördük. Ama yine sustum, yutkundum…”
“Düşmanca bakan gözler gördüm bu salonda: ‘Bana düşmanca bakan göz düşmanın kılıcını çalandır.’ dedim içimden. Ama sustum, yutkundum…”
“CD ve flash bellekler, günümüzdeki kitle imha silahlarının en gelişmiş modelidir. Bu silahla bir kurumu, bir toplumu istenilen hale getirebilir, gelmezse imha edebilirsin…”
“İleri demokrasi günleri geldiğinde babalar şehit olmayacak biliyor musun? Çünkü kim silahı eline alırsa, isteği hemen yerine getirilecek. Böylece çatışma da çıkmamış olacak. Bunun yanlış olduğunu düşünüp sesini çıkarmaya kalkanların ağızları: ‘Ne yani, anaların ağlamasını mı istiyorsun?’ diye kapatılacak…”
Kurmay Albay Önsel: “Babana pusu kurup, şehit edenlerle bize komplo kurarak pusuya düşürenler birbirlerinin ruh ikizidir ve ikincisi daha tehlikelidir, bilesin. İkisi de emperyalistlerin kılıcını çalar.” derken şehit kızına moral vermeyi de unutmadı:
“Ülkemiz çok açık şekilde fetret dönemine girmiştir. Ama sen asla yılgınlığa kapılma. Bu topraklarda nice fetret devirleri yaşandı. Mutlaka bir Çelebi Mehmet çıkar, mutlaka bir Mustafa Kemal bulunur. Ya bir dağa çıkar ya bir limana.”
Ve şöyle helalleşti şehit kızıyla:
“Ülkem için yaptıklarımın senin gözyaşlarının zerresine dahi değmeyeceğini biliyorum. Ama inancımızdandır ya: ‘Hakkını helal et.’ demek. Ben, varsa sana hakkımı helal ediyorum. Sen de bana hakkını helal eder misin?”
Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Maltepe’ye kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
5 Eylül 2012