İçeriğe geç

Kıbrıs’ta AB’den Kaçarken ABD’ye Tutulmayalım!..

Gündemimizde iç içe geçirilmiş iki mesele var; Kıbrıs ve AB… 10 gündür devam eden Kıbrıs müzakereleri anlaşmazlıkla sonuçlandı. Avrupa Parlamentosu da Türkiye’yle olmayan müzakerelerin askıya alınmasını kararlaştırdı.

Erdoğan 26 Mart’ta İstanbul’daki bir açılış töreninde AB ve Kıbrıs hakkında şunları söyledi:

“Biz kimsenin düşmanı değiliz. Bizim kimseye husumetimiz yok. Tam tersine her ülkeyle, her toplumla mümkün olan en iyi, en ileri, en samimi, siyasi, ekonomik, sosyal ilişkiler kurmak, geliştirmek istiyoruz. Fakat 54 yıl bizi kapısında bekleten Avrupa Birliği’ne ne diyeceğiz? 54 yıl. Şimdi çıkıyor bazı akademisyenler televizyonlarda konuşuyor. Diyor ‘daha önce şöyleydi, böyleydi’ diye. Bu işlerden anlamazsın, senin önünde kariyer olsa ne yazar, olmasa ne yazar. Siz bu işin çilelerini çekmediniz. Sadece kitabı şöyle aç, oku, ona göre Avrupa Birliğini konuş. Yok öyle bir şey. Damdan düşeceksin damdan. Biz damdan düştük. Bunlar damdan düşmedi. Bunların önüne bir tane şöyle kitapçık koyuyorlar, okuyorlar. Ondan sonra da diyor ki ‘şöyleydi, böyleydi.’ Yok ya öyle bir şey yok. Sen Bürgenstock’ta ne olduğunu bilir misin? Güney Kıbrıs’ı nasıl Avrupa Birliği’ne aldıklarını bilir misin? Acaba bir hoca olarak onu açıp okudun mu? Ondan haberin var mı? İşte biz onları yaşadık.”

Erdoğan’ın, “Güney Kıbrıs’ı nasıl Avrupa Birliği’ne aldıklarını bilir misin?” sorusunu cevaplamaya çalışalım.

Emperyalizm Kıbrıs’tan asla vazgeçmedi, ama Soğuk Savaşın bitimiyle birlikte gaza basıldı. Rum kesiminin AB üyeliği konuşulmaya başlandı. İttifak ve Garanti Antlaşmalarında, “Kıbrıs’ın Türkiye’nin onayı olmadan hiçbir Uluslararası kuruluş veya birliği üye olamayacağı” yazdığı halde.

Batı’nın Rum kesiminin AB üyeliği planıyla birlikte Türkiye de KKTC ile entegrasyonu gündemine aldı.

KKTC’nin efsanevi Lideri merhum Rauf Denktaş, “Güney Kıbrıs’ın AB ile birleşmesinin, KKTC’nin de Türkiye ile tam entegrasyonunu sağlayabileceğini” söylediğinde Mayıs 1994’tü.

Kıbrıs Fatihi merhum Bülent Ecevit de Türkiye ve Türklerin “Kıbrıs sorunu” diye bir sorununun bulunmadığını belirtip, KKTC’nin özerk bir statüde Türkiye bağlanması gerektiğini açıklıyordu.

1994’te Ecevit’in bu önerisine karşı çıkan kimdi bilir misiniz; “Çözüm” için çırpınan KKTC’nin şimdiki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ydı.

Türkiye ile KKTC’nin entegrasyonu sonraki yıllarda da tartışıldı.

1997’de dönemin Cumhurbaşkanı Demirel başkanlığında yapılan dış politika zirvesinde KKTC ile kısmi entegrasyon görüşüldü. Sonrasında Ortaklık Konseyi Anlaşması imzalandı.

AB, “Bu, ilhak anlamına gelir” diye tepki gösterdi… Yunanistan ve Rum Kesimi Türkiye’yi BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a şikayet etti… ABD Dışişleri, “Kısmi entegrasyon kararı Washington’u rahatsız etti” dedi… İngiliz Uluslar Topluluğu’na dahil ülkeler, “kaygılarını” bildirdi.

1998’de AB ile Rum Kesimi arasında tam üyelik müzakerelerinin başlaması üzerine Türkiye-KKTC entegrasyonu yeniden gündeme geldi. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, “Eğer AB, Kıbrıs Rum kesimini tam üye olarak kabul ederse, o zaman adanın bölünmüşlüğü nihayetinde tasdik edilmiş olur. AB, bunu istiyorsa bizim için fark etmez. Biz de o zaman Türk tarafını entegre ederiz. Kıbrıs Rum kesimiyle müzakerelerin başlamasından sonra, adada bir federasyonun kurulması hayali kalmadı” dedi.

Hasılı o yıllarda iktidarı, muhalefeti, bürokrasisi ve TSK’sıyla herkes Kıbrıs için aynı duygu ve düşünceler içindeydi.

-Ecevit’in Yolcu Edilmesi Gerekiyor-

AB 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsü havucunu uzatırken, Kıbrıs çözümünü de Türkiye-AB ilişkilerinin şartı haline getirdi.

Ancak merhum Denktaş da Ecevit de entegrasyonu savunmaya devam etti. Ecevit, “Kıbrıs Rum Yönetimi, AB ile ne kadar bütünleşirse, Türkiye ile KKTC de o kadar bütünleşecektir” dedi.

O günlerde “Kıbrıs’ın fethi” için çalışan AB’nin Türkiye Temsilcisi Karen Fogg’la mailden gizli yazışmalar yapan Cengiz Çandar, KKTC’yi savunan isimleri “Ankara şahinleri” olarak niteleyip, Kıbrıs uğruna AB perspektifinden vazgeçilemeyeceğini savunurken, şunları söylüyordu:

“Batı medyasında ‘artık Bülent Ecevit’in yolcu edilmesi gerektiği’ne ilişkin giderek artan haber-yorumlara dikkat. Tipik ama her zaman sonuç vermeyen Amerikan mantığı ile Kıbrıs sorununu, ‘kalıcı çözüm’e ulaştırmak için ‘Kıbrıs fatihi’ Bülent Ecevit’in ‘en geçerli’ iktidar formülü olduğu düşünülmüştü. Ancak, 11 Eylül 2001’in değiştirdiği ‘uluslararası parametreler’de, ne Kıbrıs’ın Bülent Ecevit döneminde çözüme ulaşabileceği ve dolayısıyla Türkiye’nin AB entegrasyonunun mümkün olabileceği ve ne de Saddam Hüseyin rejimini devirmeyi hedef alan Irak’a yönelik bir operasyonun Bülent Ecevit iktidarı altındaki bir Türkiye ile yürütülemeyeceği düşüncesinin Batı Dünyası’na egemen olduğu seziliyor. Kıbrıs’ın AB üyeliğine ve Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerine başlamasına sıra geldiği vakit, Bülent Ecevit’in iktidarda bulunmayacağı anlaşılıyor.”

-Rum Kesiminin Üyeliği AKP İktidarında Veto Edilmedi-

Ecevit gitti, AKP geldi. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney “Irak’ın işgâlini ve Kıbrıs’ta çözümü” istediğinde dönemin Başbakanı Abdullah Gül, “İkisini aynı anda bu millete kabul ettiremeyiz” karşılığını verdi.

Ama, “Çözümsüzlük çözüm değildir… Statükoya karşıyız… Masadan kaçan taraf olmayacağız” denilerek, Kıbrıs’ta çözüm için kollar sıvandı. Annan Planı üzerinde müzakereler başladı. Dönemin Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Annan Planı çerçevesinde bir çözüm sağlanamaması halinde Türkiye’nin “işgâlci” konumuna düşeceğini dahi söyledi.

AB, Türkiye’ye “Siyasi kriterler yerine getirilirse, müzakereler gecikmeksizin başlayacak… Kıbrıs ön koşul değil, ama çözseniz iyi olur” havucu uzatırken, Rum Kesimini tam üye yaptı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “AB üyelik koşulları içerisinde ‘sınır sorunu olmamak’ diye bir koşul var. Kıbrıs sınır sorunu olduğu, sorunu çözmediği halde nasıl AB üyesi yapıldı?” diye sorsa da “veto” hakkımızı kullanmadı.

Annan Planı referanduma götürüldüğünde de hem Erdoğan, hem Gül, Rumların “hayır” demesi halinde kapı kapı dolaşıp, KKTC’nin tanınması için çalışacaklarını söyledi. Rumlar “hayır” dedi, ama Erdoğan ve Gül bu sözlerini unuttu.

-Ankara “Kıbrıs Sorunu Bitmiştir” Diyecek mi?-

Son 10 gündür İsviçre’de devam eden görüşmelere gelirsek;

Rumların, “Türkiye’nin garantörlüğünün sona ermesi ve Türk askerinin Ada’dan çekilmesi” şartları açıktı. Buna rağmen bir kez daha gidildi.

Önce Rum medyası, ardından The Guardian, “Ankara’nın Kıbrıs’taki asker sayısını yüzde 80 oranında azaltmayı teklif edeceğini” öne sürdü. Bu iddia yarım ağızla yalanlanırken, Türk tarafının belgelerinin Rumlara sızdırıldığı ortaya çıktı… Rum Lider masada, “Türkiye hizaya gelmeli” diye tehdit savurdu.

Bunlara rağmen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ifadesiyle, “iyi niyetli ve esnek” bir tutum sergiledik.

İlginçtir, “esneklikle uzlaşmaya varılması” ifadesini önce İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, ardından Erdoğan’la telefon görüşmesi yapan İngiltere Başbakanı Theresa May kullandı. Ancak görüşmeye dair bizim taraftan yapılan açıklamada nedense bu ifade yer almadı.

Her neyse; Rum kesiminin “sıfır garanti, sıfır asker” ısrarı sonucu müzakerelerin dün itibarıyla sonuçsuz kaldığı açıklandı.

Zirveden önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da bunun “son konferans” olduğunu açıkladığına göre, bundan sonra Türkiye’nin yol haritası ne olacak?

“Çözümsüzlük çözüm değildir” söylemine devam mı edilecek, yoksa “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yoktur” mu denecek?

Hatırlanacaktır; Zirveden önce Brüksel’e giden Yunanistan Başbakanı Çipras, Türk Ordusu’nun Ada’dan çekilmesini isterken, Kıbrıs meselesinin her şeyden önce bir Avrupa meselesi olduğunu ve görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının bölgede gerilim yaratabileceğini söylemişti.

Tesadüf, Kıbrıs müzakerelerini başarısızlıkla sonuçlandığı gün Avrupa Parlamentosu Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını kararlaştırdı.

Erdoğan, “Bunun bir kıymeti harbiyesi yok. Bu karar bizi bağlamaz” dedi.

Başbakan Binali Yıldırım ise bir yandan “bu kararın hükümsüz ve geçersiz” olduğunu söyledi, öte yandan “Türkiye’nin AB konusundaki duruşunda herhangi bir sapma olmadığını, ayrıca her zaman seçeneğimiz, gidecek bir başka yolumuz bulunduğunu” bildirdi. Yıldırım ile AB Komisyonunun Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Komiseri Hahn’ın görüşmesinde de “Türkiye-AB ilişkilerinde yakalanan ivmenin korunarak daha ileriye taşınması konusundaki ortak irade teyid edildi”.

AB, Türkiye ile müzakerelerde Kıbrıs’ı ön şart yapmışken ve Türkiye ile ilgili konularda Avrupa Parlamentosu kararlarının da esas alınmasını kararlaştırmışken; Bu ne perhiz, bu ne lahana!..

İsviçre’de müzakereler sürerken, bir diğer Kıbrıs fatihi Necmettin Erbakan’ın partisi Saadet’in Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu şöyle konuştu:

“Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yoktur. Var olan sorunlar 1974 barış harekatıyla sona erdirilmiş adada barış, güvenlik ve huzur ortamı sağlanmıştır. Şehit kanları ile sulanmış topraklar hiçbir şekilde pazarlık konusu edilemez, edilmemelidir. Hayali bir AB macerası uğruna böylesine stratejik bir adayı pazarlık konusu haline getirmek, en basit ifadesiyle, abesle iştigaldir. Hükümetin bu tarihi bilinç ve şuurla hareket etmesi gerekmektedir. Kıbrıs’tan asker çekmek ile asker azaltmak aynı anlama gelir. Türkiye bu konuda ne kadar geri adım atarsa bundan sonra vermek zorunda kalacağı tavizlerde o kadar büyük olacaktır.”

Karamollaoğlu ayrıca şu iki teklifi yaptı:

“Adadan asker çekmek bir yana Türkiye, bölgedeki sıcak gelişmeleri dikkate alarak, Kuzey Kıbrıs’ta bir hava üssü kurmalıdır. İkinci teklifimiz ise, adada huzur ve güvenlik ortamının hâkim olmasını sağlayan, 1974 Barış Harekâtı nedeniyle 20 Temmuz günü ‘Milli Bayram’ ilan edilmelidir.”

Evet, bu saatten sonra olması gereken budur.

Ayrıca AB’nin bu tavırlarına karşı, bugüne kadar tarım, hayvancılık başta olmak üzere birçok sektörümüzü çökertmede kullanılan Gümrük Birliği’nin de askıya alınması şarttır. Hiçbir mağduriyeti olmayan İngiltere’nin dahi Gümrük Birliği’nden çıkmayı konuşmaya başladığını unutmayalım.

-Kıbrıs ABD’ye Havale Olmasın-

Tabii AB’den kaçarken, ABD’ye tutulmamak, “Kıbrıs’ta çözümü” bu defa da tümüyle ABD’ye havale etmemek kaydıyla.

Emperyalistlerin Kıbrıs’ı niye bu kadar istediği malûm.

Rumların Nisan ayında Münhasır Ekonomik Bölge’de bulunan bazı parsellerde araştırma için Amerikan Exxon Mobil ve Qatar Petroleum şirketleriyle anlaşma imzaladığını hatırlatalım.

Exxon Mobil’in Güney Kıbrıs’ta bulunmasının çok önemli olduğunu belirten ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi Kathleen Doherty’nin şu sözlerini de:

“Şirketlerin siyasi riskle karşı karşıya kalmalarını istemiyoruz. Kıbrıs sorununun çözümü durumunda, Kıbrıs’a finansal olarak yardımcı olma konusunda pozitifiz. ABD son 43 yıldır, Kıbrıs’taki iki toplumlu proje ve programlara 500 milyon dolar harcadı. Kıbrıs yeniden birleşirse, Doğu Akdeniz’in Norveç’i veya Singapur’u olabilir. Kıbrıs Doğu Akdeniz’de parlayan bir yıldız olabilir.”

Trump’un Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un önceki görevi neydi; Exxon Mobil’in CEO’suydu.

Mart’ta Türkiye’ye gelen Tillerson, iki gün sonra yeniden geliyor. İstanbul’da düzenlenecek olan ve Shell, BP, Exxon Mobil, Chevron, Total, Saudi Aramco, SOCAR gibi dünyanın önde gelen enerji firmalarının üst düzey yöneticileri katılacağı 22. Dünya Petrol Kongresi münasebetiyle. Petrol ve doğalgaz endüstrisine yaptığı katkılarından dolayı “Dewhurst Ödülü” verilecek olan Tillerson, üst düzey yetkililerimizle de görüşecek.

Tillerson Mart’ta, PYD/YPG’ye silah yardımı konusunda “Türkiye’yi sakinleştirmek” için gelmişti.

Bu ziyaretin ana gündemi de Kıbrıs olursa, şaşırmayalım!..

Müyesser YILDIZ

7 Temmuz 2017

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/kibrista-avrupadan-kacarken-abdye-tutulmayalim-0707171200.html

Kategori:Uncategorized