Yaklaşık 6 yıldır görülen ve sona gelen 28 Şubat davasına 12 Şubat Pazartesi günü devam edilecek.
103 sanıkla başlayan, 4’ünün bu süreçte hayatını kaybettiği davada mütalaasını Aralık ayında açıklayan Savcı, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, 2. Başkan Çevik Bir, Harekat Başkanı Çetin Doğan başta olmak üzere 60 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, 39 sanık hakkında ise “delil yetersizliğinden” beraat istemişti.
Önümüzdeki hafta boyunca sürecek duruşmada sanıklar, savcı mütalaasına karşı savunmalarını yapacak, ondan sonra da mahkemenin kararı açıklanacak.
Bu davanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında yaşananları, delillerin ve bunları getirenlerin durumunu defalarca yazdık.
İddianameyi hazırlayan Savcı Mustafa Bilgili’nin “FETÖ”den tutuklu olduğunu, tutuklama ve yargılamaları yapan hakimlerin büyük bölümünün yine “FETÖ”den tutuklandığını veya meslekten ihraç edildiğini de.
-İstanbul Ayağındaki Hakimler Nerede?-
Yeni bir bilgi; Meğer davanın açılmasını sağlayan İstanbul’daki hakimler de “FETÖ”cüymüş.
Nasıl mı?.. Olayı 1997 yılına gidip, anlatmamız gerekiyor.
Hasan Celal Güzel 28 Temmuz 1997’de, halen görevde iken Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, 2. Başkan Çevik Bir, Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Aydan Erol ve Batı Çalışma Grubu(BÇG)’de görevli askerler hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne başvurur. DGM, 4 Ağustos 1997’de takipsizlik kararı verir. Güzel, İstanbul 4 nolu DGM’ye itirazda bulunur. Burası da başvuruyu reddedip, “Kovuşturmaya yer yok” deyince, takipsizlik kararı kesinleşir.
CMK’ya göre, “Kovuşturmaya yer yok” kararı verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılmaması ve iddianame düzenlenmemesi gerekirken, Ankara’da 28 Şubat soruşturması başlatılır, ardından gözaltı ve tutuklamalar gerçekleştirilir.
Sanıklar yaklaşık 1 yıldır hapisteyken, Savcı Mustafa Bilgili 1997’deki kararı hatırlar ve bu usulsüzlüğü ortadan kaldırmak için İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurup, “Kovuşturmaya yer yok” kararının kaldırılmasını ister. Mahkeme de 19 Temmuz 2013’te DGM’nin o kararını kaldırır.
Yeni delil var mıdır, yok mudur tartışmaları bir yana; Bu kararı alan hakimlerin şimdiki durumuna bakalım.
Mahkeme Başkanı Mehmet Hamzaçebi kim mi? “FETÖ’nün 25 kudretli özel yetkili hakim ve savcıları” arasında yer alan bir isim. Poyrazköy ve Selam Tevhid kumpaslarında rol aldığı iddiasıyla tutuklu ve yargılanıyor.
Üye Mehmet Erdoğan aynı şekilde.
Diğer üye Vedat Dalda ise “Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u tutuklayan hakim” olarak biliniyor.
Bu bilgiyi; Hakimleri, savcıları, ihbarcıları ile mimarlarının büyük bölümü “FETÖ”cü çıktığı halde 28 Şubat davasının da bir “FETÖ” kumpası olduğuna inanmayanların dikkatine sunduktan sonra davanın akıbetine geçelim.
-En Büyük “Mağdur” Kim?-
İddianameye göre, 28 Şubat davasının konusu; Dönemin hükümetine darbe… Suç tarihi de 28 Şubat-16 Haziran 1997…
Ama bilindiği gibi, davanın mağdur ve müştekilerinin büyük bölümü; 1990’lı yıllarda veya 1997’den çok sonra “irticai faaliyetlerden” dolayı TSK’dan ilişiği kesilenler… Veya “türban yasağı”ndan mağdur olduklarını söyleyenler…
Bunlar arasında çok sayıda AKP’li milletvekili ve bürokratın yanısıra Erdoğan’ın kızları da var.
Peki Erdoğan 28 Şubat’ı hangi tarihten başlatıyor ve bu davaya nasıl bakıyor?
Daha soruşturma ve tutuklamalar sürerken, Kasım 2012’de TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiği yazılı cevapta şunları söyledi:
“Şahsım ve arkadaşlarım, 12 Eylül 1980 müdahalesini ve 28 Şubat müdahalesini bizzat yaşadık ve bu müdahalelerde ağır bedeller ödedik… Bu gerilim, 28 Şubat 1997’de, yeni fakat ‘postmodern’ bir darbe ile gün yüzüne çıkmıştır. Demokrasinin yavaş da olsa ilerleme kaydettiği, milli iradenin tekrar güç kazandığı, milletin tercihlerinin, talep ve beklentilerinin çok daha güçlü şekilde seslendirilmeye başlandığı bir dönemde, 28 Şubat’la statüko ve statükoya sırtını dayayan egemen güçler bir kez daha kendilerini tazeleme, yeniden güç kazanma girişiminde bulunmuşlardır. Milletin oylarıyla iktidara gelen siyasi partilere yönelik tahammülsüzlük, milletin iradesini hiçe sayan fiili dayatmaya dönüşmüş, siyaset mühendisliğiyle yeni bir düzen oluşturulmaya çalışılmıştır… Bu zorlu mücadeledeki kararlılığımız neticesinde, 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevi aziz milletimiz tarafından şahsıma tevdi edildi. Esasen, 28 Şubat müdahalesinin ilk sinyalleri de 1994’teki bu seçimin ardından alınmaya başlandı. İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin büyükşehirlerinde, bir çok ilinde, ilçesinde, demokrasinin, milli iradenin, milletin arzu ve taleplerinin sandığa yansıması, belli ki statükoyu ve statükoya sırtını dayamış çevreleri rahatsız etti. Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini sürdürürken, görevimi yapmayı engellemeye, yavaşlatmaya yönelik çok sayıda müdahale ile karşı karşıya kaldım. Bu süreçte, sadece askeri ve sivil bürokrasinin, demokrasi dışı güçlerin değil, bizzat siyasetin, bizzat Hükümetlerin de engellemelerine maruz kaldım. Yasalar zorlanarak, sınırlar daraltılarak, medya aracılığıyla yürütülen karalama kampanyaları, iddia ve ithamlar altında, İstanbul’a hizmet etmemizin önüne geçilmek istendi… 28 Şubat müdahalesi, Ankara’da, milletin hür iradesiyle seçilmiş Hükümet yanında, şahsım başta olmak üzere Belediye Başkanlarını da hedef aldı. Nitekim, Siirt’te okuduğum bir şiir gerekçe gösterilerek hakkımda dava açıldı ve jet hızıyla yapılan yargılama sonucunda hapse mahkum edildim. Tamamen ideolojik ve siyasi mülahazalarla hukuksuz şekilde gerçekleşen bu yargılama, müdahale şartlarında yapılan yönlendirmelerle vuku buldu… Bugün şunu çok net olarak söylemeliyim ki, 28 Şubat müdahalesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, seçilmiş Hükümeti, millet iradesini, sivil siyaseti hedef aldığı kadar, doğrudan şahsımı da hedef almıştır. 28 Şubat müdahalesi, demokrasi yolundaki yürüyüşümüzü akamete uğratmak için, yasaları zorlamak suretiyle, kurumları harekete geçirerek, önümüzü kesmeyi hedeflemiştir… 28 Şubat, bizi, bizim temsil ettiğimiz siyasi idealleri, bizim şahsımızda milletin tercihlerini ve iradesini silmek, yok etmek, engellemek üzerine kurgulanmıştır. 28 Şubat süreci ile AK Parti ve bizim siyasi çalışmalarımız arasında kurulan spekülatif ilişkiler haksız, insafsız ve mesnetsizdir. Biz, 28 Şubat döneminde hedef alındık, engellendik, mağdur edildik, hatta zorlama gerekçelerle görevden alındık, cezaevine ve siyaset yasağına mahkum edildik… 28 Şubat’ın beşli çetelerine, şer ittifaklarına, karanlık işbirliklerine karşı sergilediğimiz vakur ve sabırlı mücadele sayesinde, bir kez daha millet kazanmış, bir kez daha milletin iradesi üstün gelmiş, bir kez daha milletin kararı her türlü kararın üzerine çıkmıştır… Aynı şekilde 28 Şubat müdahalesinin tüm boyutlarıyla aydınlatılması ve sorumluların hesap vermesi için, yürütme ve yasama, yargıya her türlü destek vermiştir. 28 Şubat döneminde çıkarılan Bakanlar Kurulu kararları yürürlükten kaldırılmıştır. Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu kaldırılmıştır. 28 Şubat’ta çıkarılan Başbakanlık genelgeleri aynı şekilde kaldırılmıştır.”
Bu söyleme göre; 28 Şubat’ta “5’li çete, medya ayağı” var… Daha önemlisi Bakanlar Kurulu kararları, Başbakanlık genelgeleri çıkartılmış… Başbakanlık’ta 28 Şubat kararlarını takip için kurul kurulmuş…
Ancak yargılanan, sadece askerler!..
Ve Türkiye’nin 1 numarası, 28 Şubat’la ilgili, “Şahsım hedef alındı. Mağdurum. Büyük bedeller ödedim” diyor.
Erdoğan’ın yakın zamana kadar yargılamalar sürerken, mesela 1 ay önce Muhtarlar toplantısında, “1990’lı yıllarda 28 Şubat cuntacıları tarafından yeni bir kardeş kavgası çıkarmak için tuzaklar kurulduğunu” söylediğini de hatırlatıp, soralım:
Sizce bu dava nasıl sonuçlanır?.. Ve dahi karar 28 Şubat’a yetişir mi?..
Müyesser YILDIZ
10 Şubat 2018
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/28-subat-davasi-nasil-sonuclanir-10021859.html