İçeriğe geç

Kimlerin Katıldığı Toplantıda Böyle Bir Görüş Benimsendi; “Eğer Şüphe Varsa, Bundan Devlet İstifade Etmelidir”!..

Geçen yıl Eylül ayında Polis Akademisi Başkanlığı tarafından bir çalıştay düzenlendi. Çalıştayın konusu, “Yeni Nesil Terör Örgütü: FETÖ’nün Analizi” idi.

Buradaki konuşma, öneri ve tespitler önce rapor haline getirilip kamuoyuna açıklandı, sonra Polis Akademisi tarafından kitaplaştırıldı. Rapor, o vakitler medyada geniş yer buldu. Ancak Hakan Şükür’ün Yavuz Sultan Selim’in kaftanını Türkiye’den çalıp ABD’ye götürmeye çalıştığı, “FETÖ” davalarındaki itirafçıların gerçekte hiçbir kritik bilgi vermediği gibi tespitler daha çok dikkat çekti.

Raporun sonuç bölümünde yer alan “FETÖ’yle mücadeleye” ilişkin 18 maddeden oluşan önerilerin üzerinde de duruldu. O önerilerden bazıları şöyleydi:

– FETÖ ile mücadelede belirlenen stratejiyi uygulayacak inançlı insanlara ve güçlü mekanizmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

– FETÖ, örtülü kazanç sermayesi aktarımında vakıfları ve dernekleri kullanmıştır. Vakıf ve derneklerin daha sıkı denetlenmesi gerekmektedir. 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası yetersizdir.

– Örgütle mücadelede, ihtisaslaşmış kolluk kuvvetine ihtiyaç duyulmaktadır.

– MASAK’ın hazırladığı raporlar çok önemlidir. Ne var ki, birtakım sıkıntılar ve eksiklikler de yaşanmaktadır. Bu nedenle MASAK mevzuatının geliştirilmesi ve değiştirilmesi gerekmektedir. MASAK’ın, Maliye Bakanlığı bünyesinden çıkarılması bir seçenek olarak değerlendirilmelidir.

– FETÖ davalarında sanık sayısının oldukça fazladır. Şu an için 500 bin kişinin cezaevine konulması imkânı bulunmadığı gibi büyük kısmı Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerde bulunan 500 bin kişinin yargılama imkânı da bulunmamaktadır. Bu konuyla ilgili bir strateji belirlenmeli ve bu stratejide örgütün üst düzey yetkililerinin belirlenerek, bu kişilerden başlayıp aşağı doğru inilmesi gerekmektedir.

– Gizli tanıklığın FETÖ’nün getirdiği bir müessese olduğu söylenebilir. Gizli tanıklık müessesesi ancak sıcak olayı ve fiili gören kişiye istinaden uygulanabilir, onun dışında tercih edilmemelidir. FETÖ mensupları soruşturmaları manipüle etmek isteyebilmektedirler.

– Şüphelilerin sorguya toplu şekilde alınmaları yerine tek tek alınmaları, savunmanın sağlıklı olması ve etkin pişmanlığın teşviki açısından önemlidir.

– Etkin pişmanlıkta şüphelinin beyanlarının yeni, somut ve örgütün yapısını çözmeye dönük bilgiler içermesi aranmalı, eski bilgileri tekrar mahiyetinde olan ve somut bilgi içermeyen beyanlar dikkate alınmamalıdır.

Oysa şöyle öneriler de vardı:

– Katı laiklik uygulamaları, din temelli toplulukların örgütlenmelerinin kapalı nitelikte olmasına neden olmuştur. Bu toplulukların sivil toplum kuruluşları gibi faaliyet göstermeleri beklenmiş, ancak bu yapılar sivil toplum örgütlenmesi niteliğinde de kalamamıştır. Dolayısıyla ilgili alanlarda devletin denetimi büyük önem arz etmektedir. Bu minvalde, gerekirse bu yapılanmaların kontrolü adına Tekke ve Zaviyeler Kanunu yeniden gözden geçirilmelidir. Dini örgütlenmelerin dini sahada tutularak bunların bürokraside yapılanmalarının önüne geçilmelidir. Bürokraside, FETÖ’den boşalan yerlere göz diken ve devlet içerisinde örgütlenme gayretinde olan başka gruplara da kesinlikle göz yumulmamalıdır.

– FETÖ soruşturmaları sonucunda kamu hizmetinden ihraç edilen kişilerin yakınlarının radikalleşmemeleri için bir kontrol mekanizmasının kurulması gerekmektedir.

Ya da yargılamalarla doğrudan ilgili şunlar:

– AİHM uygulamaları dikkate alınarak müdafi sayısı ile savunma süresi makul süre (bu süreyi dosyanın ve şüpheli ve sanığa isnat edilen eylemle orantılı olacak şekilde mahkemenin takdir etmesi) ile sınırlandırılmalıdır. Mevzuatta bu yönde düzenleme yapılması gerekmektedir.

– İstihbari bilgilerin yasal delil sayılması için mevzuat düzenlemesinin yapılması gerektiği de düşünülmektedir.

Sözkonusu raporun Polis Akademisi tarafından kitaplaştırıldığını belirtmiştik. Başlangıcına konan notta, “Bu yayının içeriği Polis Akademisi’nin resmi fikirlerini yansıtmamaktadır. Analizde yer alan bilgi ve fikirler çalıştaya katılan katılımcılara aittir” ifadesine yer verildi.

-Çalıştayda Neler Konuşuldu?-

Çalıştayda ele alınan konu başlıkları; “FETÖ’nün Sosyo-Psikolojik Analizi, FETÖ’nün Dini Anlayışı, Güvenlik Bürokrasisi ve FETÖ Yapılanması, FETÖ’nün Eğitim Alanındaki Yapılanması, FETÖ’nün Ekonomik Yapılanması, FETÖ’nün Devlete Sızma Mekanizması Olarak ‘Sınavlar’, FETÖ’ye Karşı Yürütülen Hukuki Mücadele, FETÖ’ye Karşı Yürütülen Siyasi ve İdari Mücadele” idi.

Ancak bunların ilgili katılımcılar tarafından tebliğ şeklinde sunulmadığını, değerlendirmelerin ortak bir rapor haline getirildiğini kaydedelim.

Yani Moderatörlüğünü Polis Akademesi yöneticileri yaptığı, çalıştaya da Polis Akademisi’nden 5 öğretim üyesi katıldığı halde Polis Akademisi’nin değil, ama diğer 16 ismin “fikirlerini” yansıtan bir rapor.

Raporun üzerinde durmamızın sebebine gelince; Öncelikle FETÖ’yle mücadelenin hukuki boyutuna ilişkin bazı tespitler. Mesela şunlar var:

– FETÖ’ye karşı yürütülen hukuki mücadelenin objektif kriterlerinin belirtilmesi neticesinde, devletin terör örgütüne yönelik eylemlerini titiz bir hukuki çerçeve içerisinde gerçekleştirdiği görülmüş, yargı mensuplarının, kişilerin örgüt üyesi olup olmadıklarına veya eylemlerinin terör faaliyeti olup olmadığına ilişkin açık ölçütlere sahip oldukları anlaşılmıştır.

– FETÖ ile birkaç nesil sürecek bir “savaş” içerisinde olduğumuzu, devlet ve millet olarak savaşın bir bölümünü kazandığımızı ve savaşın devam edeceğini asla unutmamamız gerekmektedir.

– Hukuki mücadelenin yürütülmesiyle ilgili en önemli husus, FETÖ üyelerinin tespit edilmesi olmaktadır. Örneğin, Almanya Nazileri tespit etmede zorluk yaşamaya başlayınca yasada bir değişiklik yapılmış ve “Sosyal İnceleme Raporu” adında bir rapor oluşturulmasına karar verilmiştir. Bu sosyal inceleme raporunun içerisinde psikolog ve sosyologların ilgili kişinin arkadaşlarıyla yaptığı görüşmeler, okuduğu okul, çevresince nasıl tanındığı, tuttuğu takım, zaman geçirdiği yerler, okuduğu gazete, kitap ve köşe yazarları, çocuklarının eğitim gördüğü yerler gibi bilgiler bulunmakta ve bu bilgiler ışığında ilgili kişinin Nazi olup olmadığına dair bir kanaat oluşturulmuştur. Bu rapor teknik olarak sosyolog ve psikologlar tarafından düzenlenmiş ve uzmanlar bu raporu imzalamıştır. Sosyal İnceleme Raporu’nun sonucunda kişinin Nazi olduğunun belirlenmesi halinde cezai işlem uygulanmıştır.

– Bizim mevzuatımızda böyle bir uygulama yer almamaktadır. Bu nedenle birtakım kriterler geliştirilmiştir. Bunlar; Bylock, Bank Asya, sendika üyelikleri, KPSS gibi kriterlerdir. Bu kriterlerin geliştirilip yasal mevzuata sokulması ve yine bu kriterlerin Sosyal İnceleme Raporu’nda yer almasının sağlanması gereklidir.

– Cezalandırmaların yapılabilmesi için yasalarda da değişiklikler yapılması gerekmektedir. Gezi olayları örneği ele alındığında slogan atmak ve gösteri yapmak Anayasa’da düzenlenmiş haklar olmasının yanında bu durum terör ve kaos oluşturmak için kullanıldığında suç sayılmaktadır. Bunu önleyici yasal metinler oluşturulması büyük önem taşımaktadır.

– Tanık ve gizli tanık beyanları delil olarak değerlendirmekte, ancak isimsiz ihbarlar delil olarak değerlendirilmemektedir.

– Kişinin öğrencilik yıllarında örgüte ait ev ve yurtlarda kalmış olması tek başına delil olarak değerlendirilmemektedir.

-Şüpheden Kim Yararlanır?-

Bu tespitlerle “FETÖ yargılamalarına” bir çerçeve çizildiği açık. Sözkonusu kriterler ve uygulamadaki sıkıntılar da malûm.

En çarpıcı kısma geçelim. Aynen şöyle deniliyor:

“FETÖ ile mücadelede her şeyin delillendirilmesi istenmemelidir. İdare hukuku yönünden bakıldığında, eğer şüphe varsa, bu durumdan devlet istifade etmelidir. En ufak bir şüphenin olması durumunda kişi devlette çalıştırılmamalıdır.”

Bu anlayışın sonucunun, KHK ile ihraçlar olduğunu görüyoruz.

Ya yarın mahkemeler de, “Şüpheden sanık değil, devlet yararlanır” diyerek, hüküm tesis ederse?

– Çalıştaya Kimler Katıldı?-

Bu raporun üzerinde durmamızın asıl sebebi ise çalıştaya katılanlar.

Polis Akademisi ve çeşitli üniversitelerden öğretim üyeleri, 1 YÖK üyesi, 1 Maliyeci, Milli Eğitim ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarları, o dönem Ankara Cumhuriyet Savcısı olan 3 isim var.

Bir anlamda kolluk hizmeti yaptıkları için savcıların katılımı normal sayılabilir.

Bunlar dışında dikkat çekecek 5 isme bakalım.

İlki o dönemin Adalet Akademisi Başkanı Yılmaz Akçil. Geçtiğimiz 9 Temmuz’da KHK ile kapatılan Akademi, hakim ve savcı adaylarına meslek öncesi eğitim verilen yerdi.

İkinci isim bir siyasetçi; 4 dönemdir AKP Ardahan Milletvekili olan Orhan Atalay.

Hadi bunları da normal sayalım.

Ancak öyle üç isim daha var ki!..

Birisi, Genelkurmay çatı davası başta olmak üzere birçok darbe davasına bakan Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkanı Oğuz Dik.

Diğeri, Akıncı ve “FETÖ çatı davasına” bakan 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkanı Selfet Giray.

Sonuncusu da o dönem mahrem hizmetler, kripto dinlemeler, KPSS gibi dosyası en fazla olan 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkanıyken, bu yıl Yargıtay üyeliğine seçilen Cafer Aşık.

Polisler, savcılar ve hakimler, bir de siyasetçi… Özellikle hakimlerin, böylesi görüş ve önerilerin yapıldığı bir Çalıştay’a katılmış olması, “Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve adil yargılama” açısından sorgulanmaz ve “FETÖ”ye yeni bir koz verilmiş olmaz mı?

Öyle de oldu!.. Geçen hafta Genelkurmay Çatı Davası’nda bir sanık, Başkan Oğuz Dik’e o çalıştayı sorup, bunun “ihsas-ı rey” anlamına gelip, gelmediğini sordu. Bir diğer sanık, redd-i hakim talebinde bulundu.

Başkan Dik de kendisini HSK’nın görevlendirdiğini belirtip, “Ben görüş bildirmedim” demek zorunda kaldı.

Sözkonusu FETÖ’yle mücadele bile olsa, hukuk “teferruat” haline getirilmemeli, değil mi?

Müyesser YILDIZ

4 Aralık 2018

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/fetoden-bosalan-yerlere-goz-diken-gruplara-goz-yumulmasin-04121809.html

Kategori:Uncategorized