Başbakan Erdoğan’ın gazetelerinden Star’ın NATO Genel Sekreteri Rasmussen’e bu sıfatı uygun bulmuş.
Öfkenin sebebi, Rasmussen’in Türk Genel Sekreter Yardımcısı Hüseyin Diriöz’ün yerine bir Alman’ı seçmesi. Türkiye, görev süresi dolmak üzere olan Diriöz’ün yerine Afganistan büyükelçimiz Başat Öztürk’ü önermiş, ancak Rasmussen bir Alman’ı tercih ettiği gibi, NATO’nun siyasi işlerden sorumlu Genel Sekreter Yardımcılığına Yunan Büyükelçisi Terry Stamopoulos’u atamış. Yunan yardımcı NATO’nun, Rum kesimi ve İsrail’le ilişkilerinden sorumlu olacakmış.
Zaman Gazetesi bu gelişmeyi, yumuşatarak vermiş. Zaman’a konuşan diplomatik kaynaklar, Rasmussen’le yapılan Türk yardımcı anlaşmasının sadece bir dönem için geçerli olduğunu belirtmiş, yani bir anlamda NATO-Rasmussen kazığını normalleştirilmiş.
NATO bilmem kaç yıllık “müttefikimiz”… AKP iktidarı, füze kalkanı, patriotlarıyla ülkemizi NATO’ya tahsis etmiş. Öyleyse bu “nankör” nitelemesi neyin nesi?
Bunu anlamak için Rasmussen’in nasıl NATO Genel Sekreteri yapıldığını hatırlamamız gerekiyor.
Resmussen Danimarka Başbakanı’dır. PKK’nın Roj-tv’sinin bu ülkeden yayın yapmasına izin verilmesi sorununun üzerine, bir Danimarka dergisinde Hz. Muhammed (S.A.V) hakkında iğrenç karikatürlerin yayınlanması krizi eklenir. Gül ve Erdoğan Rasmussen’den özür dilemesini istediklerini, ancak onun, “fikir özgürlüğü diye tutturduğunu” söyler. Rasmussen ise şu açıklamayı yapar:
“Türkiye, Danimarka’dan özür bekleyen Müslüman ülkelere katılmadı. Bana gelen bilgilere göre, Türk hükümeti benden özür beklemediğini bildirdi.”
2009’da Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olması gündeme geldiğinde Cumhurbaşkanı Gül, “Türkiye’nin bir tavrı yok. Kendisi Avrupa’nın önemli, en başarılı başbakanlarından biri. Dini unsurların çok fazla gündeme getirilmesine gerek yok” derken, Başbakan Erdoğan destek için kendisini arayan Rasmussen’e şöyle karşılık verir:
“NATO’nun ve sizin yıpranmanızı istemiyoruz. Karikatür kriziyle Müslüman ülkelerde ciddi tepki oluştu. Bu ülkeler bizi arayıp diyorlar ki ‘Sakın ha’. Krizle ilgili sizi aradım. Niçin Müslüman elçileri davet edip ‘Gereğini yapacağım’ izahatına gitmediniz? Bana olumlu bir yanıt veremediniz? Bir diğer mesele Roj TV. Sizi ziyaretimde gündeme getirdim. Önüme maalesef yasaları getirdiniz. Her türlü belgeyi gönderdiğimiz halde, hala belgelerin gönderilmediğini tartıştınız. 4 yıl oldu, bu işi sonuçlandıramadınız. Ciddi manada rahatsızız… Bir diğeri de tabii ben, şu anda bir parti lideriyim. Lider olarak da partimin ilkeleri ile kesinlikle çelişkiye düşmemem gerekir. Bunun ne anlama geldiğini takdir edersiniz.”
Ama Rasmussen’in atanması konusunda son noktayı Gül koyar ve NATO’nun yeni patronunun seçiminde Türkiye’nin tek bir görüşü olduğunu belirtip, “Benim görüşüm, aynı zamanda Türkiye’nin görüşü” der.
Sonuçta Rasmussen Erdoğan’ın katıldığı NATO zirvesinde o koltuğa oturtulur. Peki günlerce itiraz eden Başbakan Erdoğan nasıl ikna olmuştur? Şunları anlatır:
“Çekincelerimizi kendilerine çok açık, net iletmiştik. Zirvede bunlar tekrar gündeme geldi. Sayın Obama ile görüştük. Liderlerle görüşmelerim oldu. Cumhurbaşkanımızla sürekli görüşme halinde olduk. Son gelinen noktada çekincelerimizin Sayın Obama’nın garantörlüğünde çözüldüğüne yönelik bize bilgiler gelmesi üzerine, Sayın Cumhurbaşkanımız da kendilerine bu noktadaki olurumuzu verdiler. Böylece bu adım atılmış oldu. Temennimiz odur ki, verilmiş olan bu garantiler yerine getirilir… Danimarka’da Roj- Tv’nin yayının durdurulması süreci, İslam ülkeleriyle NATO arasında bir irtibatın kurulabilmesi, komuta kademesinde üst düzey yönetimlerde bizim askerlerimizin de bulunması ve buna benzer konuların gündeme gelmiş olması önem arz ediyor. Bunların uygulamaları bizi çok daha fazlasıyla ilgilendiriyor. Temennim odur ki, sağlıklı bir şekilde bu süreç aşılır. Ben Başbakan olarak, ülkemin bana yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmek zorundayım. Onu yerine getirdim… Attığımız adım budur. NATO’nun yıpranmaması için üzerimize düşeni yaptık.”
Cumhurbaşkanı Gül de “İsteklerimizin kabul edildiğini görünce, NATO’nun gelenekleri ve kültürü gereği mutabakata ulaştık. İkna olmasaydık, en tabi hakkımızı kullanmaktan çekinmezdik. Bu konuda da Obama’nın büyük katkıları oldu. Güvencelerin yerine getirileceğinden en ufak kuşkum yok. Bu konuda çok açık konuştuk çünkü. Obama’ya katkılarından dolayı teşekkür ediyor, Rasmussen’e de başarılar diliyorum” açıklamasını yapar.
O zirvede, biz “Rasmussen kriziyle” oyalanırken,aslında Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşü sağlanmıştır. Ama Türkiye’deki hava, “Diplomatik zafer kazandık… 2.Davos”’tur.
Oysa Genel Sekreter olmasını Stazburg-Danimarka uçağında şampanya içerek kutlayan Rasmussen, Danimarka medyasının “taviz verdi” eleştirilerine cevaben şunları söylemektedir:
“Erdoğan’la, geçmişi unutup, ileriye bakma kararı aldık… Taşı gediğine koydum. Karikatür krizi sırasında hangi açıklamaları yaptıysam, aynı doğrultuda konuşma yaptım… NATO Genel Sekreteri olmayı isteyen biri olarak sorunu diplomatik bir şekilde çözdüm…”
Bunun üzerine Danimarka basını, “Türkiye yerine böyle oturtuldu… Türkiye diz çöktü… Obama ve Merkel’in oluşturdukları yoğun baskı sonucu, Türkiye yükseklere tırmandığı ağaçtan aşağıya indi” manşetlerini atar.
Özetle o gün bir kez daha göz göre göre aldanıp, milleti aldatanlar, bugün Rasmussen’e “nankör” diyor.
Ne hakla?!.
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
2 Temmuz 2013