İçeriğe geç

Bir Davanın Anatomisi: Hesaplaşma Hukukun Önüne Geçerse!..

Bugün 28 Şubat’ın 21’inci yıldönümü. İktidar mensupları ve medyası tepeden tırnağa 28 Şubat’ı yazıyor. Sona gelen ve 60 sanık hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının istendiği davayı etkileme kaygısı taşımadan…

Yaklaşık 6 yıldır devam eden 28 Şubat davasının 102’inci celsesi Cuma günü görülecek. Son sözü alınmayan 15 sanığın savunması da tamamlanırsa, karara gidilecek.

İşte böyle bir aşamada Başbakan Binali Yıldırım dün Meclis’te partisinin grup toplantısında şunları söyledi:

“Bin yıl sürecek denilen o karanlık darbe girişiminin yıl dönümü. 28 Şubat’ta inandığını yaşamak isteyenlere hayatı zehir eden, vatandaşlık hakkını çok gören cuntacı zihniyeti unutmayacağız. 28 Şubat’ın yaralarını sardık, ama acılarını unutmadık.”

Bugün de partisinin genel merkezinde düzenlenen, “28 Şubat darbesi: İnsan Haklarına Balans Ayarı” etkinliğinde, şu hükmü verdi:

“28 Şubat’ı unutmadık, unutturmayacağız. 28 Şubat davasında sona geldik. İntikamla değil, adaletle davranarak hukuk içinde hak ettikleri en ağır cezayı alacaklar. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.”

Anayasamızda, “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz” diye bir madde vardı, değil mi?

Ne gariptir ki; Başbakan dünkü konuşmasında CHP’nin, “Hükümet PYD/YPG’yi terör örgütü olarak kabul etmedi” iddiasını cevaplarken, MGK’da alınan kararları örnek gösterdi.

Bilir misiniz, O çok tartışılan 28 Şubat’ın temeli, özü olan 406 sayılı MGK kararı 28 Şubat davasının dosyasında yok bile!..

-Medyanın Hâli-

Medyanın hallerine gelince;

101 celsenin 98’ini izlemiş biri olarak biliyorum; bu davayı iktidar medyasından kimse izlemedi. İzlemediği içindir ki, ta o günden bugüne gelen ön yargılarını yazmaya devam ediyorlar.

Birkaç örnek:

Davanın konusu, hükümeti devirme… Ama onlar türban yasağı ve YAŞ kararıyla TSK’dan ihraçların hesabının sorulduğunu sanıyor. Davayı tümüyle bunlar üzerine inşaa ederken, türban yasağının 1989’da Anayasa Mahkemesi kararına dayandığını, 28 Şubat’ın bununla ilgisi olmadığını bilmiyor olamazlar. YAŞ kararıyla ihraçlar da öyle. 28 Şubat’tan önce de vardı, sonra da. Dahası, 28 Şubat’ın , “FETÖ organizasyonu” olduğunu savunurken, ne bu davayı başlatan ve yürüten savcı ile hakimlerin “FETÖ”den tutuklandığına ya da ihraç edildiğine, ne de davaya müşteki olarak katılmasına karar verilen eski subayların büyük bölümünün “FETÖ”den ihraç edildiğine değiniyorlar. Çünkü duruşmaları izlemediler.

Öylesine bihaberler ki; Bir yazar, Ankara Adliyesi’nde görülen 28 Şubat davasının Sincan’da görüldüğünü yazabiliyor. Davanın tarafı olan bir başka yazar da esas hakkında mütalaayı veren Savcının ismini bilmiyor, “93’üncü celsede duruşma savcısı Bilal Çetin mütalaasında 60 sanık için darbe suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isterken, 39 asker hakkında beraat kararı verilmesini talep etmişti” diyor. Oysa bu davanın Bilal Çetin isimli bir savcısı hiç olmadı. İlk zamanlarda Kemal Çetin duruşma savcısıydı, o da “FETÖ”den ihraç edildi. Tam üç başkan ve savcının değiştiği bu davada mütalaayı veren Savcının adı ise Mehmet Hanifi Yıldırım!..

Medyanın ön yargılarından devam edelim:

Davanın 2 numaralı sanığı, dönemin Genelkurmay Başkanı Çevik Bir’in, Sincan’da tankların yürümesi konusunda, “Demokrasiye balans ayarı yaptık” dediği yazılıyor halen. Halbuki, davanın ilk celselerinde Bir’in böyle bir ifade kullanmadığı, bu sözün bir gazeteciye ait olduğu ortaya çıktı.

Keza Sincan’da tankların yürümesi; Yıllardır Akıncı’ya giden tankların, o yıl fiziki şartlar sebebiyle Sincan’dan geçmek zorunda kaldığı belgeleriyle ortaya kondu.

28 Şubat MGK kararlarının dönemin Başbakanı merhum Necmettin Erbakan’a, “Boncuk boncuk terlerken” imzalattırıldığı da savunuluyor. Oysa duruşmaları izleseler, o kararları bizzat Tansu Çiller’in, Meclis’te Erbakan’a imzalattırdığını öğreneceklerdi. Ya, o kararları imzalayan siyasiler ile bunları uygulayan bakan ve bürokratlar, onların niye hiç adı anılmıyor?

Davanın “delillerinin”, “FETÖ”cü bir isim tarafından getirildiği, bunların sonradan hazırlandığının bilirkişilerce tespit edildiği, “FETÖ”den tutuklu Savcı Mustafa Bilgili’nin soruşturmayı dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve yine darbeden tutuklu dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse’yle koordineli bir şekilde açtığı, iddianamede, “Fetullah Gülen cemaati ile mücadelenin” suç sayıldığı, Bilgili’nin bazı tanıkları tehdit ettiği, sanki 93 celse yapılmamış gibi mütalaanın tümüyle Bilgili’nin iddianamesi üzerinden verildiği de medyanın gündeminde yok.

Bir başka hüküm; “Askerler 28 Şubat’ta binlerce insanı fişledi” deniyor… Evet “fişleme” var. Ama bunları hazırlayıp, tüm devlet birimlerine gönderen, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay’a “irtica tehdidin boyutları” hakkında brifingler veren MİT. Kaldı ki, o günün yasalarına göre, bunu yapmak zorunlu. Acaba neden kimse bu gerçekleri ağzına almıyor ve dönemin MİT yöneticilerinden de hesap sorulmasını istemiyor?

Fetullah Gülen ve irtica tehdidi yok idiyse, pekâla dönemin Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay’ı da “kandırılmış” olamaz mı?

Ya diğer medyanın bu dava karşısındaki suskunluğu?.. “FETÖ”den tutuklu savcı Mustafa Bilgili, 28 Şubat sürecinin medya ve ekonomi ayağıyla ilgili de iddianame hazırlamıştı. Savcılıkta bekliyor. Besbelli, “Sıra bize gelir” endişesiyle, tüm faturanın askerlere kesilmesini görmezden geliyorlar. Oysa ki, iktidar medyasının yayınları, sıranın onlara da geleceğini gösteriyor. Yani korkunun ecele faydası yok!..

Özetle, iktidar ve medyası, hukuken “hükümete darbe” davası olan bu davayı nedense, “Türban yasağı ve irticayla mücadele ile hesaplaşma” davası gibi gösteriyor.

Lâkin, son (101.) celsede Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy, “ihsas-ı rey” gibi bir açıklamada bulundu.

Şöyle ki; Sanık avukatları, 5 yıldır bu davadaki suç tarihini öğrenemediklerini söyleyince, önce Başkan Yiğitsoy, “Kararda açıklarız!.. Aslında geçen duruşmada söyledik, hükümetin düştüğü tarih belli” dedi, ardından Savcı Mehmet Hanifi Yıldırım, “Davanın adından belli değil mi? Suç da belli, adı da belli. 23 Haziran” karşılığını verdi.

Hâl bu iken, Erdoğan’ın kızları başta olmak üzere “türban mağdurları” ve YAŞ kararıyla TSK’dan ihraç edilenlerin davaya taraf yapılması, iktidarın da bunların “hesabının sorulduğu” havasını vermesinin sebebi nedir? Samimi olsalar, 28 Şubat’ta “haksızlıklar” yapıldığına inansalar, en önce o süreçte “irticai faaliyetlerden” hapis cezasına çarptırılan ve halen hapiste olanların “mağduriyetini” gidermeleri gerekmez mi?

-Hukukta Anayasa’yı Çiğnemek Var mı?-

Başbakan Binali Yıldırım, “İntikamla değil, adaletle davranarak hukuk içinde hak ettikleri en ağır cezayı alacaklar, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın” diyor.

Pekala, hukuk değil algılarla ve böylesine çürük bir temel üzerine götürülen davadan ne karar çıkarsa çıksın, “adalet tecelli etti” denebilir mi?

Yukarıdaki hususların hepsi bir yana, çok somut bir örnek:

Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının, Başbakanın izniyle Anayasa Mahkemesi’nde yargılanması düzenlemesini AKP iktidarı getirmedi mi?

Ama Anayasa’nın bu açık hükmüne, avukatların ve sanıkların tüm uyarılarına rağmen, dönemin Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor ve muhtemelen bu mahkeme tarafından cezalandırılacaklar.

Ki, önceki savcı Levent Savaş iki-üç celse, dosyanın AYM’ye gönderilmesi yönünde mütalaa vermiş ve sırf bu yüzden görevden alınmıştı.

Lâkin Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy’un 100’üncü celsede, “Dosyayı inceledik. Varmış gibi konuşuluyor da dosyanın geldiği günden beri, ‘Görevsizlik kararı verilsin’ diye mütalaa veren bir savcı yok. Sadece görüşünü bildirmiş” dediğini de kaydedip, soralım:

“Anayasa’nın çiğnenmesi, adaletli davranmak ve hukuk içinde olmak mıdır?”

Kişiler öfkelenebilir, intikam almak isteyebilir. Ancak devletin tek pusulası vardır; Hukuk, hukuk, illa da hukuk!..

Değilse;

28 Şubat’ta “İrticai örgütlerin hedefleri” konusunda hazırlanan raporların birinde şunlar yazıyordu:

“Adalet sistemi çöktüğünde, devletin de çökeceği ve böylece İslâmi diktatörlüğe kolayca geçileceğinin bilinci ile başta Anayasa Mahkemesi ve yargı aleyhine gösteri ve propaganda faaliyetlerini sürdürerek, adalet mekanizmasını tehlikeli bir şekilde hırpalamak, böylece şer’i hukuka zemin hazırlamak…”

İşte bu olur!..

Ve dahi birileri televizyondan rahatlıkla, “Sivil öldürecek olsak Cihangir, Nişantaşı, Etiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başlarız” tehdidi savurur!..

Müyesser YILDIZ

28 Şubat 2018

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/binali-yildirim-erkenden-hukum-verdi-ama-28-subat-hakkinda-bildikleri-bu-kadar-28021802.html

Kategori:Uncategorized