Bir yanda Erdoğan’ın, “Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde milletin doğrudan Cumhurbaşkanı’nı seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir Cumhurbaşkanı var. İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir” açıklaması…
Öte yanda bölücü terör örgütünün, 9 il ve ilçede sözde “özerklik” ilânı… Beraberinde dün devletin “çözüm süreci” gerekçesiyle polisi karakola, askeri kışlaya hapsetmesinden sonra bugün de PKK’nın açık çatışmaya girmeden, kalleş pusularla güvenlik güçlerini sokağa çıkamaz hale getirip, bir anlamda “devlete sokağa çıkma yasağı” koyma stratejisi izlemesi…
Erdoğan kendi cephesindeki sistem değişikliğini, “Kusura bakmasınlar eğer demokrasiye inanıyorsak, demokrasi diyorsak, demokrasilerde atanmışlar değil, seçilmişler üstündür. Bunu kabul edeceğiz ve yola da böyle devam edeceğiz” diye savunuyor…
Silah desteğiyle bölgeyi silip süpüren ve “özerklik” uygulamasına geçen HDP’ye de aynı kozu verdiğinin farkında mı acaba?
1 hafta önce PKK uzantısı Demokratik Bölgeler Partisi’nin Şırnak İl Başkanı “özerklik” ilân ettiğinde, Erdoğan şu tepkiyi gösterdi:
“Siz de gazeteciler olarak bir sorun, ‘Ya sizin kilonuz kaç’ diye. Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti devletinin dışında bir devlet asla kabul edilemez, bunun bedeli çok çok ağır olur. Ağır bir bedel öderler. Bu açıklamaları kimler yapmışsa, hem yasal bedelini öderler hem de diğer tür bedelini öderler.”
Erdoğan ve iktidarın halen toz kondurmadığı İmralı’daki teröristbaşının emriyle Yüksekova’da “demokratik özerklik” ilân edilmesinin üzerinden 5-6 yıl geçti. Sözde mahkemeler kuruldu… Vatandaşlara vergi salındı… İlçenin girişi polis denetiminde görünürken, iç kesimlerde kontrol teröristlerce sağlandı… Polis ve asker mecbur kalmadıkça buralara girmedi.
Teröristbaşı 2010 yılı sonralarında avukatlarıyla yaptığı görüşmede, “Yüksekova modelinin yaygınlaştırılması” talimatını verdi. “Öz savunma gücünün demokratik özerkliğin sadece bir ayağı olduğunu” belirten teröristbaşı, şunları da söyledi:
“Yüksekova eskiden en geri kalmış bir yerdi, ama şimdi nasıl en gelişmiş ve ileri bir yer haline geldi. İşte bu örgütlenme ve kolektif yaşamla başarılabilir. Halk istedi mi yapamayacağı, başaramayacağı şey yoktur. İşte Yüksekova, Hakkari de öyledir. Her yer, Yüksekova’yı örnek almalıdır. Yüksekova halkı her şeye hazır, yüzde 99’u hazır ama lider eksikliği var. Her yer Yüksekova gibi olmalıdır. Yüksekova gibi birkaç yer daha olsa çözüme daha daha çok zorlarız, çözüm daha hızlı gelişir.”
Fiili “özerklik” darbesinin altyapısını özetlemeye devam edelim.
Teröristbaşının, Avrupa Yerel Yönetimlere Özerklik Şartı’nın uygulanmasını “çözüm süreci” için şart koşmasının üzerinden 2.5 yıl geçti.
AKP’nin seçim bildirgesinde Avrupa Yerel Yönetimlere Özerklik Şartı’ndaki çekincelerimizin kaldırılacağı vaadi zaten vardı.
CHP de buna destek verdi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Şartta bir iki noktada rezervlerimiz vardı. Resmi olarak duruyor, ama uygulamalarımızda bunların bir mahsuru olmadığını ispatlamışız. Bu rezervleri kaldırdığımızda İzmir’dekine de, Diyarbakır’dakine de, Kayseri’dekine de daha çok imkân ve yetki tanıyan bir düzenleme… Bunun ötesine geçilmesinin kesinlikle doğru olmadığı kanaatindeyim. Avrupa Yerel Yönetim Şartı’nın birçok şikâyetleri gidereceğine inanıyorum. Ötesi özerkliktir… Arkasında şiddet olmayan fikir söylenebilir, ayrı konu, ama kesinlikle bu söylenenlerin fayda getirmeyeceği kanaatindeyim” dedi.
Devam edelim:
O zaman BDP eşbaşkanı olan Selahattin Demirtaş’ın şu açıklamasının üzerinden 1.5 yıl geçti:
“Seçimden sonra sadece fuar ya da kültür merkezi inşa etmeyeceğiz. Asıl inşa edilecek şey demokratik özerkliktir. Belediyelerimiz artık bunun fiilen hayata geçirilmesi aşamasına geçmiştir. Burada kendi anadillerimizle, Kürtçe’nin, Arapça’nın lehçeleriyle, Ermenice, Süryanice ile bu toplum artık kendi diliyle hizmet almanın aşamasına geldi. Biz bunları devletten beklemeyeceğiz. Ders kitaplarımızı kendimiz basacağız. Her dilde matematik kitabımız da olacak, coğrafya kitabımız da. Çocuklarımıza bizler kendi imkanlarımızla eğitim vereceğiz. Biz devleti beklemek zorunda değiliz. Yapacağımız iş anayasaya, yasalara aykırı bir iş de değildir.”
Bu Özerklik Şartı meselesini toparlarsak; Teröristbaşının şartlarından biriydi… İktidar ve CHP destekledi… Resmiyette duran çekinceler fiilayatta kaldırılıp, HDP-PKK’nın önü açıldı… Onlar da adım adım uygulamaya geçti…
Erdoğan kendi fiili konumuyla ilgili olarak, “İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir” diyor ya;
Aynı şey Özerklik Şartı için de geçerli. Sözleşmenin 2. maddesinde, “Özerk yerel yönetimler ilkesinin ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda anayasa ile tanınması” öngörülüyor. Ulusal mevzuat veya Anayasa’mızda böyle bir tanınma var mı? Yok. Ama fiili durum ortada işte. Geriye bunun, “hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi” kalmış durumda.
Yani Erdoğan ve HDP’nin yolları, “fiili durum yaratmada” da kesişmiş oldu!..
22 yıl öncesine dönelim:
İkinci Cumhuriyet tartışmalarının yaşandığı günlerde yapılan söyleşide, dönemin Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan, “Bize göre demokrasi ancak araçtır… Eğer halk totaliter rejimi istiyorsa, buna saygı duymalıyız… Rejim geldi ve halk bundan memnun değil, bunu değiştirecek olan yine halktır” diyor; Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını, Kemalizmi ağır bir dille eleştiriyor; Devamındaki iki soruyu da şöyle cevaplıyordu:
Soru : Bu değişim süresi içerisinde eğer, ülke içinde yaşayan bazı grup insanlar milli yapı içerisinde kalmak istemezlerse ne olacak?
Cevap : Onun kararını halk verecek.
Soru : Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler…
Cevap : Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir. Eyaletler içinde bir sistem olabilir diyorum.
Erdoğan’ın ifadesiyle kimse kusura bakmasın, ama dövüşüyormuş gibi yapıp, Türkiye Cumhuriyeti’ne paralel paralel “darbe” düzenliyorlar. Bir yanda fiili başkanlık, diğer yanda fiili özerklik!..
Bunların üstüne Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun geçen hafta görüştüğü Barzani’nin gazetecilerine söylediği öne sürülen şu sözleri koyun:
“Öcalan’ı serbest bıraksak da PKK onu dinleyecek mi?.. Kandil, Öcalan’ı dikkate almıyor ve onun aldığı kararları uygulamıyor.”
Anlaşılan o ki, en azından iktidarın bir kanadı seçimden önce yeni bir “ateşkes” peşinde… Ve yeni “çözüm sürecinin” parametresi de şu olacak gibi:
“Ver başkanlığı, al özerkliği ve Öcalan’ı”!..
Müyesser YILDIZ
16 Ağustos 2015