İçeriğe geç

Hollanda Genelkurmay Başkanının 13 Yıl Önceki “TSK’da Reform” Kehaneti: Bir Kısmı Acı Vermeden Gerçekleşemez!..

Emperyalizmin “FETÖ” maşasına mensup bir grubun gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılındayız.

Bu darbe teşebbüsü en çok da TSK’yı vurdu. Genelkurmay’ın yetkilerinden askeri okullara, askeri hastanelerden askeri arazilere birçok alanda büyük alt üst oluşlar yaşandı. Sadece bunlar değil, TSK’nın belkemiğe emir-komuta anlayışı da sorgulanır hale geldi.

-Emperyalizmin TSK Reçetesi-

Tesadüf müydü?

13 yıl öncesine gidelim. AB’nin, Türkiye’yle müzakereleri başlatma şartlarının başında “TSK’da reform” yer almaktadır.

Dönem Başkanı Hollanda’dır. Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nca finanse edilen bir proje başlatılır. “Türk Sivil-Asker İlişkileri ve AB” konulu proje, Hollanda merkezli Avrupa Güvenlik Araştırmaları (CESS), İstanbul Politika Merkezi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) tarafından yürütülür. “Yönetişim ve Ordu” başlıklı nihai rapor hazırlanacaktır.

Rapor öncesinde Eylül 2004’te Ankara’da “Türkiye’nin AB Üyeliği Beklentileri-Silahlı Kuvvetlerin Rolü” konulu bir konferans düzenlenir. Burada hem Hollanda Savunma Bakanı, hem de AB adına bir konuşma yapan Genelkurmay Başkanı Dick Berlijn, Türkiye’deki sivil-asker ilişkilerinin AB normları çerçevesinde yeniden şekillendirilmesi mesajını verir. 2003’ten beri yapılan reformların yetersiz olduğunu, bazı alanlarda daha fazla ilerlemeye ihtiyaç bulunduğunu belirten Berlijn, “Genelkurmay Başkanının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, MSB’de sivil-asker dengesinin sağlanması” gerektiğini anlattıktan sonra, “Reformların uygulaması açısından daha yapılacak çok iş var. Bu değişikliklerin bir kısmı acı vermeden gerçekleşemez” der.

Konferansın düzenleyicilerinden ASAM’ın o zamanki başkanı emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, AB’nin TSK’ya yaklaşımını eleştirir.

Sonrasında beklenen rapor Hollanda eski Savunma Bakanı Wim van Eekelen’in başkanlığındaki bir uzman heyet tarafından hazırlanır.

Raporun hazırlık aşamasında, hem Armağan Kuloğlu, hem eski Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Edip Başer tepki gösterip, ekipten ayrılır. Edip Başer çekilme gerekçesini şöyle açıklar:

“Türkiye’nin koşullarını, önceliklerini anlatmaya çalıştık. Nihai raporda bunlara yeteri kadar yer vermediklerini gördüm. Genelkurmay’ın bir sivil otorite olan Başbakanlığa bağlı olması demokrasiye aykırı değildir. Onlar, ‘Sizde demokrasi yok’ demeye getiriyor. Eğer bütün AB’de her sistemin aynı olması isteniyorsa, bazı ülkelerde krallık var. Önce bunu çözsünler.”

Bunun üzerine raporun açıklanması Ekim 2005’e ertelenirken, ekibin Başkan Yardımcısı Prof. Peter Volten tepkilere anlam veremediğini belirtip, “benzer raporları AB’ye 2003 Mayıs’ında katılan eski Doğu Bloku ülkeleri için de hazırladıklarını ve faydasını gördüklerini” söyler. Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Sjoerd Gosses da raporu “mükemmel” olarak nitelendirir.

Ekim 2005’te açıklanan raporda; Mesela AB uyum paketleri kapsamında yapılan değişiklikler için, “AB’nin uzun zamandan beri günah keçisi olan MGK, tümüyle evcilleştirilmiş ve ilk kez sorumlu bir sivil bakıcıya teslim edilmiştir. İkinci olarak, askerler başka birçok bakımdan da kendi erk ve nüfuzlarının kısıtlanmasına, bazı durumlarda derin çekincelerini bastırarak, boyun eğmişlerdir” gibi ifadeler kullanılır. Ardından “reçete” başlığı altında istenen diğer reformlar sıralanır.

Dönemin AKP’li Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün, “Geçmişte denenmiş ve kötü sonuçlanmış olduğundan gündemimizde yok” açıklamasına, ayrıca Türkiye’de pek çok insanın buna karşı çıkacağı tespitine rağmen reçetenin en başında; Genelkurmay’ın acilen MSB’ye bağlanması vardır. Kuvvet komutanlıkları ile Jandarma ve Sahil Güvenliğin Genelkurmay’a bağlı olması da eleştirilir. MSB’nin mevcut haliyle, “TSK’nın destek aygıtı” konumunda olduğu vurgulanıp, “güçlü ve bütünleşmiş bir MSB” istenir.

-Gül’ün Reform Raporu-

Daha önce dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Nisan 2013’te bir çalışma grubuna hazırlatılan “Savunma Reformu” raporundan, bu çalışmada yer alan generallerden ikisinin 15 Temmuz’da tutuklandığından söz etmiştim.

Gül takdim yazısında, “Raporun önemli bir özelliğinin de Cumhuriyet tarihimizde ilk defa sivil ve asker uzmanların beraberce Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak askeri yapı ve savunma yönetimine ilişkin bir rapor hazırlaması olduğunu” vurgulasa da yeniden okuyunca, bunun AB’nin 9 yıl önceki o raporuyla ne kadar örtüştüğünü, ifadelerin dahi (mesela MSB için tedarik ajansı denilmesi) aynı olduğunu gördüm.

Gül’ün raporunda, AB reformları kapsamında yapılan değişiklikler madde madde anlatıldıktan sonra “gerçekleştirilmesi gereken ilave önemli düzenlemeler” olarak özetle şunlar sıralanıyordu:

“Genelkurmay-MSB ilişkisinin yeniden yapılandırılması… TSK’nın Türkiye’ye özgü şartlar sebebiyle geçmişte üstlenmiş olduğu muhariplik dışında kalan görevlerini MSB’ye bırakması… gerektiği… TSK sağlık hizmetlerinin sivil unsurlarla bütünlük içinde yürütülmesi… Doğrudan muharip unsurların eğitimi ile ilgili olmayan Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) ve bağlı okulları ile sağlık hizmetlerinin Milli Savunma Bakanlığı sorumluluğuna verilmesi… Bütün kurumları (MSB, Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı) aynı kampüs içinde toplayacak ABD’de veya Fransa’dakine benzer bir fiziksel mekân oluşturulması… Genelkurmay Başkanı’nın kuvvetler arasında dönüşümlü olarak atanmasının düşünülmesi… ABD’deki Ulusal Savunma Üniversitesi (National Defense University-NDU) benzeri yeni bir yükseköğretim kurumunun ihdas edilmesi…”

-Darbeden 2 Yıl Önce “Yeniçeri Ocağı” Benzetmesini Yapan Bakan-

Zaman’da yazan ve şimdi hapiste olan Mümtazer Türköne’nin Ergenekon kumpası sırasında TSK için “Yeniçeri Ocağı” benzetmesini yapıp, “Türk askerinin şerefini, ülkemizin güvenliğini, Türkiye’nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu ‘kurumsal yapı’ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım. Bizim bir Nizam-ı Cedit ordusuna ihtiyacımız var” dediğini biliyoruz.

Peki aynı benzetmeyi darbeden 2 yıl önce dönemin Bilim Sanayi ve Teknoloji, şimdinin Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın da yaptığının farkında mıyız?

Mart 2014’te 17/25 Aralık operasyonları nedeniyle o zamanki adıyla “paralel yapıya” çatan Işık şunları söyledi:

“Samimiyetle altta, tabanda Ortaköy’den kalkmış, dünyanın öbür ucuna gitmiş öğretmenlik yapan kardeşlerimiz bizim kardeşlerimizdir. Paralel yapı dediğimiz zaman onları kastetmiyoruz. Paralel yapı dediğimiz zaman bunların, bu emeklerini küresel güç odaklarına ciro eden bir çeteden bahsediyoruz. Paralel yapı dediğimiz o çetedir. O çeteyle sonuna kadar mücadele edeceğiz. Niye mücadele edeceğiz? Devletin sırlarını dışarıya kaçıranlar vatan hainidir. Bu ülke vatan hainlerini gördü, ama hiçbirini cezasız bırakmadı. Bu ülke Yeniçeri Ocağı’nı kapatmış bir ülkedir. Gerektiği zaman içindeki haini temizlemesini bilir, ama bunu yaparken bu işlerle alakası olmayan samimi kardeşlerimize de asla dokunmayız.”

Işık 5 ay sonra da paralel yapı operasyonlarını değerlendirirken, aynı benzetmeyi yapıp, “Türkiye ülke olarak o dönemdeki düzenli ordusu sayılan Yeniçeri Ocağı’nı, görev, yetki ve sorumluluk alanlarının dışına çıktığı için tasfiye etmiş bir ülkedir. Devletin içine sızan bu yapıları tasfiye etmemesi düşünülemez. Ama bunun hukuk içinde yapılıyor olması önemli” dedi.

Ülkeyi yönetenler, TSK’nın “Yeniçeri Ocağına” döndüğünün farkında, ama “hukuk içinde mücadele” adına sabrediyor!..

15 Temmuz’dan hemen sonra da hem AB, hem Gül raporlarında yer alan “reformlar” hayata geçiriliyor.

Ve Fikri Işık Kasım’da TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda şu açıklamayı yapıyor:

“Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapısal sistemi siyasetin müdahalesine açık değil, çok katı emir komuta zincirinin olduğu Prusya modeli uygulandı. Bu modeli Almanlar bile 1800’lü yılların sonunda terk etti… Yaptığımız düzenlemeler kesinlikle çok alelacele yapılmış, oldu bittiye getirilmiş düzenlemeler değil. Şu anda demokratik ülkelerin bazılarının 70-100 sene önce yaptığı düzenlemeleri hayata geçiriyoruz… Türkiye’deki Milli Savunma Bakanlığının fonksiyonu, Türkiye’deki asker sivil ilişkileri, Türkiye’deki bu Prusya modelinin zamanın çok gerisinde kaldığını Türkiye’de çok insan çok iyi biliyordu. Bunlar bilinmeyen, 15 Temmuz ile ortaya çıkan gerçekler değil. Bunlar çok önceden bilinen, zaman zaman yazılan, çizilen konular. Bu konuda Türkiye’de bir bilgi eksikliği yoktu. En son 2013’te bir önceki cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, bir savunma reform konsepti çalışması yaptırıyor. O çalışmada üç asker, üç sivil var. Maalesef o üç askerden ikisi şu anda FETÖ’den tutuklu biri de emekli, diğer üç sivilin de birlikte yaptığı çalışmalar aslında ortada şu anda bizim de hayata geçirdiğimiz düzenlemelerin yüzde 90’ından fazlası orada yazılanlar.”

Aralık’ta da AKP’nin yayın organı Türkiye Bülteni’nde Işık’ın şu ifadeleri yayınlanıyor:

“15 Temmuz’dan bugüne kadar yaptığımız aslında çok yapısal bir dönüşüm. Türkiye, 1826’daki Yeniçeri Ocağı kapandıktan sonraki en büyük dönüşümünü 190 yıl sonra hayata geçirdi.”

-ABD’nin “Our Boys”u Kenan Evren Bile Karşıydı-

İktidar, 15 Temmuz’u “Kurtuluş Savaşına” benzetiyor.

Kurtuluş Savaşı kime karşı verildi; Emperyalistlere, işgâlcilere…

Peki 15 Temmuz’dan sonra “reform” denilerek, emperyalistlerin TSK’ya dair planlarının hayata geçirilmesi “Kurtuluş Savaşının” ruhunun neresine uyuyor?

Hem de ABD’nin “our boys” dediği 12 Eylül darbesini gerçekleştiren Kenan Evren bile 2003’te şöyle konuşmuşken:

“Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasını katiyen kabul etmem, hiçbir asker de etmez. Adnan Menderes zamanında bu denendi, ordu politikaya alet edildi. Ben o zaman binbaşıydım, tayinlerin, terfilerin çoğu politik makamların isteklerine göre yapıldı. Ben Genelkurmay Başkanıyken Brüksel’e askeri komite toplantılarına her gittiğimde öteki ülkelerin genelkurmay başkanları bizi kıskanır, ‘Keşke biz de sizin gibi olsak’ derlerdi. Gaye Silahlı Kuvvetleri onore etmek mi, yoksa küçültmek, aşağılamak mı?”

-Hollandalı Komutan Balyoz Kurbanına Ne Söyledi?-

2004’ün Hollanda Genelkurmay Başkanının “kehanetiyle” başladık… 2010’un Hollanda Deniz Kuvvetleri Komutanının “kehanetiyle” bitirelim…

“Donanmanın Kutup Yıldızı” denilen Cem Aziz Çakmak Amirali biliyorsunuz. Balyoz kumpasında Silivri’de kanser oldu, hayatını kaybetti.

Merhum Çakmak iki kez tutuklanır. İlk tutuklamasında Mart 2010’da tahliye olur. Göreve döner. Güney Grup Görev Komutanıdır. Kasım ayında Türkiye’nin düzenlediği Mavi Balina 10 tatbikatına komuta eder. Tatbikata NATO’da ani reaksiyon kuvveti olan SNMG-2 adlı gemi de katılmıştır ve bu kuvvetin komutanı Hollandalı bir amiraldir. Devamını merhum Çakmak’ın ikinci tutuklanmasından sonra cezaevinde yazdığı hatıra defterinden okuyalım:

“Antalya liman ziyareti sırasında Hollanda Deniz Kuvvetleri Komutanının gemisini ziyaret edeceği, bu vesile ile kuvvet komutanımız namına kendisini misafir etmem görevi verildi. Programı çok kısa olduğundan kendisini sadece bir kahvaltıda ağırladım. Antalya yat limanında gerçekleşen bu kahvaltının sonunda kendisinin bana, ‘Önünüzde daha çok engel ve dert var’ sözü çok anlamlı gelmişti. Hollanda Deniz Kuvveleri Komutanı bile bizim ülkede neler döndüğünün farkındaydı!..”

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş dün bir ödül töreninde, “Bu millet 15 Temmuz akşamı bu destanı yazarken yakın siyasi tarihinde yapamamış olduğu bazı şeylerin de intikamını almış oldu. Çok açık söylüyorum; 15 Temmuz, 27 Mayıs’ın intikamının alındığı gecedir. 15 Temmuz 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün 28 Şubat’ın intikamının alındığı gündür” dedi.

Bu sözlerden sonra anlamı yok, ama yine de soralım:

Emperyalistlerin “reformları” ile vesayet mi bitirilmiş oldu, TSK mı?

Müyesser YILDIZ

15 Temmuz 2017

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/bir-kismi-aci-vermeden-gerceklesemez-1507171200.html

Kategori:Uncategorized