Müftü ve imamlara da resmi nikâh kıyma yetkisi veren madde dün gece TBMM’da kabul edildi.
Sürpiz mi? Hayır. Erdoğan daha bir hafta önceden, “İsteseniz de istemeseniz de bu Meclis’ten geçecek” diyerek, sonucu ilân etmemiş miydi?
Sürpriz olan; CHP’nin sonucu belli oylamaya katılarak, bunun da “demokratik demokratik” çıkmasını sağlaması, üstüne o emirden sonra sanki farklı bir sonuç çıkacakmış gibi mesela CHP’li Barış Yardakaş’ın, “AKP tüm itirazlara rağmen müftü ve imamlara resmi nikâh kıyma yetkisi vererek, toplumsal birliğimize bir el bombası daha attı” şeklinde mesaj yazmasıdır!..
Neyse ki, Erdoğan Polonya’dan dönerken, “Dini nikâha herkesi mecbur etme diye bir şey yok. İsteyen belediyeye kıydıracak nikâhını, isteyen müftüye” demiş.
Rahatladık, ama sadece 5 ay önce, “Öğrenciler zorla imam hatiplere kaydettiriliyor” iddialarını yalanlarken de şunları söylemişti:
“Öğrencilerin zorla imam hatiplere kaydettirildiği haberleri yalandır, yanlıştır, çarpıtmadır. Bunları köpürtenler kendileri faşist olduğu için herkesi öyle zannediyorlar. Bizim zorlamayla, baskıyla, toplum mühendisliği ile asla işimiz olmamıştır. Kardeşlerim, biz geçmişte bu tür yollara başvuranların tersine hiçbir zaman başkalarına dayatma içinde olmadık. Milletimizin kılığına, kıyafetine, ibadetine olduğu gibi evlatlarının hangi okula gideceğine de karışmadık.”
Sonuç? Zorlama yok, ama hemen hemen tüm okullar İmam Hatip yapıldı… Haliyle çocuklarını buraya göndermek istemeyenlerin önünde iki seçenek kaldı; Parası varsa özel okul ya da… “Ya da”sını birazdan anlatacağım.
Diyeceğim, “İsteyen belediyeye, isteyen müftüye kıydıracak” işi de buna benzer… AKP’li belediyeler adım adım müftülere havale eder… MHP’de buna destek verdiğine göre, geriye sadece CHP’li belediyeler kalır… CHP’li belediyeler de AKP’ye geçtiğinde ise siz sağ, biz selamet olur!..
-Ne Dediyse Oldu-
Bazıları, birçok “dini açılımda” olduğu gibi, nikâh konusunda da “AKP’nin bu topuna girmeyin” tavsiyesinde bulunuyor.
Lâkin galiba artık girilmesi gerekiyor. Neden mi?
Daha 1990’lı yıllarda;
“İçki yasaklansın” dedi… AKP’li belediyeler eliyle resmen, rekor zamlarla da fiilen yasaklandı… “Sağlık meselesi” telakki edilip, üzerinde durulmadı!..
“Sarık operasyonu çok komik” dedi… Sarık kışlaya kadar girdi…
“Cumhurbaşkanı’nın imam hatipli olacağı günler yakındır” dedi. Sadece Cumhurbaşkanı değil, neredeyse tüm bakanlar ve bürokratlar İmam Hatip’li oldu…
“Türkiye kendine din olarak Kemalizm’i almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir” dedi. Atatürk, ders kitaplarında “miş” haline getirildi…
“Bir tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, millet isterse tabii ki gidecek be!..” dedi… Her şeyin “milli irade” gereği yapıldığı söyleniyor ve gidiyor…
“Sana mı kaldı türban konusunda karar vermek, bu ulemanın işidir. Ulema ne diyorsa o olur” dedi. Evet sadece türban değil, neredeyse her konuda artık “ulema ne diyorsa” o oluyor…
“Kişi laik olmaz, devlet laik olur” dedi… Kişi olarak değil, devletin başı sıfatıyla Kur’an okuyor, Saray’da mevlüt okutuyor…
“Bütün okullar İmam Hatip yapılacak” dedi… Ortada…
“Sadece imamlar resmi nikah kıysın” dedi… Nihayet 22 sene sonra bunun da temeli atıldı…
Hasılı; Yıllar önce laikliği eleştirirken, “Yolumuzun ortasında inek oturmuş, yolumuzu kapatıyor, menzile ulaşmamızı engelliyor. İneği yolumuzdan önce lafla usul usul, sonra evvelallah sizlerin yardımıyla, artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız” demişti.
Keza, “Türkiye’de Osmanlı benzeri eyaletler sistemi olabilir” sözleriyle ünlenen o meşhur 1993’teki 2. Cumhuriyet açıklamalarında, “İnsanların benimsedikleri hukuk anlayışını terk etme gibi bir şansları var mı?” sorusunu şöyle cevaplamıştı:
“İnsanların benimsemedikleri bir şeyi terk etme şansı niçin olmasın? Eğer bugünün Türkiye’sinde yaşayan, sözüm ona laikliği benimsemiş insanların bu anlayışı terk edip, İslami bir anlayışa ve hukuka geçmeleri mümkün müdür diye sormak istiyorsanız; Bu insanların ataları 100 yıl önce, 200 yıl önce hangi hukuk sisteminde yaşıyorlardı? Bugünkü hukuk sistemini kabullenmeleri ve adapte olmaları nelerin pahasına, hangi yöntemlerle gerçekleşmiştir?..Türkiye’de insanların hemen hemen tamamı, gerek varlık olarak fıtratları gereği, gerekse üzerinde yaşadıkları coğrafya ve tarihi misyonları gereği zaten Müslüman’dırlar. Ancak bu özelliklerini ortaya koymaları engellenmiştir. Cebri yollarla bastırılmıştır. Eğer insanların beyinlerindeki ipotekleri kaldırırsak, onlar kendiliğinden İslam’ı seçecektir.”
İşte önce lafla usul usul, şimdi alenen yapılan ve olan maalesef tam budur.
Türkiye’yi Türkiye, devleti devlet yapan bir sütunun daha çatır çatır yıkılması ve “İnsanların benimsedikleri hukuk sisteminden vazgeçirilmesi”dir!..
Hukukun tehlikede olduğunu fark edip, “Adalet yürüyüşü” düzenleyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu acaba laiklik konusunda ne düşünüyor? Hâlâ “laikliğin tehlikede olmadığı” kanaatinde midir?
-Laik Eğitim İsteyenler Mağaraya mı?-
On yıllar öncesinin “hesaplaşma ajandasına” ara verip, çocuklarına laik eğitim aldırmak isteyen velilerin önündeki “ya da” seçeneğine bakalım.
AKP’nin “fetvacısı” olarak bilinen İlahiyat Profesörü Hayrettin Karaman, 1940’larda Kur’an ve Arapça öğreniminin nasıl “yasaklandığını” anlatırken, “Dışarıya nöbetçi koyardık. Jandarma geldiğinde Kur’an ve diğer kitapları küfelere saklardık. Ben Arapçayı bu şartlarda öğrendim. O dönem Kur’an öğretilen her yer kapatılmıştı” dediğinde pek çok kimse şaşırdı.
Lâkin “Kur’an’ın yasaklandığına, mağaralarda gizli gizli Kur’an okunduğuna, Jandarmanın baskınlar düzenlediğine” inanan o kadar çok insan var ki!..
Bunlardan birisi de Fetullah Gülen… Bir kitabında aynen şunları anlatmıştı:
“Bir gün gelmiştir ki, Kur’anın lafzının telaffuz edilmesi bile yasaklanmıştır. Ku’an ancak dar alanlı bazı yerlerde okunup öğretilebilmiştir. Fakirin Kur’an öğrenmeye çalıştığı dönemde de aynı yasaklar mevcuttu. O dönemde köylerde üç-beş insan bir araya gelip, Allah’ın kelamını öğrenmek istediğinde jandarma baskınlarına maruz kalır, küçük çocuklar tüfeklerin ucunda dışarı atılırdı. Evet, Kur’an öğrenmenin bu kadarına bile tahammül edilmiyordu.”
Sadece Gülen değil, çok değil 1.5 yıl önce Erdoğan da, “Ülkemizde Kur’an eğitimi, öğretimi kimi dönemlerde getirilen tüm yasaklara rağmen milletimizin sahip çıkmasıyla kesintisiz sürdürülmüştür” demedi mi?
Diyeceğim şu; Tüm okullar İmam Hatip yapıldığına, Kur’an eğitim ve öğretimi kreşlere kadar indiğine göre, “menzil”e varıldığında, mesela laik eğitim yasaklansa, aileler evlerinde veya mağaralarda gizli gizli laik eğitim vermek zorunda kalsa, hatta bu ailelere jandarma baskınları düzenlense şaşırır mıyız?
-Meclis de Duayla mı Açılacak?-
“Ajanda” da resmen yer almasa da malûm çevrelerin “halifeliğin” yeniden ihdasını istediği, hatta 2019’da Başkanlık sistemine geçildiğinde Meclis uhdesinde olan halifeliğin, “Başkanlık” uhdesine alınmasının konuşulduğu malûm.
Ayrıca Erdoğan’ın 16 Nisan referandumundan 2 ay önce Suudi Arabistan’ın El Arabiya kanalına verdiği röportajda, “Hilafetin geri getirilmesi gibi bir hayaliniz ya da isteğiniz var mı?” sorusuna şu cevabı verdiğini de unutmayalım:
“Bu, cumhurbaşkanlığı sistemi referandumu. Bu cumhurbaşkanlığı sistemi seçiminde, sorduğunuz sorudaki türden bir şey kesinlikle yer almıyor. Yani şu anda Türkiye’nin öyle bir hilafet derdi, bir hilafet meselesi ya da benzeri bir şey söz konusu değil.”
“Şu anda” ifadesinin altını çizip, “Ajanda”daki iki konuya daha dikkat çekelim:
Belediye Başkanlığı döneminde, Belediye Meclisi’nin her açılışında İstiklâl Marşı yerine Kur’an okundu. Bu uygulamayla ilgili olarak, “Ben Millet Meclisi’nin de dua ile açılmasından yanayım” dediğinde yıl 1996’ydı.
Ankara kulislerinde, artık bazı devlet toplantılarının sonunda Kur’an okunduğunun konuşulduğunu belirtmekle yetinip, “Meclis’in dua ile açılması uygulamasına da hazırlanalım” derim.
“Ajanda”daki bir diğer konu; “Türkiye’yi eyaletlere bölmek lazım. Merkezi yönetimin bir takım yetkileri bunlara verilmelidir. Belediye Başkanları da bu konuda en yetkili olmalıdırlar. O bölgelerdeki her türlü eğitimde bunlara bırakılmalıdır” demiş, dahası yakın zamanda Valilerin de seçimle işbaşına gelmesini savunmuştu.
Kimbilir, “Metal yorgunluğu” adı altında AKP’de yapılan operasyonların bir sebebi de “Ajanda”daki bu maddeyle ilgilidir!..
Şuraya geleceğim;
“Milli mücadele, vatan mücadelesi” verdiğimiz söyleniyor, ki öyle!..
Bu ahval ve şerait içinde;
Toplumda yeni “kamplaşmanın” adı olan müftü nikâhının zamanı mıydı?
Ve daha dün, “Kürdüm demek en tabii hakkındır, ama Kürtçülük yapmak hakkın değildir. Türküm demek en tabii hakkındır ama Türkçülük yapmak hakkın değildir. Çünkü bunlar bölücülüktür” diyerek, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü savunmak olan Türk Milliyetçiliğini “bölücülük” saymak, dahası Sevr’in enstrümanı “Kürtçülükle” aynı kefeye koymak neyin nesiydi?
Bu sorularım Erdoğan’ın “anti emperyalist” çizgiye geldiğine ve “milli mücadele” verdiğine inananlara; Ne diyorsunuz?
Barzani’nin, “Ben Kürdistan’ın bağımsızlığı için doğdum. 16 yaşındayken elime silah aldım. Bütün hayatım Kürdistan’ın bağımsızlığı için geçti” sözlerine Erdoğan, “Çocukluk hikayesiymiş, böyle şey olur mu ya?” karşılığını vermişti.
O Barzani’nin “çocukluk hayali” değil, emperyalizmin projesidir. Evet, Barzani projesi şimdilik gerçekleşmemiş gözüküyor, ama birilerinin sadece “BOP” değil, “Ilımlı İslâm” projesinin de tıkır tıkır yürüdüğü ortada!..
Müyesser YILDIZ
19 Ekim 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/muftu-nikhindan-sonra-sirada-ne-var-1910171200.html