İçeriğe geç

“Davanın Savcısına” Teşekkür Edilir mi?

Ergenekon başta olmak üzere “kumpas” davaların görünürdeki savcısı dönemin Başbakanı Erdoğan’dı.

Ama bir de görünmez “savcısı” vardı.

– “Cesur bir savcı aradığını” açıklayan,

– Ümraniye’de bombalar bulunduğunda, “Bu bombalara dikkat edin. Bunun arkası gelecek” kehânetinde bulunan,

– İstanbul 1. Ordu Komutanlığı’nda yapılan ve sonradan “Balyoz” davasına dönüştürülen seminer planının ses kayıtlarının seminerden 1 hafta sonra kendisine verildiği söylenen,

– 2007’de Hasan Cemal’le uzun uzun “2003 hallerini” konuşan ve “İddia edilen, ortaya atılan niyetleri, gayretleri biliyoruz. Basında çıkmadan önce biliyorduk. Bunlar, devlette bilmesi gereken yerlere bildirilmiştir. Bilmesi gerekenlerin bilgisi vardır” diyen;

Dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den söz ediyorum.

Danışmanı Ahmet Sever’in yazdığı, “Abdullah Gül İle 12 Yıl” kitabı sayesinde, Gazeteci Ruşen Çakır’ın tutuklanmasını da bizzat onun engellediğini öğrendik.

Sever’in kitabından Gül’ün “Ergenekon, Balyoz” davalarına karşı nasıl “direndiği” ni ve kimlerden teşekkür aldığını anlatmadan önce bir şeyi daha hatırlatalım.

AKP’nin, Cumhurbaşkanlığı Seçim Yasası ile Gül’ün ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilmesinin önünü kesmeye çalıştığı günlerde Basın Danışmanı Ahmet Sever, Gül’ün bilgisi ve onayı dahilinde (Kitapta bu röportajın perde arkası da uzun uzun anlatılıyor) Ruşen Çakır’a bir röportaj verir.

29 Temmuz 2012’de Vatan Gazetesi’nde yayınlanan röportajda, Ergenekon ve Balyoz da vardır.

Çakır sorar : Tabii bu süreçte Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalar üzerinden askeri vesayetin sonlandırılması da hayli etkili oldu. Önce emekli, sonra muvazzaf subayların gözaltına alınıp tutuklanmalarının yol açtığı krizler nasıl aşıldı?

Sever cevaplar : Bu süreçlerin zorlu olmasından daha doğal bir şey olamaz. Yılların getirdiği bir kemikleşmiş yapı ve bir rol dağılımı söz konusuydu. Bunların bir anda, sorunsuz bir şekilde değişmesi beklenemez tabii. Mutlaka zorlu bir süreç oldu ama o süreçte sayın Cumhurbaşkanı’nın duruşu çok sağlamdı.

Çakır, “Biraz daha açmasını” ister.

Sever, şöyle açar:

“Ülkenin sivilleşmesi, herkesin kendi rolüne dönmesi, herkesin kendi işini yapması, kendi alanının dışına çıkmaması konusunda hakikaten kararlı davrandı. Burada bir parantez açayım: Eğer bazılarının istediği gibi Abdullah Gül’ün yerine daha düşük profilli bir kişi cumhurbaşkanı olsaydı, bu süreç bu kadar başarılı olamazdı. Türkiye, bugünkü Türkiye olmazdı, olamazdı. Her şeyi kendisi çıkıp açıklayamıyor, ben de bazı şeyleri açıklamaya mezun değilim, ama şu kadarını söyleyebilirim: Eğer Abdullah Gül o sancılı sürecin sonucunda cumhurbaşkanı olmasaydı bütün bu gelişmeler, ilerlemeler o kadar kolay gerçekleşemezdi.”

-Meğer Tahliyeleri O Sağlamış-

Başından beri “kumpas” davalarla ilgili tezim şudur: “Yeni Türkiye” kurulana kadar öndeki engeller temizlenecek, topluma salınan korkuyla hedefe ulaşılacak ve günü geldiğinde de bu davayı başlatanlar bitirecek, hatta “özgürlük şampiyonu” olacaktı.

Erdoğan-Cemaat kavgası, planın sadece öngörülen zamandan biraz önce bitmesini sağladı, o kadar.

Biliyorsunuz; Davaların sona ermesinde Anayasa Mahkemesi kararları etkili oldu. Bu ise 2010 Anayasa referandumunda getirilen “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı” sayesinde gerçekleşti.

İktidar da bundan kendisine pay çıkarıp, “Bakın, karşı çıktığınız Anayasa değişikliği sayesinde tahliye oldunuz” diye epey övündü.

Oysa bireysel başvuru hakkını isteyen, hatta dayatan AİHM’di. O zamanki Başkan bizzat açıkladı; Türkiye’den gelen davalardan bunalmışlardı. Araya Anayasa Mahkemesi bariyeri konulması suretiyle yükleri hafifleyecekti.

İktidar da destekledi; Çünkü özellikle Ergenekon ve Balyoz sanıkları doğrudan AİHM’e gidemeyecek, yolları biraz daha uzayacaktı.

Bunları vurgulamamın sebebi, Ahmet Sever’in kitabında Gül’ün gerek AYM’ye bireysel başvuru hakkının verilmesi, gerekse de tahliyeler için nasıl çaba gösterdiğinin anlatılması. İşte o bölüm:

“Cumhurbaşkanı Gül, Türk vatandaşlarına Anayasa Mahkemesi’ne kişisel başvuru hakkı tanınmasını çok önemsiyordu. Bu şekilde hem bazı sorunlar Türkiye’nin kendi iç hukukunda çözüme kavuşacak, hem de AİHM’ne Türkiye’den yapılan başvurularda ciddi bir azalmaya yol açacaktı. 2010 Anayasa değişikliği bunun için çok iyi bir fırsattı. İlgilerle görüşünü paylaştı ve değişikliklere Anayasa Mahkemesi’ne kişisel başvuru hakkının da dahil edilmesini önerdi. Bu öneri bazı dirençlerle karşılaştı, hatta ilk taslakta yer almadı. Ancak Cumhurbaşkanı’nın ısrarlı tutumu neticesinde kabul gördü ve değişikliğe ilave edildi… Başarıldı ve Eylül 2012 tarihinden itibaren başvurular kabul edilmeye başlandı. Hak ihlâli bu tarihten önce başlamış ve devam ediyorsa, yani yargı süreci tamamlanmamışa davalar Anayasa Mahkemesi’nin yetki alanına giriyordu. İşte bu nokta çok önemliydi. Çünkü Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunanlardan bazıları milletvekili seçilmelerine rağmen bir türlü tahliye edilmiyordu. Cumhurbaşkanı Gül bu durumdan çok rahatsızdı. Bu rahatsızlığını değişik ortamlarda dile getiriyordu. Ancak en açık tavrını 1 Ekim 2012 tarihinde Meclis açılış konuşmasında ortaya koyacaktı. Gül, Genel Kurul’a girdiğinde CHP milletvekilleri ayağa kalkmayacaktı, ama o konuşmasında onların tutuklu milletvekillerinin hak ve hukukunu savunacaktı. Genel Kurul’a baktıktan sonra, ‘Bu Meclis’te noksanlık var’ dedi ve ekledi…”

Gül o konuşmasında ne Balbay, ne Haberal, ne Engin Alan’ın adını telaffuz etti. Kaldı ki, kapsama KCK davasından tutuklu 5 BDP milletvekili de giriyordu ve Gül’ün asıl “sıkıntısının” bu 5 BDP’li olduğunu bilen biliyordu.

Kitaptan devam edelim:

“Bu arada Gül tahliye talepleri sürekli reddedilen tutuklu milletvekillerine değişik kanallardan çıkış yolunu gösteriyordu: ‘Anayasa Mahkemesi’ne kişisel başvuru hakkını kullanın’. Tutuklu CHP milletvekillerinden Mehmet Haberal 30 Kasım 2012’de, Mustafa Balbay 26 Aralık 2012’de Anayasa Mahkemesi’nin kapısını çalıyordu. Mahkeme başvuruları inceledikten sonra Balbay ve Haberal’ın özgür kalmalarını sağlayacak kararını 4 Aralık 2013 tarihinde veriyordu… Ardından bu yolla sonuç alındığını gören KCK davası sanıkları BDP milletvekilleri Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, İbrahim Ayhan, Güler Yıldırım ve Bağımsız Milletvekili Kemal Aktaş da Anayasa Mahkemesi’ne başvuracak, onlar da ‘tutukluluklarının makul süreyi aştığı ve seçilme haklarının ihlâl edildiği’ gerekçesiyle tahliye edilecekti. Balyoz davasından tutuklu bulunan MHP Milletvekili Engin Alan da 19 Haziran 2014 tarihinde serbest kalacaktı. Bu kararlar neticesinde hapiste tutuklu milletvekili artık kalmayacaktı.”

-Gül’e Niye Teşekkür Ettiler?-

Gelelim en çarpıcı kısma; Sever’in yazdığına göre, “Bu karar neticesinde tahliye edilen Haberal randevu alıp Köşk’e gelerek, Balbay ise Konut’tan telefonla arayarak Cumhurbaşkanı Gül’e teşekkür edecekti. Çünkü özgür kalmalarında Gül’ün oynadığı rolü ve gösterdiği çabayı çok iyi biliyorlardı”…

Şaşırtıcı değil mi? Gül’ün bu davalarda en başından itibaren duruşu belliyken, acaba niye teşekkür ettiler? Galiba, ya başlarına geleni hiç anlamadılar ya da!..

-İlker Başbuğ Teşekkür Etti mi?-

Kitabın bu bölümü; Sırrı Süreyya Önder’in girişimiyle Gül’ün, cezaevinde olan ve hastalanan Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın tahliyesi ve tedavisi için verdiği büyük mücadele yazıldı, çizildi.

Bu kısımla ilgili sadece şunu sormak istiyorum; Acaba Gül Kuddusi Okkır, Fatih Hilmioğlu veya Ergin Saygun için de bir şeyler yaptı mı?

Sever’in yazdığına göre, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması, Cumhurbaşkanı Gül’ü çok üzmüş. Köşk’ün hukukçularını çağırmış, “Beraber çalıştığımız bir Genelkurmay Başkanı’nın hem de terör örgütü yöneticiliği suçlamasıyla tutuklanması beni çok rahatsız ediyor. Benim bu konuda yapabileceğim bir şey var mı? İnceleyip bana bildirin” talimatı vermiş. Hukukçular kısa süre sonra geri dönmüş, “Maalesef hukuken yapabileceğiniz bir şey yok” demiş.

“Beraber çalışmadığı, kendisinin atamadığı bir Genelkurmay Başkanı tutuklansa üzülür ve rahatsız olur muydu?” diye sorduktan sonra kitabın, Gül’ün Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının verilmesi için gösterdiği çabanın anlatıldığı o bölümün sonundaki şu kısımı okuyalım:

“Aynı şekilde özgürlüğüne kavuşanlardan biri de Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’du. Başbuğ hiç ümidi olmadığı için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmamıştı. Bu nedenle son başvuranlardan biriydi. Başbuğ’un başvurusu 43 gün gibi çok kısa bir sürede neticelendi.”

Başbuğ’un da Gül sayesinde tahliye olduğu mesajını aldınız değil mi?

İşte şimdi merak içinde kaldım: Acaba Başbuğ da Köşk’e giderek veya telefon ederek ya da Silivri’den çıktığı zaman kendisini aradığında Gül’e teşekkür etti mi? Etmediyse, neden?

Müyesser YILDIZ

18 Haziran 2015

Kategori:Uncategorized