Sözcü’den Kamil Elibol’un yazdığı bir gazimizin intiharı haberini okudunuz mu?
Jandarma Uzman Çavuş olduğu dönemde 1997’de Irak’ın kuzeyindeki operasyonda yıldırım düşmesi sonucu gözleri ve bacağından yaralanan İrfan Bayar, uzun hukuki mücadelelerden sonra gazilik hakkını kazanmış. 15 Temmuz darbesinden sonra çocuğunu gazi kontenjanından özel bir koleji kaydettirmek istemiş. Ancak ilk başvurduğu okulda kontenjanlar dolu olduğu gerekçesiyle başvurusu kabul edilmemiş. Daha sonra il milli eğitim müdürlüğü bu gazimizin çocuğunu bir cemaat okulunu kaydettirmiş. Ancak 15 gün önce çocuğunu o okula kaydettirdiği için hakkında idari soruşturma açılmış. Yakınlarının anlattığına göre, bu soruşturmayı hazmedemeyip, 4 gün önce çalıştığı kurumun bahçesindeki arabasının içinde ruhsatlı silahıyla canına kıymış.
İdari veya adli soruşturmaların geldiği hâl bu iken, Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi bugün “Seçim hesabı ve yargıda iklim değişikliği” başlıklı yazısında, “Yargıda önemli değişiklikler oluyor. Tutuklu gazeteciler ve aydınlar konusunda iklim değişiyor, normalleşme yönünde adımlar atılıyor” diyor.
Bu “iklim değişikliği, normalleşme yönündeki adımların” o gazimizi geri getirmeyeceği ve yaşanmış/yaşanan büyük mağduriyetleri ortadan kaldırmayacağı kesin de galiba en azından “FETÖ üyeliği, irtibat veya iltisak” suçlarından tutuklananlar için bir şeyler yapılacağı anlaşılıyor.
-O Ayırımdan Niye Sapıldı?-
Malûm 15 Temmuz’dan sonra darbeciler dışında binlerce insan sohbet toplantılarına katıldığı, yardım yaptığı, çocuklarını “FETÖ” dershanelerine gönderdiği, bankasına para yatırdığı veya gazetelerine abone olduğu için “örgüt üyeliğinden” tutuklandı, bir o kadarı işten atıldı, aile boyu hesap soruldu. Hiçbir delil bulunamadığında ise “Gönülden bağlı olduğu için gizli üye” gibi tanımlamalarla, aynı işleme tabi tutulanlar oldu.
Oysa çok değil darbeden 1.5 ay önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan ilk “FETÖ çatı iddianamesinde” örgütün ne olduğu, bu durumdaki kişilerin suçlanıp, suçlanamayacağı anlatılıp, önemli tespit ve ayırımlar yapılmıştı.
Mesela denilmişti ki;
“Bu örgütün evinde kalan, yurtlarında barınan veya okul ya da dershanelerinde öğrenim gören gençler, dershane, özel okul ve yurtlarda faaliyet yürüten öğretmenler ve yöneticiler, aynı şekilde örgütün emrinde faaliyet yürüten dernek, vakıf, banka veya ticari şirket çalışanları, bu örgütün elindeki işyerlerinde ücretli çalışan emeği ile geçinen kimseler, açıkça bir suça karışmadıkları sürece sırf bu irtibatları ceza sorumluluğu doğurmadınğından özellikle soruşturma dışında tutulmuştur. Fetullah Gülen örgütünün sempatizanı olup, bu örgütü dini bir kuruluş sanarak cemaate gönül bağı bulunanlar da soruşturma harici tutulmuşlardır… Fetullah terör örgütünün suç işlemesi için sorumluluk alan yönetici veya üye olarak azmettirdiği ya da iştirak ettiği suçlardan sorumlu tutulması esastır. Cemaatin inançlı, temiz, bütün işlerini Allah rızası için yapan samimi mensupları kasten bir suça karışmadıkları sürece ceza hukuku alanının dışındadır. Sırf bu harekete mensup olmak cezalandırma için yeterli değildir. Hizmet hareketi içerisinde kandırılan veya kullanılan geniş kitle bu soruşturmanın konusu dışındadır. Bu harekete destek vermek veya sempati beslemek ya da şirket, okul veya dershanede çalışmak, buralarda bir süre ikamet etmek ceza sorumululuğu doğuran, suç teşkil eden davranış değildir… Başta esnaflar olmak üzere pek çok kişi iyi niyetle bu evlerde kalan şahıslara ellerinden gelen her türlü yardımı yapmışlar, gerektiğinde çocuklarını bu evlere göndermekten de çekinmemişlerdir… Soruşturmayı zorlaştıran bir diğer sorun ise kişilerin herşeyi paralel yapıya havale ederek, bundan ‘yarar sağlama beklentileri’ olmuştur. Alâkası olsun olmasın her olayı paralel yapının işlediği iddia edileek başvurular yapılmış ve sonuçta soruşturmada gerçekten paralel yapının faaliyeti ile ona atfedilen olayları ayırmak için uzun süren çaba gerektirmiştir. Mesela 2001 yılında ırza geçmeye teşebbüsten mahkûm olan bile ‘bunu paralel yapı yaptırdı’ diyerek dilekçe göndermiştir.”
Sözkonusu iddianamede, örgütün “meşrulaşması, büyümesi ve herkesi teslim almasının” sorumluları da şöyle anlatılmıştı:
“Türkiye’de geçmişteki bütün siyasi iktidarlar, muhalefet, diğer dini cemaatler, kamu ve sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, ordu kısaca toplumun her kesimi elbirliğiyle Fetullahçı terör örgütünün bu büyümesinden ve kadrolaşmasından sorumludur. Bu terör örgütü, toplumun her kesimini aldatarak, saflığından yararlanıp veya iyi niyetini suistimal ederek gelişip, güçlenmiştir… Türkiye Devleti, zaten her dönemde dini yapılara müsaadekâr bakmıştır. Bu politika çerçevesinde devlet, harekete çeşitli özel taviz ve imtiyazlar vermiş, hareketin güçlenmesi için bütün imkanlarını kullandırmıştır. Toplumun her kesimi de dini bir cemaat sanarak örgütlenmeye imkan sağlamıştır. Yine örgütün ekonomik kaynak toplamasına, dilediği kadar öğrenci veya kamu personelini devşirmesine ve devlet kurumlarında örgütlenmesine destek olmuştur. İslâmi denilerek bankacılık yapmasına, kanunlara aykırı da olsa yardım toplanmasına, toplanan yardımların şahsi servet haline getirilmesine, yapının sınav sorularını çalmasına, devletin can damarlarında kadrolaşmasına hiç kimse ses çıkarmamıştır… Cemaat başı dara düştüğünde, eğitim ve yurt dışı okullarının faaliyetlerini ön plana çıkararak, engellerden sızmayı becerebilmiştir. Yurt dışında okullar açarak devlet nezdinde prestijini artıran cemaat, Türk kültürünü yaydığını ileri sürerek, bir yandan devlet ve kamu idarelerinde kadrolaşmış bir yandan da bu hizmetlerin devamı için şirketlerine ihaleler almış, devlet imkânlarını sınırsız şekilde kullanmış, bedelsiz arsa, para, ekonomik kaynak toplamış, kamu kaynaklarını şirketlerine aktarmıştır. Cemaat şirketlerinin her yıl olağanüstü büyümesinin altında yatan sebep, çemaatin meşruluk kazanıp, mali kaynak toplamasıdır… Her alanda kurulan cemaat egemenliği kişileri adım atamaz hale getirmiştir… Ticaret ve bürokraside bu cemaatin desteği ve onayı olmadan yükselmek, bir yerlere gelmek mümkün olamamıştır. .. Türkiye’de 2014 yılına kadar Cemaat karşısında pes etmeyen bir kurum. Cemaate biat etmeyen kimse kalmamıştır… Türkiye’de hemen herkes ağzı dualı kimselerden devlete bir tehdit yönelmeyeceğini kaul ediyordu. Dini cemaat görünümlü bir örgütün devleti ele geçirme veya hükümeti devirmeye yönelik faaliyetlerin odağı olabileceği akla gelmez ve düşünülemezdi…”
-Yargıtay’ın Bu Kararının Anlamı-
Bu acı gerçeğe rağmen siyasiler ve yetkililer, “kandırıldık” diye kenara çekilirken, fatura ilgili ilgisiz toplumun her kesimine kesildi. Nihayetinde öyle bir noktaya gelindi ki, gidişata iktidar mensupları ve AKP seçmenleri de tepki göstermeye başladı.
İşte tam bu süreçte, 5 gün önce Yargıtay 16. Ceza Dairesi çok önemli bir karara imza attı.
Karar, ilçe tarım müdürlüğünde ziraat mühendisi olarak çalışırken 3 Ağustos 2016’da, “Örgütün imamı olduğu iddia edilen şahıslarla telefonla görüşmek, çoğu 2013 öncesine ait olmak üzere örgütün dini sohbet toplantılarına katılmak, örgütün çıkardığı gazetelere gerçek ismiyle abone olmak ve çocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan bir okula göndermekle” suçlanıp, tutuklanan ve 12 Mayıs 2017’de “silahlı terör örgütüne üyelikten” mahkûm edilen H.Ö. ile ilgili.
Yargıtay’ın H.Ö. kararının başlangıcında, öncelikle “örgüt üyeliği”nin ne olduğu şöyle anlatıldı:
“Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup, faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyeyarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayır edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve böylece ifa etmesidir. Niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir.”
-Kandırılmanın Hukuken Tescili Gibi-
Kararın devamında ise, “Nihai amacın devletin anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimini vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan…” denilerek, siyasilerin “kandırıldık” söylemi hukuken adeta tescil edildiği gibi, bunun genele de teşmil edilmesinin önü açılmışa benziyor.
-Seçim mi Adalet mi?-
Netice mi? Yargıtay “Örgütün imamlarıyla görüşme, sohbet toplantılarına katılma, gazetelerine abone olma ve çocuğunu bunların okullarına göndermenin”, “Sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği” sonucuna vararak, H.Ö. hakkındaki hükmün bozulmasına ve tutuklulukta geçen sürenin gözetilerek tahliyesine karar verdi.
Ankara’da bir süredir hem bu gerekçelerle tutuklamanın, ileride diğer dini örgüt ve cemaatler için de “tehdit” oluşturacağına dikkat çekiliyor hem de “örgüt üyeliğinden” tutuklu olanların en geç 2018’de tahliyesi için çare arandığı konuşuluyordu.
“Seçim hesabı” mıdır, “yargıda iklim değişikliği” midir bilinmez, ama;
15 Temmuz’dan sonra, “Silahlı terör örgütünün Fethullahçı olduğunu o gece öğrendim, bana ahmak diyebilirsiniz. Silahlı terör örgütünün Fethullahçı olması o gece ortaya çıkan bir olaydır. Ben o gece öğrenmiş olabilirim, Sayın Cumhurbaşkanımız da Genelkurmay Başkanımız da o gece öğrendi, onların bilmediğini ben nasıl bilebilirdim” açıklamasını yapan Bülent Arınç’a iade-i itibarı da Yargıtay’ın bu kararını da “o çarenin” bulunması gibi okumak mümkün!..
Müyesser YILDIZ
31 Ekim 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/feto-uyeliginden-tutuklananlara-tahliye-yolu-mu-aciliyor-3110171200.html