Ne çok ağladık, ne çok sözler verdik değil mi ODTÜ’lü, liseli güzeller güzeli gençlerin veya anasının karnındaki, daha doğmamış Elif’in ardından…
“Korkmuyoruz… Yılmıyoruz… Diz çökmüyoruz” dedik…
Dedik de dün neredeydik?
Ankara katliamının yedisiydi dün. Anıta çevrilen bankın önünde iki adam vardı, ellerinde bayrakla, nöbette. Ve olay yerinde sadece “keşif inceleme” yapıp, fotoğraf çeken bir avuç insan. Hepsi bu.
Bayraklı adamlardan birine, “Kaybettiğimiz canlar arasında yakının mı vardı?” diye sordum.
Öfkeli, “Hayır yakınım yoktu. Ama bu bayrak altında yaşayan herkes benim yakınımdır, kardeşimdir. Bu bayrak altında yaşamak istemeyenlerin döküleceği yer de Ege’dir” karşılığını verdi.
Karanfiller ve giden canların isimlerinin arasına, “Terörle yaşamaya alışmayacağız. Korkmuyoruz”, “Patlamalara alışma. Alışırsan sen de patlarsın” notları bırakılmıştı.
Ama yoktuk… Çünkü yerde gökte “yeni patlamalar olacağı” haberleri uçuruluyordu…
Hani korkmuyorduk?.. Dün, Başkent’imizin kalbini hedef alan katliamın yedisinde 1 milyon insan Kızılay’da niye toplanmadı, toplanamadı?..
Korkuyla terbiye edildik, ediliyoruz dostlar!..
Düne kadar “Ergenekoncu” damgası yeme tehdidiyle, Silivri’yle korkutulmadık mı?.. “Dinleniyoruz” paranoyasına sokulmadık mı, dijital terörle teslim alınmadık mı?..
Ve “Darbeci-Ergenekoncu” terörüyle vatanımıza, milletimize sahip çıkamaz hale getirilmedik mi? TSK’nın bugün terörle mücadele için “yargılanmama” garantisi istemesinin sebebi dahi o korku değil mi?
Evet, korkutulduk… Evden çıkmamamız, kimseyle görüşmememiz, başımızı kuma gömmemiz, terör örgütü hakkında yazmamamız çizmememiz, Türkiye’nin adım adım nasıl kuşatıldığını anlatmamamız istendi.
Yine korku tünelindeyiz. Bu defa aynı ananın çocukları PKK-IŞİD’le korkutuluyoruz.
Peki, “ülkemize diz çöktürülmek isteniyor” deyip, milleti teröre karşı “seferberliğe” çağıran iktidar sahipleri neredeydi dün?
Veya Cumhuriyet’i kuran parti, Atatürk’ün partisi?
Ya da Türkiye’nin “teminatı” olduğunu söyleyen MHP?
MHP demişken; Herkes bu partinin liderini, “Ülkücüleri sokaktan çektiği… Sokağa inmelerine izin vermediği” için övüyor da övüyor.
Yahu düpedüz hakaret ediliyor, farkında değil misiniz? Ne yani, ülkücüler sokağa indiğinde adam mı kesiyor? “Bu ülkücüler demokratik eylem yapmayı bilmez” demeye getiriyorlar, anlamıyor musunuz?
Peki, on yıllardır milleti “çözüm” masalına iknayla görevlendirilen, “Artık analar ağlamayacak” sloganlarını hatmeden, bugün de sırça köşelerinden millete, “Korkmuyoruz… İnadına sokağa çıkın” aklı veren “aydınlar, sanatçılar” neredeydi dün?
Düne kadar “çözüm” için İspanya-ETA modeli üzerinde master, doktora çalışması yapıyorlardı… Bugün İspanya’da ETA’nın nasıl bitirildiğini örnek gösteriyorlar…
Örnek şudur ve doğrudur; ETA bir sivili öldürüp, terörü kınamayınca Başbakanın öncülüğünde Başkent Madrid’de iktidarı, muhalefetiyle milyonların katıldığı bir miting düzenlendi… İşte ETA o gün bitti…
Biz dün niye böyle bir miting yapamadık?
Geçtim mitingten, niye evlerimize saklandık?
Vatan böyle mi korunur, kurtarılır?.. O gençlerin, bebelerin, ardı arkası kesilmeyen şehitlerimin hesabı böyle mi sorulur?
“Korkmuyoruz… Korkmayacağız” öyle mi?
Mezarlıktan geçerken ıslık çalıyor olmayalım!..
“Alışmayacağız” öyle mi?
İzinden gittikleri Turgut Özal, “Alışırlar… Alışırlar…” demişti.
Atatürk’ün adının silinmesine… Bayrağımızın indirilmesine… Milletin adının söylenmemesine… Teröristlerle masaya oturulmasına… Kindar ve dindar nesiller yetiştirilmesine… Haşlanan kurbağa misali rejimin değiştirilmesine… Bu coğrafyadaki yegâne güvencemiz ordumuzun altının oyulmasına… Askerin terörist, terörisbaşının “lider” yapılmasına… Nelere alıştırılmadık ki?!..
Bir Başbakan Yardımcısı, “Milletimiz Allah’a çok şükür, güzel sınav bir sınav veriyor” dedi… Korkarım bu gidişle, “Sınav veriyoruz” diye diye öldürülmeye de alıştırılırız!..
-Kızılay ve Atatürk-
Nihat Genç, “12 Eylül’de korkuyorduk” diye yazdı geçenlerde. Evet korkuyorduk, ama herşeye rağmen gençlerin gözlerinin içi gülüyordu… Umutsuzluk, karamsarlık böyle diz boyu değildi.
Semtler bölünmüş olmasına rağmen, herkesin randevulaştığı yer Kızılay’dı. Gökdelenin altındaki PTT veya GİMA’nın önü.
Kızılay Gökdelen’i bilmeyen yoktur. 1950’lerde inşasına başlanmış Cumhuriyet tarihinin ilk gökdeleniydi.
Milletimizin kimliğini iğdiş ettikleri gibi, şehirlerimizi de kimliksizleştirdiler… Anılarımızı, şehirlerin hafızalarını birer birer sildiler… Ucube, çakma Manhattan’lar yarattılar.
İşte bu “modernleşme” kapsamında Ankara’nın tarihi gökdelen binasını da özelleştirip, 55.5 milyon dolara bir iş adamına sattılar. Dışını cafcafladılar.
İçime Kızılay katliamı gibi oturan olayı, maalesef işte bugünlerde anılarıma, geçmişe dönmek istercesine başımı yukarı kaldırıp, gökdelene baktığımda farkettim.
Bildim bileli orada, “Cumhuriyet, fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister-1924 Kemal Atatürk” yazısı vardı. Gökdelenle bir bütündü.
Ama artık yoktu. Üzeri boydan boya Turkcell reklâmıyla kapatılmıştı. Ne zaman, niye?
Ne yapıp edip, en azından katliamda kaybettiğimiz canların hatırına; O reklâmı kaldırtalım…
Zira bugün Atatürk’ün o sözünü sadece Gökdelende değil, her yerde görmeye çok daha fazla ihtiyacımız var.
Müyesser YILDIZ
21 Mart 2016
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/kizilay-katliaminin-7nci-gununde-neler-yasandi-2103161200.html