4×3 eğitim modeliyle medreselerin ve dini eğitimin önü açıldı deniyor. Doğru.
Kız çocuklarının okula gönderilmemesi sağlandı (Nitekim bu yıl binlerce kız çocuğu okulu bıraktı) deniyor. Doğru.
Serbest kıyafet uygulamasıyla türban ilkokullara kadar sokuldu deniyor. Doğru.
Bugün-yarın TBMM’de bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair bir kanun tasarısı görüşülecek. Tasarıdaki 10. Maddeye göre, “Kanuna aykırı olarak eğitim kurumu açan veya işletenler” artık cezalandırılmayacak ve bu kurumlar kapatılmayacak. “Tasarı yasalaşırsa Tevhid-i Tedrisat’tan vazgeçilmiş olacak. Mahalle mekteplerine, eğitimde ortaçağ anlayışına geri dönülecek” deniyor. Bu da doğru.
Ama tüm bu düzenleme ve adımlarda,“Kuran Kursu, medrese, türban” arkasında gizlenen bir başka, belki de asıl proje şu:
Aynı düzenlemeler sayesinde BDP’li belediyeler eliyle bölgede adım adım Kürtçe eğitime geçiliyor!..
T.C. Devleti’nin, BM İkiz Sözleşmelerinin eğitimle ilgili maddelerine koyduğu çekinceler, bu yasa ve düzenlemelerle fiilen ortadan kaldırılıyor.
Türkiye’de yeni dinsel ve etnik azınlıklar yaratılıyor, yani Lozan lağvediliyor.
PKK ile iktidar arasındaki pazarlıklarda kilit konuların başında “anadilde eğitim” geliyor ya… Başbakan Erdoğan da “olmaz” diyor ya…
İşte bu anlaşmazlık da Anayasa değişikliği beklenmeden ve bizler sadece Kuran Kursları ile medreselere odaklanmışken, sessiz sedasız halloluyor.
-Şehidin Üzerinden Kürtçe Eğitime-
Şu örnekle somutlaştıralım:
Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş 2007’de hem belediyede çok dilli (Kürtçe, Ermenice, Süryanice) hizmet uygulamasına geçti, hem de personele “Kürtçe kursu” açtı. Bu uygulamaları Anayasa’ya aykırı bulan Danıştay, Belediye yönetimini düşürdü. İçişleri Bakanlığı Demirbaş’ı görevden aldı. AB-ABD ayağa kalktı. Nihayetinde onların istediği oldu, Sur Belediye Başkanı yoluna devam etti. 2009’da KCK davasından tutuklandı, yine AB-ABD devreye girdi, “hastalık” gerekçesiyle tahliye edildi.
Demirbaş 15 gün önce “Eğitim Destek Evi” adı altında “anadilde eğitim” başlattı. Ev için seçilen isim dikkat çekici; “1992’de faili meçhul bir cinayete kurban gitti” dedikleri öğretmen Mehmet Geren adını verdiler. Oysa Mehmet Öğretmen PKK’nın katlettiği onlarca öğretmenimizden biriydi!
Evin açılışında Başkan Demirbaş Anayasa’da olmamasına rağmen, anadilde eğitim vermeye başladıklarını itiraf edip, “Bugün tarihi bir gün. Anadil ülkeyi böler fobisi doğru değil. Aksine bütünleştirir, birleştirir. Türkiye’de yaşayan tüm insanların ana dillerinde eğitim almalarını arzu ediyoruz” dedi.
Meclis’te çıkartılacak yeni kanun sadece izinsiz Kuran Kurslarını değil, işte Anayasa’ya aykırı bu “eğitim ev”lerini de legalleştirecek.
-İkiz Ajanda, İkiz Sözleşme-
Gelelim meselenin Lozan ve İkiz Sözleşmeler boyutuna:
BM’nin Medeni ve Siyasal Haklar ile Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmeleri, “İkiz Sözleşmeler” diye biliniyor. Kritik bir sözleşme, zira “Self determinasyon” yani, “Halkların kendi kaderlerini tayin hakkını” öngörüyor.
1966 tarihli bu sözleşmeleri Türkiye 2000 yılına kadar imzalamadı. AB’den gelen baskılar sonucu sözkonusu sözleşmeler 15 Ağustos 2000’de bazı beyan ve çekinceler konarak, imzalandı. Ama 3 yıl Meclis onayına sunulmadı. Taa ki AKP iktidarına kadar. AKP’nin daha ilk aylardaki baş icraatı, bu sözleşmelerin Meclis’e sevki oldu ve Haziran 2003’te kabul edilerek, yürürlüğe sokuldu.
Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin “azınlıklarla” ilgili 27. maddesi şöyle:
“Etnik, dinsel veya dil azınlıklarının bulunduğu Devletlerde, bu azınlıklara mensup olan kişiler, kendi gruplarının diğer üyeleri ile birlikte, kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerine inanma ve bu dine göre ibadet etme ya da kendi dillerini kullanma hakkından yoksun bırakılmayacaklardır.”
Türkiye işte bu maddeye, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Lozan Barış Andlaşması ile eklerinin ilgili hüküm ve usullerine göre uygulama hakkını saklı tutar” şeklinde çekince koydu. Böylece ülkemizde “azınlıklar” kavramının genişletilip, Lozan’ın çiğnenmesinin önüne geçildi.
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 13’üncü maddesinin 3 ve 4. paragraflarında ise“eğitim hakkı” için şöyle deniliyor:
“Bu sözleşmeye taraf devletler, ana babaların veya–bazı durumlarda- yasal yoldan tayin edilmiş velilerin çocukları için, kamu makamlarınca kurulmuş okulların dışında, Devletin koyduğu ya da onayladığı asgari eğitim standartlarına uygun diğer okulları seçme özgürlüğüne ve çocuklarına kendi inançlarına uygun dinsel ve ahlaki eğitim verme serbestliklerine saygı göstermekle yükümlüdürler.
Bu maddenin hiç bir hükmü, bireylerin ve kuruluşların eğitim kurumları kurma ve yönetme özgürlüklerini kısıtlayacak şekilde yorumlanamaz….”
Türkiye bunları da,“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3, 14 ve 42. Maddelerindeki hükümler çerçevesinde uygulama hakkı saklıdır” çekincesiyle kabul etti.
AB son yıllarda bu çekincelerin kaldırılması için bastırdıkça, bastırıyordu.
Sözümona kaldırılmadı ama; 4×3 sistemi, evde eğitim, serbest kıyafet uygulaması ve kanuna aykırı eğitim kurumlarının legalleştirilmesini toplayın; çekince, mekince kalmadığı ortada.
PKK’nın “ana dilde eğitim neferi” Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş Ağustos 2010’da şunları söylüyordu:
“Eğitim sistemi yerellere devredilmelidir… Önerim bütün Türkiye için geçerlidir. Çok dilli eğitim müfredatı olursa, sorunlar çözülür. Örneğin ben İstanbul’da yaşayan bir Kürt’üm. Bulunduğum mahallede, 10 tane öğrenci bulup, kendi dilimde eğitim alacak bir müfredat olmalıdır. Ama aynı şekilde Ermeni çocukları için de olmalıdır.”
İnşallah milletvekilleri bu hafta çıkaracakları 1 maddelik kanunun neler getirip, götüreceğinin farkındadır!
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
16 Nisan 2013