Geçen hafta Erdoğan’ın merhum Başbakan Bülent Ecevit’le ilgili o sözleri tartışıldı. CHP’yi eleştirirken, “Bunların geçmişinde lider poposunu trabzana dayıyor. Bunlar karşısında el pençe divan duruyor. Artık el pençe divan duran o eski Türkiye yok” demesi.
İş fotoğraf düellosuna dönüştü… Erdoğan’ın bazı görüntüleriyle misilleme yapıldı… Ancak işin esasına girilip, “nereden nereye” gelindiği konuşulmadı…
Oysa o meşhur Ecevit-Clinton fotoğrafı, ülkemizin bugün karşı karşıya kaldığı büyük sorunların başlangıcıydı.
“Madem Ecevit el pençe divan duran biriydi, neden tepetaklak edildi?” diye soran da olmadı.
-Clinton’ın Tebliğ Ettiği BOP’tu-
Belki biraz uzun olacak, ama sabrınıza sığınarak o pozdan bugüne nasıl gelindiğini, bir anlamda yakın tarihimizi ana başlıklarıyla da olsa hatırlamamız gerekiyor.
Türkiye büyük Marmara depremini (Cengiz Çandar’a göre, bu deprem TSK’nın millet nezdindeki imajını sarsan ilk olaydı) yaşamıştı.
Ecevit’in 26 Eylül 1999’daki ziyaretinden kısa bir süre önce Georgetown Üniversitesinde konuşan ABD Başkanı Clinton, “Önümüzdeki yüzyılın büyük ölçüde Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekilleneceğini umuyorum” dedi. Clinton’ın burada, “İslâm dünyasının bir başı olmamasından” yakındığını da kaydedelim.
Clinton Ecevit’in ziyaretinden 1 ay sonra Türkiye’ye geldiğinde Meclis’te yaptığı konuşmada ise açık açık şunları söyledi:
“20. yüzyılın ilk 50 yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21. yüzyılın ilk 50 yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir. Türkiye modelinin hem İslâm dünyası, hem Türkiye’nin bulunduğu bölge, hem de Avrupa için çok büyük etkileri olacaktır.”
Ülke deprem şokunu yaşadığı ve de bunu henüz bilmediği için Clinton’ın gerçekte “BOP”tan söz ettiği anlaşılamadı.
-Ana Gündem Kıbrıs ve Ege’ydi-
Ecevit-Clinton görüşmesine gelirsek;
Yaklaşık 2 saat süren görüşme öncesi Clinton, Ecevit’i “seçkin bir lider” olarak nitelendirip, “Görüşeceğimiz çok şeyimiz var. Deprem, Türkiye-Yunanistan ilişkileri ve AB ile iyileşen ilişkiler; Kıbrıs, insan hakları ve ekonomik reformlar bunların arasında” dedi. Türkiye’nin AB üyeliğinin, “dünyanın geleceği için çok önemli olduğunu” vurguladı.
Ecevit’in Beyaz Saray çıkışında Kıbrıs’la ilgili şu sözleri önemliydi:
“Kıbrıs ile ilgili çözüm arayışlarında 1974 öncesine dönüşün hiçbir şekilde kabul edilemeyeceği yönünde mutabakata vardık.”
– “Böyle Bir Yere Varamazsınız” Diyen Kimdi?-
Ecevit ve beraberindeki heyet ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu’nu da ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında Demokrat Partili bir senatör, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda politikasının değişmemiş olduğunu belirterek, “Türkiye bize muhtaç. İstediklerimizi yapın. Türkiye-ABD ilişkilerinde ilerleme sağlamak istiyorsanız çözüme ulaşmanız gerekiyor. Böyle bir yere varamazsınız” diye resmen tehdit etti.
O Senatöre haddini bildiren dönemin Dışişleri Bakanı merhum İsmail Cem oldu. Sorunun, Türkiye-ABD ilişkileriyle bir ilgisinin bulunmadığını, Türk toplumunu Ada’daki Rumların himayesine sokacak bir çözüm arayışına Türkiye’nin katılmayacağını bildiren Cem, “Biz buraya avuç açmaya gelmedik. Kıbrıs meselesi 1974 yılında bitmiştir” karşılığını verdi.
Kim miydi o Senatör? Sonraki yıllarda Irak’ın üçe parçalanacağını, “Kürdistan”ın kurulacağını söyleyen, “Kıbrıs işini Erdoğan’la halledeceğiz” diyen, Obama döneminin Başkan Yardımcısı Joe Biden’dı!..
-Irak’ın İşgâli Ecevit’le Olmaz-
Sabah’tan Yavuz Donat bugünkü yazısında Ecevit’in fotoğrafıyla ilgili tartışmalar sürerken, bir “ayrıntı”nın unutulmamasını istiyor ve “Ayrıntı şu; Bülent Ecevit ‘Irak’ın bölünmemesi lazım’ sözünü birkaç kez tekrarlayınca, kendisini hastanede buluvermişti” diyor.
Irak’ın Clinton’dan çok Bush döneminde masaya konduğunu kaydedip, bu konuya geçelim.
30 Kasım 2001’de Cengiz Çandar Yeni Şafak Gazetesi’ndeki köşesinde, Ecevit’in 1990 krizi sırasında DSP Genel Başkanı ve gazeteci “şapkası”yla Bağdat’a gidip, izlenimlerini Milliyet’te yazmasına atıfla, “Saddam’a güvence: Türkiye’de Ecevit” başlığıyla şu satırları kaleme aldı:
“Saddam Hüseyin, Bülent Ecevit’e ne demiş biliyor musunuz? ‘Savaştan önce sizi iktidarda görmek isterdik’. Peki, Ecevit buna ne karşılık vermiş? ‘İlk defa iktidarda olmadığıma çok üzüldüm. İktidarda olsaydım, Körfez Krizi’nde çok farklı bir tutum izlerdik’. Görüldüğü gibi bu bir ‘hayali diyalog’ değil.”
Devamında Ecevit’in o dönemki, “Türkiye’nin bölgedeki oyunu bozmak” için neler yapabileceğine dair görüşlerini aktaran Çandar, yazısını şöyle bitirdi:
“Bu, neyi ifade ediyor? Bülent Ecevit Türkiye’de Başbakan kaldığı sürece, Türkiye’nin Amerikalılar’ın girişmek istediği Saddam Hüseyin’ı devirme operasyonuna dahil olmasının pek zayıf bir ihtimal olduğuna… Bir başka ‘şey’e daha işaret ediyor: Eğer, Afganistan’daki Taliban rejimine yönelik olarak başlatılan ‘terörü ve terörist barındıran ve üreten rejimler’i hedef alan ‘kampanya’nın, içine -her ne pahasına olursa olsun- Irak’ı alarak genişlemesi bir ‘Amerikan politikası’ halini alırsa; o gün geldiğinde Bülent Ecevit, Türkiye’de Başbakan olarak bırakılmayacaktır.”
Çandar’ın o yazısından yaklaşık 2 ay sonra, Ocak başında 9 senatörden oluşan bir ABD heyeti Ecevit’i ziyaret etti. ABD’li Senatörlerden Lieberman, “Teröre karşı savaşın Saddam Hüseyin rejimi devrilinceye kadar bitmeyeceğini” söyledi. Heyette yer alan, sonraki yıllarda Erdoğan’ın da çok sık görüştüğü Senatör John McCain ise bu konuların Ecevit’in ABD ziyaretinde değerlendirileceğini belirtip, “Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğü konusundaki hassasiyetini biliyoruz” dedi.
Ecevit-Bush görüşmesi Ocak ayı ortalarında gerçekleşti. Bush, “Türkiye ekonomisi, sizin liderliğinizde iyileşme yolunda gidiyor” sözleriyle Ecevit’i övdü ve Kıbrıs’ta diyaloğun yeniden başlamasındaki katkısından ötürü özellikle teşekkür etti.
Ana konu ise Irak’tı. Bush, bunu Ecevit’le “tartışacağını”, Türkiye’nin hassasiyetlerini anladığını ve bu konudaki her kararda Ankara ile istişarede bulunacaklarını söyledi.
Gündemde; Türkiye’nin Afganistan’da görev yapacak uluslararası güce komuta etmesi, Ermenistan’a vize kolaylığı ile Ege ve Kıbrıs sorunu da vardı. Ecevit, Kıbrıs konusunda çok netti, Bush’a “iki millet, iki devlet” formülüne dayalı yaklaşımını anlattı. O tarihlerde Türkiye’nin Kıbrıs’la entegrasyonu ciddi ciddi düşündüğünü de ekleyelim.
-Saddam’ın Mektubu, Ecevit’in Açıklamaları-
Sonraki süreçte Türkiye’nin diplomatik temasları sürdü, Saddam’dan mektup geldi vs. Uzatmayıp, o günlere dair birkaç not aktarmakla yetinelim.
Saddam’ın mektubunda, “Ankara, Irak’ın toprak bütünlüğü konusundaki samimiyetini göstermeli. Bunun için İncirlik’ten yapılan, ABD uçaklarının da katıldığı keşif güç uçuşlarının hemen durdurulması gerekir. ABD’nin bölgede her söylediğinin Türkiye’nin çıkarları anlamına gelmeyeceği unutulmamalıdır” gibi önemli tespitler vardı.
AKP’nin iktidara gelmesinden 1 ay önce ise dönemin Irak Birinci Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz, ABD’nin Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurdurmanın arayışı içinde olduğunu, Irak bölünürse Türkiye’nin de bölüneceğini belirterek, Ecevit’e şunları söyledi:
“Bizim kanaatimiz ABD tek başına da olsa ülkemize savaş açmakta kararlı. Bunda da iki amacı var, İsrail’i korumak ve petrol. Bölgede çıkacak bir çatışma, Türkiye de dahil olmak üzere bütün bölgeye zarar verir. Türkiye’yi ateşe verir. Yapılacak tek şey var; ABD’nin müdahalesini el birliğiyle engellemek.”
Tarık Aziz’e, “Olası bir müdahaleden Türkiye’nin zarar göreceğini ve Irak’ın toprak bütünlüğü konusundaki hassasiyetimizi ABD’ye her fırsatta anlatıyoruz” karşılığını veren Ecevit, bu diyalogdan birkaç gün sonra da, “Gözlerimiz sürekli Kuzey Irak’ta olacak. Eğer en küçük bir olumsuzluk ortaya çıkarsa, gereken tedbirleri alacağız. Bu konuda tarihten gelen haklarımız da var” açıklamasını yaptı.
-Erdoğan O Zaman Ecevit’e Niye Tepki Gösterdi?-
Ekonomik kriz… Hastalığı… ABD’den gönderilen Kemal Derviş’in DSP’yi parçalaması… Ve Bahçeli’nin erken seçim çağrısı… Ecevit gitti, AKP iktidar oldu…
Ecevit’in Başbakanlığı döneminde ABD ile bu görüşmeler olurken, Erdoğan iktidarı ağır şekilde eleştiriyordu. Bu eleştirilerden sadece Irak’la ilgili olanları özetleyelim:
“ABD Başkan Yardımcısı Sayın Dick Cheney dün ülkemize geldi ve önemli temaslarda bulundu. Bu temasların temelini, Irak meselesi oluşturdu… Sayın Cheney’in yaptığı Ortadoğu turunun, ABD tarafından kararı verilmiş bir savaşa dönük ikna faaliyeti olmamasını temenni ediyoruz… Hükümetin her noktada gösterdiği iradesizliği, bu konuda da gösterme ihtimalinden büyük kaygı duyuyoruz… Öncelikle bu hükümet, milletin kaderini ilgilendiren böyle bir konuda, asla acz sergilememelidir… Ekonomik açıdan dışa bağımlılık yüzünden, Türkiye’nin çıkarlarını savunmada asla geri adım atmamalıdır. Ülkemiz için bir dost ve müttefik olan ABD yetkililerine, ‘dost acı söyler’ diyerek, Irak’a yapılacak muhtemel bir saldırının hangi sıkıntıları getireceğini bütün açıklığıyla anlatmalıdır… Türkiye’nin ekonomik sıkıntılarını telafi etmek kaygısıyla öne çıkması ve kendisine ‘hazır kuvvet’ görünümü vermesi büyük bir basiretsizlik olur…”
AKP iktidarı döneminde ete-kemiğe bürünen “BOP eş başkanlığı”nı, 1 Mart tezkeresini, Irak’ın işgâlini, “at pazarlıklarını”, “Barzanistan”ın adım adım kuruluşunu uzun uzun anlatmaya gerek yok.
1 Mart tezkeresine karşı çıkan milletvekillerini ikna etmek için partisinin grup toplantısında, “Gittiğimiz her yerde millet aş, iş istiyor. Amerika’nın vaat ettiği 24.5 milyar dolarlık yardıma ihtiyacımız var. Yarın memur maaşlarını ödeyemez duruma düşersek bunun hesabını kim verecek?” dediğini hatırlatmakla yetinelim.
-Fotoğraf Eleştirisi Kıbrıs Mesajı mıydı?-
Dikkat ediniz, BOP’tan bu yana ABD-Türkiye ilişkilerinde Irak’la birlikte Ermenistan, Ege ve Kıbrıs meseleleri de hep atbaşı gidiyor.
Irak, üstüne Suriye ve dahi Ege’de sessiz sedasız gelinen nokta ortada!..
Kıbrıs’a bakarsak; 1 Mart tezkeresi öncesi dönemin ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in, “Irak ve Kıbrıs”ı birlikte istediği, dönemin Başbakanı Abdullah Gül’ün, “İkisini birlikte bu millete kabul ettiremeyiz” dediği, ancak tezkereyle birlikte Annan Planı’nın gündeme getirildiği malûm.
Erdoğan ve Gül, Rumlar plana “hayır” dediği takdirde, “kapı kapı dolaşıp, KKTC’nin tanınması için uğraşacakları” sözü vermişti.
Ama unutuldu, yeniden ve defalarca “müzakere” masasına oturuldu. Türkiye’nin “son” dediği müzakereler ise Rumların değişmez, “sıfır asker, sıfır garanti” politikası yüzünden bitti.
Ay başında ABD’ye giden KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, “Artık KKTC’ye uluslararası tanıma için uğraşabiliriz. İkinci seçenek ise özerk bir cumhuriyet. Fransa-Monaco modeli gibi bir yapı. Yani dışişleri ve savunma alanlarındaki yetkilerimizi Türkiye’ye devredip gerisini kendi içimizde yönettiğimiz bir cumhuriyet” dedi.
İlginçtir aynı günlerde İngiltere eski Dışişleri Bakanı Jack Straw Rumları eleştirip, “Çözümün, Ada’nın bölünmesi ve kuzeydeki Kıbrıslı Türklerin uluslararası tanınması” olduğunu söyledi.
Türkiye’nin AB eliyle “dönüştürülmesi” konusunda, “Biz ayının derisini öldürmeden yüzeriz” benzetmesini yapan birisi “hayrımızı” düşünmeyeceğine göre, Rumların sıkıştırılması suretiyle yeni bir müzakere masasının kurulmak istendiği belli.
İşte Erdoğan’ın, “popolu, trabzanlı, el pençe divanlı” o sözleri tam bu gelişmelerden sonra geldi.
Tesadüf müdür bilinmez, ama “Kıbrıs fatihi” Ecevit’e vurması anlamlıdır.
Kıbrıs ve Ecevit’i asla unutmayan ABD’yi de herhalde çok memnun etmiştir!..
Müyesser YILDIZ
16 Ekim 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/erdogan-ecevite-neden-vurdu-1710171200.html