İktidarın düne kadar “medeniyet projemiz” dediği, bugün de kavgaya tutuştuğu AB’yle ilgili olarak hatırımda sadece üç isim kaldı.
Biri Karen Fogg. Bu hanım AB’nin Türkiye temsilcisiydi; “Kıbrıs sorununu” çözmek için “liberallerimizle” birlikte merhum Denktaş’ı nasıl tasfiye edeceklerinin planlarını yaptı.
Diğeri Hans Jörg Kretschmer. O da 2002-2006 yılları arasında AB Türkiye temsilcisiydi. Dönemin ABD Büyükelçisi Eric Edelman gibi, Cuma hutbelerinde “Allah indinde yegâne din İslâm’dır” yetinin okunmasına karşı çıkıp, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan, “Laik bir kurum nasıl olur da İslâm yegane hak dinidir diyebilir?” diye hesap sordu.
Sonuncusu Alman Günter Verheugen. 2004’e kadar AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri, 2010 yılına kadar da AB Komisyon Başkan Yardımcısıydı. Şimdilerde Alman televizyonunda Can Dündar’la yaptığı tartışmada, “Erdoğan diktatör değil” dediği için Erdoğan ve medyasının gözdesi. Türkiye ile AB’nin arasını yeniden bulma çabalarıyla da manşetlerde. Erdoğan’ın dün Sakarya’da övgüyle söz ettiği bu ismin neler yaptığını birazdan anlatacağım.
Ancak öncesinde Türkiye-Hollanda krizine dair bir notu paylaşmak istiyorum.
Kırmızı Çizgilerimizi Hollanda Sildirdi
Hollanda Savunma Bakanı Jeanine Hennis-Plasschaert, seçimler dolayısıyla Türkiye ile gerginliği tırmandırdıkları suçlamasını reddedip, “Kırmızı çizgiyi göstermek zorundaydık” dedi.
AB’nin Türkiye’ye “ucu açık” yol haritası verdiği, buna rağmen Ankara’da gündüz gözüyle havai fişek atıldığı 17 Aralık 2004 zirvesinde dönem başkanı Hollanda’ydı. Hollanda’nın Dışişleri Bakanı Bernard Bot zirveden birkaç gün önce aynen şöyle konuşuyordu:
“Kırmızı çizgiler olmaz. Planları biz söyleriz, Türkiye buna ya evet ya hayır der.”
Ve Zirve günü Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ne mi diyordu? Şunu:
“Değişen dünya şartlarında ülkelerin kırmızı çizgileri olamaz.”
İşte AB-Türkiye ilişkilerinin özeti; Tek bir kırmızı çizgimizi bırakmadılar, şimdi bize kırmızı çizgi “dersi” veriyorlar!..
Verheugen Ne Dediyse Yerli Yerine Getirdik
Verheugen’e gelelim.
Erdoğan dün Sakarya’daki toplu açılış töreninde yaptığı konuşmada, tv programında Can Dündar’la tartışmasını anlatıp Verheugen’i şöyle övdü:
“Geçenlerde bir Alman televizyonunda eski genişlemeden sorumlu komiser, bir programda burada mahkûm olup kaçıp Almanya’ya giden bir ajan terörist var ya, onlarla aynı programda rezil etti onu. ‘Bir defa Erdoğan’a diktatör demekle yanlış yapıyoruz’ dedi. ‘AB sürecinde sık sık biz görüşürdük’ dedi ve ‘Ne dediysem hepsini Türkiye yerli yerine getirdi’ dedi.”
Bu Verheugen, AKP iktidarından önce de Türkiye’ye geldi. Tarih 17 Temmuz 2000’di. Dönemin koalisyon hükümetinin ortakları merhum Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli’yle gizli görüşme yaptı.
Ajandasında ne mi vardı? Kıbrıs ile Türkiye’nin yıllardır imzalamayı reddettiği BM Bireysel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi. “İkiz Sözleşme” de denilen ve “Halklara kendi kaderlerini tayin hakkı” öngören bu sözleşmeler maalesef o iktidar döneminde imzalandı”!..
Kıbrıs’la ilgili pazarlık ve baskılar ise halen sürüyor. Ki, AKP iktidarı döneminde Annan Planı’nın kabul edilmesi için en çok uğraşan;
“1 Mayıs 2004’e kadar sorun çözülmezse, Rumlar AB üyesi olacak. Kıbrıs konusunda Yakovu (Dönemin Rum Dışişleri Bakanı) ile tam bir görüş birliği içindeyiz. AB’nin Kıbrıs stratejisinin bir kez daha başarılı olduğu ortaya çıkmıştır… Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye AB’yi unutsun. Türkiye Kıbrıs sorununu çözerse AB’ye girer demiyorum, ama çözemezse giremez” itirafında bulunan;
Annan Planı’na Türkler evet, Rumlar hayır dediği halde Rum kesimi AB üyesi yapıldıktan sonra da “Rumlar bizi aldattı. Yanlış yaptık” sözleriyle günah çıkartan;
Türkiye’nin Rum kesimini tanıma anlamına gelen ek protokolü uygulamaması nedeniyle AB’nin 11 Aralık 2006’da 8 başlıkta müzakereler dondurması üzerine ise, “Bu kararın Türkiye’de tetiklediği hayal kırıklığının farkında olduğunu, ancak bunun kapıların kapanması anlamına gelmediğini” belirttikten sonra “Kıbrıs konusu gerçekten acil bir konu haline gelmektedir. Adanın yeniden birleşmesi ve Avrupa toprağında 40 yılı aşkın bir süredir devam eden anlaşmazlığın sona ermesi, AB’nin de çıkarınadır. Bu tür bir bölünmüşlük, barış, uzlaşma ve insan hakları temeline dayanan AB içerisinde kabul edilemez” diyen biridir Verheugen.
Türkiye-AB ilişkileri için şu açıklamaları da oldu:
“1997’de Türkler şimdiki genişleme sürecinden dışlandığında kendilerine ayrımcılık yapıldığını düşündüler. Bir tek Türkler dışlanmıştı. O zamanlar bu komşuluk konsepti yoktu. Şimdi durum biraz farklı. Ve en iyisi… ideali… birlikte… Her iki tarafı da zorlamayacak, tam üyelik dışında bir çözüm bulalım… En ideali bu olurdu. Çünkü ben inanmıyorum bu tam üyeliğin, inanmıyorum. Yani sonuçta bunun olacağına inanmıyorum…”
“Bunu Türkler de biliyor tabii. Buna rağmen Türkler, ‘İhtiyacımız var, bize bu perspektifi sunmalısınız’ diyor. Çünkü aksi takdirde tüm bu reformları yapamazlar.”
“Müzakerelerin başlaması durumunda ne kadar süreceğini bugünden söylemek mümkün değildir. Ankara’daki hükümet için bu soru pek de o kadar önemli değil.”
Türkiye’de Tek Kurşun Atmadan Kadife Devrim Yaptık
Verheugen Ocak 2007’de AB Komisyonu Başkan Yardımcısıydı. TÜSİAD tarafından, “Boğaziçi Dış Politika Ödülüne” lâyık görüldü. Ödülünü de dönemin Başbakanı Erdoğan’ın elinden aldı. Bu törende yaptığı konuşmada, şunları söyledi:
“Bazı analistler birkaç yıl içinde Türkiye’de meydana gelen bu değişime ‘kadife devrim’ ismini veriyor. Dürüst konuşmak gerekirse, böylesi bir kadife devrim dolayısıyla övgüyü hak eden; İleri görüşlü siyasi liderleri, TÜSİAD’ın da aralarında bulunduğu iş dünyası, insan haklarına saygılı ve azınlık haklarının garanti altına alındığı tam anlamıyla işleyen bir demokrasi için yüreklerini ortaya koyan insanları ile Türkiye’nin kendisidir. Bundan ne AB ne komisyon ne de ben kendimize pay çıkartabiliriz. Bizim yaptığımız şey sadece Türkiye’de süregelen reform sürecine destek için, yardım eli uzatmayı teklif etmek olmuştur.”
Verheugen bu törenden sadece 3 ay önce bir Alman Gazetesi’ne verdiği demeçte ise Türkiye’yle ilgili olarak açıkça, “Bu da bizim rejim değiştirme şeklimiz. Bir kurşun bile atmıyoruz” demişti.
Zinanın Mimarı da Oydu
Eylül 2004’e dönelim. İktidar TCK’da değişiklik yaparak, “zina”nın suç sayılmasını kararlaştırmıştı.
Tam, “AB’ye giriyoruz” havalarının estiği günlerdi. İslâmcı kesim düzenlemeyi hararetle desteklerken, Verheugen değil, ama Sözcüsü Jean-Christophe Filori, “gelişmelerden kaygı duyduklarını, bu düzenlemenin Türkiye’nin imajını zedeleyeceğini” duyurdu.
Dönemin Başbakanı Erdoğan, “Kimse bizim içişlerimize karışmasın. AB olmazsa olmaz değildir” diye tepki gösterdi.
Kıyamet koptu… Borsa çöktü… AB, “Ya zina, ya ben” resti çekti… Batıcı gazeteler, yazarlar ve TÜSİAD, Erdoğan’a savaş açtı… Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Erdoğan’ın “zina” ısrarı karşısında istifanın eşiğinden döndü.
Brüksel’e çağrılan Erdoğan giderken, şu açıklamayı yaptı:
“Zina düzenlemesi din kökenli değildir. İslâm’da bu tür cezalar yoktur. Biz bunu ailenin, kadınların korunması için yapmak istiyoruz. Zinaya toplumumuzda hassasiyet var. Türkiye’nin kendi iç şartları var. Halkımızın büyük çoğunluğu istiyor.”
Yakın kaynakların medyaya sızdırdığı bilgilere göre, Erdoğan Brüksel’de de AB’ye “ders” verecek, “Yasalar hazırlanırken tüm ülkelerin kültürel değerlerini, vatandaşların beklentileri ve isteklerini dikkate aldığını” söyleyecekti.
Sonra mı? Brüksel’de Avrupa Parlamentosu Başkanı Joseph Borrell’le düzenlediği basın toplantısında, AKP iktidarı döneminde zina konusunun bir daha gündeme gelmeyeceğini belirtip, “TCK’nın içinde olmayan herhangi bir madde oraya girmeyecektir. Bizim hükümetimizin ardından ne olur bilemem, ancak AKP iktidarı yeni TCK ile yoluna devam edecektir” dedi.
Erdoğan, Verheugen’la da görüştü ve bu görüşme esnasında dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ı telefonla arayıp, “zinasız” TCK’nın çıkarılması için Meclis’in Pazar günü toplanmasını istedi. Verheugen ise AB ve Türkiye’nin TCK’ya yönelik sorunu çözdüğünü kaydedip, “Türkiye’nin AB sürecinde masanın üzerinde herhangi bir engel kalmadığını” müjdeledi!..
Şu olanlara ve şimdilerin “meydan muharebelerine” bakınca; Gel de Erdoğan’ın 1995’teki, “Bu mücadeleyi iktidara getirme noktasında gerekiyorsa, Papaz elbisesi dahi giyerim” sözünü hatırlama!..
Müyesser YILDIZ
17 Mart 2017
Odatv yeni link: https://odatv4.com/makale/bir-kursun-atmadan-turkiyenin-rejimini-degistiriyoruz-diyen-kisidir-1703171200-111844