1 ay önce gündemimiz İdlib’di. Buradaki terörist gruplara yapılacak operasyonlar ya da Esad’ın olası “kimyasal silah” saldırısında binlerce insanın hayatını kaybetmesi, bu arada milyonlarca insanın Türkiye’ye doğru göç etmesi endişesiyle diken üstündeydik.
Geçen süre zarfında İdlib’de neler oldu, son durum nedir? Bunu anlatmadan önce geçen yıl bu zamanlar yaşananları ve Reuters’in bir haberini hatırlatalım.
O tarihlerde Rusya, Türkiye ve İran’ın Astana’da aldıkları ortak kararla, TSK İdlib’e harekât başlatmış, öncü birlik olarak da ÖSO harekete geçmişti. Operasyonun, Rusya, İran ve Avrupa ülkelerinin bu bölgede tehdit olarak gördüğü Heyet’ut Tahrir’uş Şam (HTŞ)’ye yönelik olacağı bildirilirken, HTŞ, Astana kararı sonrasında şehre giren her unsuru “işgâlci” olarak göreceğini açıklamıştı.
Reuters’in haberine gelince; “Türk Ordusu’nun İdlib’e HTŞ refakatinde girdiği” öne sürülmüştü.
Bu haberden birkaç gün sonra da HTŞ’nin dini liderlerinden Ebu’l Feth El-Ferğali, “Türkiye’nin işgâlci olmadığını” bildirmişti.
-İdlib’deki Teröristler Neden Sadece Türkiye’nin Sorunu?-
Şimdi bu yıl yaşananları kronolojik olarak özetleyelim:
Eylül başında Erdoğan, şu açıklamayı yaptı:
“İdlib’de şu anda çok acımasız bir süreç işletiliyor. Şu anda Türkiye olarak Rusya ile zaten bir çalışmanın içindeyiz. Aynı şekilde İran ile bir çalışmanın içindeyiz. Bu çalışmalar çerçevesinde, daha önceden belirlediğimiz gibi en azından bayram süresince bir tür ateşkes hayata geçirildi. Bizim orada 12 gözlem noktamız var. Oradaki güvenlik güçlerimiz kararlılıkla çalışmalarını sürdürüyor. Burada 3.5 milyon insan var. ABD Rusya’ya, Rusya ABD’ye topu atıyor. Ama, Allah göstermesin, buralara füzeler yığdırılacak olursa çok ciddi bir katliam yaşanır. Öyle bir durumda oradan kaçanlar nereye gelecek? Büyük oranda yine bize gelecek. Bu yeni bir sıkıntı meydana getirebilir.”
7 Eylül’de Astana’nın devamı olarak Tahran Zirvesi gerçekleştirildi. Zirvede İdlib konusu da ele alındı ve Erdoğan şunları söyledi:
“Halep, Doğu Guta gibi yerlerden gelen ılımlı muhalifler de şu anda İdlib’de bulunuyor. Nusra gibi unsurlar bahane gösterilerek sivillere yönelik saldırıları kabul edemeyeceğimizi ifade ettik. Bu, büyük bir insani drama ve yeni bir göç dalgasına da neden olur. Türkiye, bunun bedelini ödemek durumunda kalmamalıdır. İdlib’deki terör unsurlarının etkisiz hale getirilmesini şüphesiz ki, biz de destekliyoruz. Atılacak her tür adımın Astana sürecinin ruhuna uygun olması ve üç garantör ülkenin de mutabakatına dayanması gerekir. Sayın Putin’le de konuştuk. Hatta, ‘Heyetler aralarında görüşsünler, sonra da biz bir araya gelerek bu konuda nihai kararı veririz’ dedik. İdlib konusunda olumlu bir netice alacağımıza inanıyorum.”
11 Eylül’de Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev, “Rus, İranlı ve Türk askerlerin, İdlib’de terörist örgütlere karşı operasyonun şeması ve mekanizmaları üzerinde anlaşmaya varacağını düşünüyorum” dedikten sonra “İdlib’deki gerilimi azaltmanın Türkiye’nin sorumluluğunda olduğunu, bu nedenle cihatçıları ılımlı muhaliflerden ayırma sorumluluğunun Türkiye’ye ait olması gerektiğini” iddia etti.
Aynı gün Pentagon Sözcüsü Eric Pahon, Türkiye’nin İdlib halkını korumak için buraya ÖSO’dan 20 bin kişi göndermeye hazırlandığına ilişkin haberleri şöyle değerlendirdi:
“Bu onların üstesinden gelmeye çalışacağı bir felaket olacak. Bizim nihai amacımız binlerce insanın ölmesinin ve yerlerinden edilmesinin önlenmesi. Bunların yaşanması Suriye’deki genel durumun daha da kötüleşmesine neden olur. El Kaide ve diğer aşırıcı gruplar genelde bu tür durumları kendi nüfuz alanlarını genişletmek için kötüye kullanıyor. Ve İdlib bölgesinde bazı El Kaide cepleri olduğunu biliyoruz. Orası sonuçta Türkiye’nin güney sınırı ve burada yaşananlarla ilgili kaygıları var. Ne yapmaları gerektiğine kendileri karar verecek. Zaten İdlib’de bir şey yaşanmasa bile Türkiye’nin güney sınırında radikaller ve sığınmacı akışı nedeniyle zaten pek çok sorunu var. Dolayısıyla da kendi sınırlarında güvenliği nasıl sağlama arzusunda iseler buna saygı duyarız.”
Hem Rusya hem ABD’nin İdlib’deki teröristler konusunda Türkiye’yi “sorumlu” kılması ilginçti. Ancak, “Niye böyle?” diye ne soran, ne sorgulayan oldu.
Devam edelim.
17 Eylül’de Erdoğan-Putin Soçi Zirvesi’nde buluştu. İdlib’in 15 Ekim’e kadar silahtan arındırılması, bölgede güvenliği Türk ve Rus askerlerinin devriye görevi ile sağlaması kararlaştırıldı.
Aynı günlerde HTŞ’nin bir sözcüsü, “Örgütün lağvedilmesi ve Türkiye destekli bir gruba katılmasını konuşma zamanı olmadığını” bildirdi… 28 Eylül’de de Reuters’ın geçtiği bir haberde, “HTŞ’nin, üçüncü taraflar aracılığıyla Türk Ordusu’na Soçi mutabakatına uyacakları şeklinde el altından mesaj gönderdiği” öne sürüldü.
28 Eylül’de Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, İdlib’teki cihatçıların Afganistan gibi başka yerlere taşınmalarının kabul edilemez olduğunu, bunların ya yok edilmesi ya da yargılanması gerektiğini belirterek, şöyle konuştu:
“ABD de ılımlı olarak nitelendirdiği militanları cihatçı örgütlerden ayrılmaya ikna konusunda devreye girme sözü verdi, ancak şu ana kadar bu sözünü tutmadı. Türkiye siyasi sürece hazır olan muhalifleri El Nusra’dan ayıracak. Türkiye’nin işi hiç de kolay değil. Biz Türkiye’nin normal muhalifi, El Nusra’dan ayırabileceğini umuyoruz.”
Lavrov’dan sonra Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’den şu açıklama geldi:
“Türkiye’nin ilân edilen silahlardan arındırılmış tampon bölgeyle ilgili üzerine düşen görevi yerine getirerek Nusra militanlarını çıkartabileceğini düşünüyoruz. Çünkü İdlib’e gelenler zamanında buraya Türkiye üzerinden geldi. Dolayısıyla Türkiye burada kimin kim olduğunu iyi biliyor. Geldikleri yere dönmeleri de doğal gelişme olur.”
-Çekilme Tamamlandı mı Tamamlanmadı mı?-
Ve bu ay;
6 Ekim’de Reuters, İdlib’deki muhaliflerin silahsızlanma bölgesindeki ağır silahları çekmeye başladığını duyurdu. Aynı gün AA’ya konuşan ÖSO Sözcüsü Naci Mustafa da bu gelişmeyi doğrulayıp, “Ağır silahların çıkartılması, Türk yetkililerin koordinasyonunda gerçekleşiyor” dedi.
Öte yandan ise HTŞ’nin henüz kararını açıklamadığı gibi, İdlib’in bazı bölgelerinde diğer muhalif gruplarla çatıştığı haberleri geldi.
9-10 Ekim’de önce ÖSO Sözcüsü Naci Mustafa, ardından Rusya Milli Savunma Bakanlığı, “Çekilmenin tamamlandığını, binin üzerinde militanın İdlib’teki silahsızlandırılmış bölgeden ayrıldığını” duyurdu. Milli Savunma Bakanlığı’mızdan da şu açıklama yapıldı:
“Garantör ülke olarak Türkiye mutabakattaki sorumluluklarını yerine getirmiş, bu kapsamda, İdlib’de gerginliğin sonlandırılması ve karşılıklı çatışma riskinin ortadan kaldırılması maksadıyla, ağır silahların Silahlardan Arındırılmış Bölge’den çekilmesi 10 Ekim 2018 tarihinde tamamlanmıştır. İdlib’de sürdürülebilir ve kalıcı barışın tesisi için mutabakat kapsamında faaliyetlerimiz hız kesmeden sürdürülmektedir.”
Aynı gün konuşan Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, şu ilginç ifadeleri kullandı:
“İdlib çatışmasızlık bölgesinin silahsızlandırılması yönündeki anlaşma yerine getiriliyor. Orada tüm gruplarla aktif olarak iş birliği yapma konusunda ana rolü, Türk ortaklarımız oynuyor. Bizim bilgilerimiz, bu sürecin yeterince ilerlediğini doğruluyor.”
Bu gelişmelerden 5 gün sonra Fransız AFP Ajansı ve İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, örgüt üyelerinin bölgeden çekildiğine dair bir işaret olmadığını, ayrıca HTŞ’nin, “Cihat tercihimizi ve kutsal devrimimizi gerçekleştirmeye yönelik savaşımızı terk etmedik” şeklinde bir açıklama yaptığını bildirdi. HTŞ’nin, “Çekiliriz, ama silah bırakmayız” dediği ve Türkiye’nin bu örgütü anlaşmaya uyması için ikna etmeye çalıştığı da öne sürüldü.
-Putin’i Sansürledik mi?-
İdlib’deki son duruma gelince;
Putin iki gün önce Soçi’de düzenlenen Valday Uluslararası Tartışma Kulübü toplantısında konuştu. Gündeminde Suriye’deki son gelişmeler de vardı.
Putin’in açıklamalarını medyamız, “Türkiye’ye minnetarız” veya “DEAŞ ABD kontrolündeki bölgede 700 kişiyi esir aldı” başlıklarıyla verdi.
İdlib’le ilgili sözleri ise sadece bir-iki gazetede sadece şöyle yer aldı:
“Soçi mutabakatı çerçevesinde İdlib’deki süreç henüz tamamlanmadı. Her şey o kadar kolay değil, aksine zor. Ancak Türkiye üstlendiği sorumlulukları yerine getiriyor. Anlaştığımız 15-20 kilometrelik İdlib’deki çatışmasız bölgenin kurulumuna devam ediliyor. Bölgedeki tüm ağır silahlar çıkarılmadı, tüm teröristler ayrılmadı. Ancak Türk partnerlerimiz sorumluluklarını yerine getirmek için gerekli her şeyi yapıyor. Hatta bölgeye askeri bir hastane bile kurdular. Türkiye terörizmle sert ve etkin bir şekilde mücadele ediyor.”
Oysa Sputnik ve birkaç internet sitesinin haberinde, “Hatta onlar bu bölgeye askeri hastane taşıdılar, çünkü kayıplar var” şeklinde bir cümle daha vardı.
Valday Uluslararası Tartışma Kulübü’nün internet sitesinde yayınlanan konuşma dökümüne baktığımızda da Putin’in böyle söylediğini gördük.
Birincisi; Medyamız, Putin’in bu sözünü neden özenle cımbızladı?
İkincisi; İdlib’e askeri hastane kurulmasının sebebi, daha önemlisi “Çünkü kayıpları var” ifadesinin anlamı nedir?
Üçüncüsü; “Kayıplar”dan kasıt, can kaybı ise kaybettiklerimiz Türk askeri mi, ÖSO mensupları mıdır?
Sahi İdlib’de neler oluyor?.. Milletten gizlenen bir şeyler mi var?..
Müyesser YILDIZ
20 Ekim 2018
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/putinin-sozleri-nasil-sansurlendi-20101849.html