İçeriğe geç

Bağıra Bağıra Gelen Bu Darbe Önlenebilir miydi?

Hrant Dink cinayetine bakan Mahkemenin Başkanı Canel Rüzgar dünkü duruşmada, cinayet davasına ilişkin 150 klasör bulunduğunu, ilk 50 klasörün okunması durumunda Dink’in öldürüleceğinin anlaşılacağını belirterek şu tespiti yaptı:

“Klasörlerde kronolojik sıraya giderseniz dosya zaten bağırıyor. Diyor ki, ‘Bu adam ölecek’. Fiziki takip, yazışma belgeleri var. ‘Tedbir alın’ deniyor. Roman gibi okusanız, son sayfaya gelmeden, ilk 50 sayfada ne olacağı, Hrant Dink’in öldürüleceği belli.”

Başkan Rüzgar bunları söyledikten sonra da sanıklardan dönemin Trabzon İstihbarat Şube Amiri Ercan Demir’e şunu sordu:

“Senin düşüncene göre bu işin sorumluları kim? Kendi düşünceme göre, 3 perde gibi geliyor. Cinayeti fiili olarak işleyenler zaten yargılandılar. Bir perdesi de emniyet ayağı. Bir de jandarma boyutu var. Bu üç boyut bir araya getirilip bakılacak. Sen Trabzon’da amir olarak görev yapan kişisin, ne diyorsun?”

Sanık Demir’in cevabı da çok ilginçti; “Emniyetin iç kavgasına dönüştü bu iş. Tarla meselesine döndü bu iş. Müdahil avukatlarından özür diliyorum, ama kimsenin katil matil aradığı yok” dedi.

-Darbenin Nasıl Geldiğini Konuşan Yok-

Niye mi bu çarpıcı örnekle başladım? 25 gün geçtiği halde herkes darbenin nasıl önlendiğini konuşuyor, ama nasıl geldiğini konuşan yok da ondan.

Hakimin söylediği gibi, “Kronolojik sırayla gidildiğinde” önümüzde “geliyorum” diye bas bas bağıran bir darbe dosyası vardı.

Ve yine Hakimin söylediği gibi, TSK ve Türkiye’ye “darbe senaryosu” da aslında 3 perdelikti… Birincisi Ergenekon-Balyoz, ikincisi AKP-Cemaat savaşı, üçüncüsü de 15 Temmuz…

Birinci, ikinci perdeye tabir-i caizse hazırlıksız yakalandık, karga tulumba yaşadık, ancak sonuçlarını görünce başımıza neler geldiğini anladık. Son iki yıla yayılan 15 Temmuz perdesinin ise çok emaresi vardı. Ağırlıklı olarak ABD kaynaklı “darbe” mesajlarını bir yana bırakıp, ülkemizdeki gelişmelerin köşe başlarını toparlayalım:

Hem Ankara, hem İzmir merkezli yürütülen Cemaat soruşturması kapsamında TSK’daki FETÖ’cüler de vardı. Özellikle İzmir’deki dosyada 15 Temmuz darbesine karışanların neredeyse tamamına yakının ismi biliniyordu. Bu isimlere yönelik olarak geçen Kasım’da operasyon bekleniyordu, yılbaşına ertelendi. Sonrasında da beklenen operasyon bir türlü gerçekleşmedi.

İzmir Savcılığı, darbeden sonra operasyonların o hafta sonu yapılmasının planlandığınu, bunun için Adalet Bakanlığı’ndan izin beklendiğini, konunun ayrıca Bakanlık üzerinden Cumhurbaşkanlığına iletildiğini, ancak darbecilerin bunu haber alınca, planları 15 Temmuz’a çektiğini açıkladı.

Acaba? Belirttiğim gibi operasyonlar Genelkurmay’da da geçen Kasım’dan bu yana bekleniyor, hatta İzmir Savcılık ve Emniyetine, “Biz de size yardımcı olalım. Olay dallanıp, budaklanmasın. TSK zaten Balyoz’da bir böbreğini kaybetti, diğer böbreğini de böyle kaybetmesin” mesajı gönderiliyordu.

Genelkurmay’ın temsilcilerini ve mesajlarını çok da ciddiye almayan İzmir, bu operasyonları o vakitler yapsa veya ilk dalga operasyon için planlanan 7 Temmuz’da harekete geçilse en azından ele başı olarak bilinen isimler etkisiz hale getirilmiş olmayacak mıydı?

Bir diğer soru; Operasyonun Temmuz’da planlanması üzerine Genelkurmay’dan, Adalet Bakanlığı’na giden oldu mu? Kimlerle, ne görüşüldü?

Yine hatırlayın; Erdoğan, MİT’ten Genelkurmay’a “paralelci subayların” isimlerinin gönderildiğini söylemiş, ancak dönemin Genelkurmay Başkanı, “İsimsiz, imzasız ihbar mektupları geliyor. Bunlar üzerinden işlem yapamayız” mealinde karşılık vermişti. Sonrasında da MİT ve Emniyet’in Genelkurmay’a, Genelkurmay’ın da onlara güvenmediği, bu kurumların birbirine bilgi, belge göndermediği ayyuka çıkmıştı.

Darbeden sonra ne oldu? TSK’daki 493 askerin isminin Genelkurmay’a 15 gün önce gönderildiği duyuruldu. O büyük “güvensizlik” hangi ara giderildi de isimler bildirildi? Karargâhın FETÖ’cülerle dolu olduğu bilindiği halde bir anlamda niye kediye ciğer emanet edildi?

-Fuat Avni ve CFR-

Bir başka köşe taşı:

ABD “derin devleti” olarak bilinen Dış İlişkiler Konseyi Ortadoğu ve Türkiye Uzmanı Dr. Steven Cook 11 Şubat’ta Aydoğan Vatandaş’a bir demeç verdi. Today’s Zaman’da yayınlanan röportajda Cook, “Son anketler Silahlı Kuvvetlerin Türkiye’de yeniden en güvenilen kurum olduğunu gösteriyor. Bu askerlere 2007 yılından bu yana kaybettikleri güveni veriyor olmalı. Bununla birlikte AKP ve müttefiklerinin, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ordunun gücünü kesme şekli de askerleri politize etme potansiyeli taşıyordu, yine de ordunun müdahale edeceğine dair bir emare yok. Genelkurmay’da neler olup bittiğini görmek hala çok zor” diyordu.

Burada üzerinde durmak istediğim Cook’un sözleri değil, röportajı verdiği Aydoğan Vatandaş. Darbeden sonra Fuat Avni hesabını bu kişinin yönettiği, hatta geçen yıl Türkiye’ye gelip, gittiği ortaya çıktı.

Daha darbe olmadan aylarca önce Fuat Avni hesabını Aydoğan Vatandaş’ın yönettiğini, Türkiye’ye geliş-gidişinin MİT tarafından takip edildiğini AKP’lilerden duyduğumu ve “O zaman niye gözaltına alınmadı, gitmesine göz yumuldu” soruma cevap verilemediğini söylesem!..

-Askeri Yargı’da Operasyon Niye Durduruldu?-

Bir diğer dönüm noktası:

İktidar TSK’daki paralel yapılanmayla mücadelede önceliği “en hâkim oldukları yer” denilen askeri yargıya vermişti. Öyle ki, Erdoğan 2 yıl boyunca burasıyla ilgili olarak önüne gelen hiçbir kararnameyi imzalamadı.

2015’te HSYK, Yargıtay ve Danıştay’la birlikte burasına da el atıldı. Terörle mücadelede askerlere yargılanmama güvencesi getiren 47 maddelik yasa tasarısının içine Milli Savunma Bakanı’nın başkanlığında bir askeri HSYK oluşturulması ve atamaların bu kurul tarafından yapılması maddesi de kondu.

Tasarı komisyondan çıktı, “aciliyetine” binaen Genel Kurul gündemine alınmışken, birden geri çekildi. Sorularım üzerine AKP’liler, Genelkurmay’ın tasarıya “askeri yargının siyasallaşacağı” gerekçesiyle itiraz ettiğini belirtirken, dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, “Paket bir bütündü. Önümüzdeki döneme kalıyor” demekle yetindi.

Biliyorsunuz terörle mücadele eden askerlere dokunulmazlık zırhı getiren yasa 15 Temmuz darbesinden kısa bir süre önce çıktı. Ama bu defa pakette askeri yargı kısmı yoktu. Nedenini sorduğum bazı AKP’liler, “Biz de anlamadık” derken, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın kendilerine, “O konuyu ileriki günlerde ayrı bir düzenleme halinde getirmeyi düşünüyoruz” şeklinde bilgi verdiğini aktardılar.

İktidar yine Genelkurmay’ın, “askeri yargı siyasallaşır” itirazını mı dikkate almıştı veya beklenen neydi? Neticede, askeri yargının da darbeden sonra çıkartılan bir kanun hükmünde kararnameyle MSB’ye bağlandığını kaydedelim.

Aynı pakette, TSK’yı küçültme gerekçesiyle FETÖ’nün en az sızdığı üç devrenin albaylarının -ki sayıları binleri aşıyordu- tazminatla emekli edilmesi düzenlemesi de vardı. Düzenlemenin mimarı, darbenin ele başlarından biri olacak Genelkurmay Başkanlığı Personel Plan Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç, destekçisi de Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’dı.

Askerler ve gidaşatı görenler, bunun FETÖ’cülerin önünü tamamen açacağını yazdı, çizdi. Erdoğan’a kadar iletenler oldu. Ama o madde de Genel Kurul’da kabul edildi, sadece son dakika önergesiyle maddenin yürürlük tarihi 31 Ağustos’tan YAŞ kararlarının çıkacağı Ağustos başına çekildi.

Erdoğan 15 günlük sürenin bitimine 2 gün kala bu kanunu onayladı ve tatile çıktı. 2 gün sonra da darbe yaşandı.

O kadar uyarı ve bilgiye rağmen o madde niye kanunlaştırıldı da bir anlamda darbecilerin gücüne güç katıldı acaba?

-Ankara Savcılığı Kimler İçin “Kovuştarmaya Yer Yok” Dedi-

Mehmet Partigöç demişken, darbeden yaklaşık 2 ay önce yaşanan sıcak bir gelişmeyi de aktaralım.

2003-2010 yılları arasında Genelkurmay Personel Başkanlığı General-Amiral Şubesi’nde çalışırken, kumpaslara tanık olan, bizzat kendisi de ailesiyle birlikte kumpasa maruz kalıp emekliye ayrılmak zorunda bırakılan Gökhan Yüzbaşıoğlu “FETÖ’cü” olduğunu düşündüğü bu kişiler hakkında askeri yargıya başvurdu, ama tüm başvuruları reddedildi. Dahası o isimler Yüzbaşıoğlu hakkında, “itfira” davası açtı. Bunun üzerine Yüzbaşıoğlu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na aynı isimler hakkında, “Silahlı terör örgütüne üye oldukları” iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Yüzbaşıoğlu’nun haklarında suç duyurusunda bulunduğu 16 kişilik listenin başında Mehmet Partigöç ile Genelkurmay Personel Başkanı İlhan Talu vardı.

Ne mi oldu? Ankara Cumhuriyet Savcılığı Yüzbaşıoğlu’nun şikayeti hakkında 23 Mayıs’ta kovuşturmaya yer yok kararı verdi.

Sonra? Darbe gecesi Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın açıkladığı gözaltı listesinde bunlar da yer aldı.

En başta sorduğumuz gibi, vakti zamanında bu soruşturma yapılsa, en azından darbecilerin önemli elemanları etkisiz hale getirilmiş olmayacak mıydı?

-Haziran Başında Erdoğan’a Giden Mesaj Neydi?-

Sona geldik:

Haziran ayı başında iki emekli albay Erdoğan’ın Başdanışmanlarından birisinden randevu alıp, görüşmeye gitti.

Albaylar Başdanışmana, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanı ve Başyaver’in “paralelci” olduğunu, TSK’da büyük hareketlilik yaşandığını, özellikle Mehmet Partigöç’ün dikkatle izlenmesi gerektiğini söyledi. Albaylar, Harp Okullarında komutanların geçen Kasım’dan bu yana öğrenciler üzerinde ilginç bir sözlü anket düzenleyip, onları “güven testine” tabi tuttuğunu, bunun ilk kez görüldüğünü de anlattı. Özetle ve açıkça, “TSK’da darbe hazırlığı var” dediler.

Erdoğan’ın darbeden sonra başyaverinden şüphelendiğini ve onu yanında götürmediğini söylemesinden, bu mesajın kendisine ulaştığı anlaşılıyor.

Erdoğan bir açıklama daha yaptı; “Bu örgütün 3 yıldır darbe planladığını biliyorum” dedi.

Hâl böyleyken, Ergenekon, Balyoz’da en ufak ihbara itibar edenler, bağıra çağıra gelen bu “darbe” karşısında niye hiç parmağını oynatmadı?

Darbede MİT’in fonksiyonu ve Erdoğan’ın darbeyi öğrenme saati gibi önemli konularda neden çelişkili düzeltmelere gidildi?

Ve darbeden sonra Başbakan Binali Yıldırım, Erdoğan’ın birkaç yıldır komuta kademesine, “Cemaat meselesinin çok hafife alınacak bir mesele olmadığını” söylediğini, komutanların da “Abartılacak bir şey yok” dediğini itiraf ettiği halde hâlâ niye o komutanlarla çalışmaya devam ediliyor?

Bir acayip iş!.. TSK’ya 45 yıldır sızmışlar… 3 yıldır da darbe planlıyorlar… Her şey var, ama darbeden sonra hükümetin kimlere kurdurulacağı yok… Oysa uyduruk Ergenekon’da bile bir Başbakan, kabine ve hükümet programı vardı…

Nasıl bir darbeyse, Erdoğan’ı adım adım izleyen SAT komandoları, kaldığı otelin adresini sokaktan çevirdikleri vatandaşa soruyorlar… Kozmik Oda olayında askerlerin Bülent Arınç’ın ev adresini kağıda yazması gibi bir şey değil mi?..

Sonuç; Yeni Şafak’tan Mehmet Acet’in dün hükümet yetkililerine dayandırarak yazdığı gibi, “Son birkaç yıldır üzerinde kafa yorup, ürettikleri formülleri” darbeden sonra Kanun Hükmünde Kararnamelerle hayata geçirip, TSK’nın yapısını “kökten reforme” ettiler.

Bunların neler olduğunu tek tek sıralamaya gerek yok. Erdoğan’ın şu sözü her şeyi özetliyor:

“Devleti sıfırdan kuracağız.”

“Darbe başarısız oldu” deniyor… Acaba?..

Müyesser YILDIZ

9 Ağustos 2016

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/darbeden-once-bu-yasananlari-kimse-yazmadi-0908161200.html

Kategori:Uncategorized