Yıllarca “Kürdistan” görünümlü “Büyük İsrail” projesini anlatmaya çalıştım.
Ve dahi “çuvaldan” bu yana başımıza her ne geldi ve gelecekse, birinci sebebinin bu olduğunu.
İşte tam o günlerde, zurnanın zart dediği yerdeyiz.
Bense duruşma salonlarında, hukuku, adaleti, yargılamaları yazıyorum.
Neden mi?
Çünkü ülkemiz yöneticilerinin bir yandan “üst akıl”, öte yandan “dost” dediği güçler; Biliyordu ki, milletimizi bölüp parçalamadan bu projelerin gerçekleştirilmesi ve de ülkemize Sevr’in dayatılması mümkün değildi.
Maalesef adım adım bölünüp, parçalandık… Eş zamanlı kuşatıldık…
Kuşatmayı yarmak için sarılacağımız tek ip, tek ortak payda kaldı; Hukuk, adalet, vicdan!..
İşte bu yüzden masa ve klavye başında değil, duruşma salonlarındayım!..
-İmam Cemaat Meselesi-
Birkaç gündür HDP’li Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinde yaşananları konuşuyor, lanetliyor ve “Biz bu noktaya nasıl geldik?” diye soruyoruz.
Dehşete düşmüş vaziyetteyiz!..
Çok değil, birkaç yıl önce İmralı’ya her gidişi “flaş” haber olarak hatta naklen verilmiş, en “kritik” süreçlerde İmralı-Kandil arasında seyrüsefer yapmışken, şu anda hapiste olan Aysel Tuğluk neyle suçlanıyor, “örgüt üyeliği, örgüte yardım-yataklıkla” mı, bilmiyorum.
Ancak bunların tamamının bu iktidar döneminde yaşandığını biliyorum!..
Dün “çözüm” denilip alkışlanan hareketleri, bugün “suç” sayılmış olabilir, amenna!..
Belki o saldırganlar da “çözüm sürecini” destekleyenler arasındaydı. Veya o zaman sürece karşı olduğunu açıklayamamanın “öfke patlaması”nı yaşadığından ya da bugünkü yaklaşımın gereği PKK’ya kızgınlığını cenaze üzerinden göstermek istemiş olabilir.
Sonuç; Kuştan-taştan örgüt çıkartılırken, bu saldırganlar “örgüt” değilmiş… “Nefret” suçu da işlenmemiş… Sadece “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşlerine Muhalefet” etmişler!..
Asıl melese şu; Suçun şahsiliği ilkesi hangi ara unutuldu, gitti? Tamam, sıradan vatandaşlar belki bunu kitabi ve hukuki anlamda bilmek durumunda değil, ama öğretmek, anlatmak, uygulamak mecburiyetinde olan yöneticiler ile hukukçular neredeydi, neredeler?
Devletin 1 numarası Erdoğan’ın, cenaze rezaletiyle ilgili açıklamasına bakalım:
“Ben doğrusu bu süreci yakından takip ettim ve oraya gelen 20-25 kişilik grup, içlerinde alkollü olanların olduğunu da bana bakanım söyledi. Çok çok yanlış bir yaklaşım tarzı. Her şeyden önce bizim dinimizde, bizim değerlerimizde siz kalkıp da yani defnedilen bir insanın mezarına yönelik, seversin sevmezsin, böyle bir müdahale tarzı yoktur. Böyle bir şeyi kabullenmek bizim dinimizde yok.”
Duruşmaları birlikte izlediğimiz sevgili kardeşim Avukat Erhan Tokatlı’nın çok güzel bir sözü var. Yanlış bir şey gördüğünde, “Bunun töremizde de dinimizde de hukukumuzda da yeri yok” der.
Kimileri töre nedir, bilmeyebilir… İnançlar farklı olabilir… Geriye ne kalıyor; Hukuk!..
“Evet cenazeye yapılan saldırının ne töremizde, ne dinimizde, ne hukukta yeri var” diyerek, “İmam-Cemaat” etkileşimine geçelim.
-Ağacı Kesen Vatandaşla Maaşı Kesen Devlet-
Cenazeye saldıranların bir grup “meczup” olduğunu varsayalım. Oğlu en ağır suçu işlemiş olsa da bir gece yarısı gidip, anasının bahçesindeki ağaçları testereyle kesenlerin de… Peki oğulun işlediği suç yüzünden o anaya, kocasından kalan maaşını kesen devletin yaptığına ne diyeceğiz?
Veya yine bir kişinin işlediği suç yüzünden tüm aile fertlerinin açlıkla cezalandırılmasına, sağlık hizmetlerinden yararlandırılmamasına?
Yargılama bitip, hüküm verilmeden sanıkların üzerine ip attırılmasına, tek tip kıyafet giydirme hazırlıklarının yapılmasına?
Muhtarlara mahallesindekileri, vatandaşlara konu komşusunu ihbar etme talimatı verilmesine?
Sabahtan akşama, kendinden olmayanın hedef gösterilmesine?
-Manşetlerin Cenazeye Saldırıdan Farkı Ne?-
Devam edelim:
Yeni Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, “lekelenmeme hakkının” korunacağını müjdeledi.
“Soyut ve dayanaksız ya da konusu suç oluşturmayan şikayetler için soruşturma öncesi ön değerlendirme süreci” getirilmiş. Böylece artık “Bu tür ihbar ve şikayetler üzerine doğrudan soruşturma yapılması, kişilere yersiz biçimde şüpheli sıfatı verilmesi ve kişilerin gereksiz biçimde soruşturma işlemlerine muhatap edilmeleri söz konusu olmayacak” mış.
Soyut ve dayanaksız yani asılsız ihbarda bulunanlar hakkında ne gibi bir işlem yapılacak, meçhûl. Şuraya geleceğim:
Yalap, şalap iddianamelerle gazete manşetlerinde yapılan infazlar, “lekelenmeme hakkı” kapsamında nereye oturuyor?
Sadece bugünkü gazete manşetlerine bakalım. Malûm dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Avukatı Celal Çelik gözaltına alındı.
O Celal Çelik ki, Fetullah Gülen’in talimatıyla neredeyse “mezardakiler bile kaldırılıp” oy kullandırıldıktan sonra ortaklaşa hazırlanan “Nurlu listelerle” yargı “FETÖ”nün arka bahçesi yapılırken, tepki gösterip hakimlikten ayrılmış biri.
Manşetler ne; “Avukatı da FETÖ’cü çıktı”!..
Adam daha gözaltında… Tutuklanıp tutuklanmayacağı, hakkında iddianame tanzim edilip edilmeyeceği bile belli değil…
Ama görüldüğü üzere gazete manşetlerinde yine ve peşinen “hüküm” kesildi.
Kişiler, “Gazetedir, yazar” diyebilir de gerçek bir hukuk devletinde yöneticiler ve hukukçular, böyle düşünür, buna sessiz kalır, hatta teşvik eder mi?
O zaman Tuğluk’un annesinin cenaze törenine saldıranlarla, arada ne fark kalır ki?
Erdoğan 1 yıl önce Osmangazi Köprüsü üzerinde rekor denemesi yapan milli motosikletçi Kenan Sofuoğlu’na “Kenan oğlum bizi çıldırtma ya. Denize doğru gidiyorsun, yüzmeyi de bilmiyorsundur Allahualem. Çakıldığın zaman zaten betona çakılacaksın” demişti.
Evet Ankara’nın ortasında cenazeye saldırıya şaşırma değil, “Bizi kim delirtti” diye düşünmenin ve hukukun değerini bilmesek de hukuka sarılmanın zamanıdır.
Yoksa devlet ve millet olarak “betona çakılmamız” yakındır!..
Müyesser YILDIZ
16 Eylül 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/neden-surekli-durusma-salonlarindayim-1609171200.html