Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 15 Temmuz’dan sonra yapılan birçok tutuklama ve mahkumiyet kararıyla ilgili “Hak ihlali var” dedi. Son olarak dün Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını istedi.
Konumuz AİHM kararları değil. AİHM’deki bir başka dosyayla ilgili Türkiye’nin yaptığı savunma.
Öncelikle dosyanın konusunu özetleyelim.
Temmuz 2002’de İzmir’de, orak-çekiç amblemi taşıyan, Türkçe ve Kürtçe sloganlar içeren, üstünde “Bolşevik Parti-Kuzey Kürdistan/Türkiye (BPKK/T” yazılı el ilanları ile Sivas katliamını anan bildiriler dağıtan iki kişi gözaltına alınır.
2 ay sonra haklarında o zaman yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’na göre, “Yasadışı örgüt üyeliğinden” iddianame hazırlanır. Yargılamayı yapan İzmir DGM, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden “BPKK/T” hakkında bilgi talep eder. EGM, “BPKK/T’nin Türkiye’de Marksist-Leninist devrim yapma amacını güden bir terör örgütü olduğunu” bildirir.
Sanıklar 6 ay tutukluluktan sonra Ocak 2003’te yurtdışına çıkma yasağıyla tahliye edilir.
Yargılama sonunda sanıklardan birisine 24 Temmuz 2003, diğerine 12 Ekim 2004’te mahkûmiyet cezası verilir.
Bu arada 15 Temmuz 2003’te Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklikle, terör suçu için “Cebir ve tehdit kullanma” sınırlaması getirilir.
Sonrasında mahkûmiyet kararları bozulur.
Ancak İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 16 Mart 2006’da sanıkları terör örgütü üyeliğinden 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırır. Kararın dayanağı, el ilanları, kitaplar, dergiler ile bir sanığın evinde ele geçirilen örgüt tüzüğüdür.
Kararda, Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklik değerlendirilirken de “Cebir ve şiddet kullanma” ifadesinin, “Silahsız bir örgütün benimsediği ve ‘manevi cebir’ derecesine ulaşan eylemlerini hariç bırakmadığı, aksi bir yorumun, maddenin silahsız terör örgütlerine uygulanmasını imkansız hale getireceği” savunulur. “Manevi cebir”in ne olduğu ise şöyle açıklanır:
“Fiziki şiddete başvurmamalarına rağmen örgüt tüzüğü ve bazı el ilanlarının, insanları manen zorlamaya yetecek ağırlıkta ifadeler içermesi…”
3 ay sonra 29 Haziran 2006’da Terörle Mücadele Yasası bir kez daha değiştirilir; Bu kez, “Cebir ve şiddet kullanma yolu ile baskı, sindirme veya tehdit yöntemleri”, terör örgütü kurma, yönetme veya örgüte üye olma suçunun tanımına dahil edilip, suçun cezaları arttırılır.
İzmir Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosya temyiz için Yargıtay’a gittiğinde Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadaki bu değişikliğin dikkate alınarak, kararın bozulması yönünde mütalaa verir. Ancak Yargıtay, sanıkların lehinde bir değişiklik olmadığı ve cezaların daha da arttırıldığı gerekçesiyle 25 Aralık 2006’da kararı onar.
Cezalar infaz edilirken de sanıklar 2007’de, “Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi, ifade ve dernek kurma özgürlüğü, orantısız seyahat yasağı uygulamasıyla özel hayata saygı hakkının ihlâl edildiği” iddiasıyla AİHM’e başvurur.
-Ankara Hangi Kararla Savunma Yaptı?-
Neticede AİHM, yasalarda yapılan değişiklikleri de hatırlatarak, başvurucuların “Manevi cebir” şeklindeki yeni ve geniş kapsamlı bir yorumla terör örgütü üyeliğinden mahkûm edildiği, yani yasaya dayanmayan bir ceza verildiği, ayrıca Yargıtay içtihadlarında sözkonusu örgütün terör örgütü olup olmadığına ilişkin daha önce verilmiş bir karar bulunmadığı, sadece Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bilgi notuna dayanıldığı, dava dosyasında da örgütün ilanlar haricinde herhangi bir somut hazırlık hareketine veya şiddet eylemine giriştiğine ilişkin bir emarenin yer almadığı tespitlerinde bulunduktan sonra “Hak ihlali” kararıyla birlikte başvuruculardan birisine 9 bin 750, diğerine 7 bin 500 Avro manevi tazminat ödenmesine hükmeder.
“Konumuz AİHM kararları veya bu dosya değil, Ankara’nın yaptığı savunma” demiştik; Şimdi buna gelelim.
Ankara, yasalarda yer almayan, ancak yerel mahkemenin kararına dayanak yapılan “Manevi cebir”i savunmak için AİHM’e hangi örneği gönderdi dersiniz?
Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 9 Ekim 2013’te Balyoz kumpasında verdiği onama kararını!..
Zira bu kararda, “Fiziksel şiddetin” yanısıra, “Manevi cebirden” de söz edilmiş, ancak hukukçular, “Manevi cebir olarak kullanılan ifadenin darbe suçu açısından, hem mülga Ceza Kanunu hem de yeni Ceza Kanununda bir karşılığı ve tanımı bulunmadığına” dikkat çekmişti.
AİHM’e başvurunun tarihi 2007 olduğu için İktidarın bu savunmayı, Balyoz kararının onandığı dönemde gönderdiği düşünülebilir.
Ancak böyle değil. AİHM’in savunma istediği tarih 3 Ekim 2016.
Yani;
İktidar yetkililerinin, “Türk Ordusu’na kumpas kuruldu” itirafından 3 yıl,
Anayasa Mahkemesi’nin kararı bozmasından 2.5 yıl,
Ve dahi kumpas mağdurlarının yeniden yargılanıp, beraat etmesinden 1.5 yıl sonra yapılmış bir savunma.
Nitekim AİHM kararında da Ankara’nın, “Şiddet eylemlerinde bulunmaksızın, sadece örgüt tüzüğünün niteliğine dayalı olarak bir grubun terör örgütü olarak kabul edildiğine yönelik karşılaştırılabilir bir dava ya da manevi cebir kavramını kullanan ulusal içtihat örnekleri sunamadığı” belirtilerek, “Balyoz yargılaması kapsamındaki manevi cebire dair karar, başvuranların mahkûmiyetinden sonra verilmesi ve nihayetinde Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kapsamındaki bir kararıyla adil yargılanma hakkına aykırı bulunması itibariyle geçerli değildir” denildi.
Balyoz’un kumpas olduğu defalarca tescillenmiş… O kararı verenler mahkûm edilmiş veya halen yargılanıyor…
Ama görüldüğü üzere Ankara, AİHM önünde bu yok hükmündeki kararla savunma yapıyor.
Demek ki, Adalet Bakanlığı’nda hâlâ Balyoz’un “Gerçek” olduğuna inananlar var… Ya da Balyoz, iktidarın aklından hiç çıkmıyor!..
Müyesser YILDIZ
11 Aralık 2019
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/devlet-feto-kumpasiyla-turkiyeyi-savunuyor-11121941.html