Erdoğan ve AKP’nin İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana başta olmak üzere muhalefet belediyeleri ile kavgası malûm. Bu belediyelerin koronavirüsle mücadele çalışmalarına önce “Devlet içinde devlet olmaz” diye itiraz ettiler. Son olarak, yaptıklarını “PKK-FETÖ yöntemlerine” benzettiler.
Madem, bu zorlu günlerde bile “Önce iktidar, önce AKP” tercihi yapılıyor, haydi 25 yıl öncesine gidelim.
Dönemin Başbakanı, bir büyükşehir belediyemizle ilgili bir genelge yayınlar.
O şehrin Belediye Başkanı, “Ben senin memurun değilim” diye başkaldırır.
Yine Başbakan, bazı gelirler ile arazilerin denetimini belediyeden alan bir yasa hazırlar. “Şehre el koyma girişimi” olarak nitelendirilen sözkonusu hazırlığa Belediye Başkanı bu defa da şu sözlerle tepki gösterir:
“Bizi yıpratmak için …….’a ihanet içindeler… Başbakan’ın bu davranışını, politik terör olarak vasıflandırıyorum… İti ürür, kervan yürür…”
Sonra da Başbakan’ı, dönemin Cumhurbaşkanı’na şikâyet eder!..
-Sebep Rant Kavgası ve Başkanı Hizmet Yapamaz Hale Getirmek-
Şimdi o günleri, bir de bu Belediye Başkanı hakkında yazılmış kitaptan aktaralım.
Başbakan, o kentin bir çöplüğüne gitmiş, Belediye Başkanının adını vererek, “Beceremiyor!.. Bu şehre el koyuyorum!.. Bu çöplüğü kapatıyorum!..” diye bas bas bağırmaktadır.
Kitapta, bu olay anlatıldıktan sonra şöyle denilir:
“İyi de her gün toplanan 8 bin ton çöp nereye dökülecek? Lütfedip bir de onu söyleyiverseniz!.. Yeni yönetim göreve gelir gelmez çöp sorununa zaten el atmış durumda. 6 adet aktarma istasyonu planlanmış, çalışmalar tamamlandıkça birbiri ardına hizmete alınıyorlar. Sokaklar şimdiden tertemiz olmuş, eser kalmamış çöp dağlarından. Dünyanın başta gelen metropollerinden birinden bahsediyoruz. Ne var ki, şehrin çöpü, Başbakanın ‘stand up’ merakı sayesinde siyasal bir veçhe kazanmış, basının da el atmasıyla ortalık fena halde karışmış durumda. Çöp konusunda kopartılan fırtınayı iki ana sebebe bağlıyordu Belediye Başkanı: rant kavgası ve başarılı hizmetler veren Belediyemizin imajını düşürmek!..”
Devamında, “Hükümetin amacı, Belediye Başkanı’nın elini kolunu bağlamak ve hizmet yapamaz hale getirerek halkın her gün biraz daha artan teveccühünü ortadan kaldırmaktı. Başkanı durdurmak için her çareye başvurmaya kararlı görünen hükümet ortaklarının tavrı, neredeyse tek taraflı bir ‘husumet’ haline işaret ediyordu” tespiti yapılır.
Kitapta, sonradan milletvekili olacak bir ismin şu anısına da yer verilir:
“Belediye Başkanı ile birlikte Başbakan’dan randevu almıştık. Amacımız şehrin sorunlarını, çözüme ilişkin çalışmalarımızı, sürekli kesintilerle gittikçe azalan merkezi bütçe payımızın artırılmasını talep etmekti. Bizi kabul edeceği odaya geçip, beklemeye başladık. Sayın Başbakan bir hışımla odaya girdi. Yarım ağız bir hoşgeldiniz dedikten sonra duvardaki saate baktı. Sanki, ‘Size ayıracak vaktim yok aslında, ama madem gelmişsiniz fazla uzatmayın’demek istiyordu. Başkan, üzerine notlar aldığı kartı cebine koydu. Doğru dürüst bir şey konuşamadan çıktık.”
-Ankara’daki İki Kafadar-
Aynı kitaptan bir başka bölüm:
“Hükümet ortağının Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı’nın tavrı da Başbakan’dan farklı değildi. Hükümet ortakları fevkalade kararlıydılar; …….’da hızla yükselmeye başlayan Başkan efsanesini durdurmanın bir yolunu mutlaka bulacaklardı. Başbakan Yardımcısı, Bakanlar Kurulu’na bir proje sunmuştu. Bakanlar Kurulu’nun kabul ettiği bu projeye göre; ‘İmar polisi’ adı altında merkezi yönetime bağlı yeni bir birim kurularak, ……. Belediyesinin imar yetkisi bu kuruma devredilecekti. ‘Çevre polisi’ vasıtasıyla; Turing, katı atık tesisleri, kömür kullanımı, doğalgaz dağıtımı gibi yetkiler merkezileştirilecekti. Yine merkezi yönetime bağlı ‘özel güvenlik birimi’kurularak, belediye zabıtası devre dışı bırakılacaktı. İki kafadar, Başkan’ın yolunu kesmeye, ondan ne pahasına olursa olsun kurtulmaya öylesine kararlıydılar ki, kendi yaptıkları hükümet protokolüne ters düşmeyi bile göze alıyorlardı. Hükümeti kurarken deklare ettikleri protokolde, ‘demokratikleşme’vaadi önemli bir yer tutmaktaydı. O protokolde ‘yerel yönetimleri güçlendirmekten, yerinden yönetimlere zemin hazırlayacak’yasal düzenlemeden bahsediyorlardı. Oysa şimdi tam tersi bir yol izliyorlardı ve bunun için ileri sürdükleri bahane, Başkan’ın …….’u yönetmekte yetersiz olduğuydu. Tabi kimseyi inandıramadılar böyle bir saçmalığa.”
-Medya ve Muhalefet Tepki Gösterince-
“Bu saçmalığa kimseyi inandıramadılar”ın delili de sunuluyor. Neler mi? “Medyanın büyük bir bölümü ve muhalefet, ‘Mızrak çuvala sığmıyor’diyerek, hükümeti kınayan mesajlar vermeye başlamışlardı” ifadelerinin ardından şu açıklama ve yazılar:
– …….’u Ankara’dan yönetmeye kalkışmak, Türkiye’yi 1980 öncesine geri götürmek demektir. (Mesut Yılmaz, ANAP Genel Başkanı)
– Başka ……. yok diyorlar. Biz de kendilerine başka Anayasa yok diyoruz. (Necmettin Erbakan, RP Genel Başkanı)
– Yerel demokrasiyi buduyorlar. Refah’a karşı olmakla, demokrasiye karşı olmayı aynı eksene oturtuyorlar. (Necati Doğru, Sabah Gazetesi)
– Eğer oy verdiğin belediye başkanının eli kolu bağlanıyorsa, eğer ona ait yetkiler Ankara’nın eline devrediliyorsa, seçmen olarak yapmanız gereken nedir? Ankara’yı ele geçirmek… Madem iktidar mücadelesinin hedefi orasıdır, siz de mücadeleyi oraya yöneltirsiniz. Yarın Kültür Bakanlığı’na da bir Refahlı Bakan oturursa, köşkleri nereye bağlayacaksınız? Genelkurmay Başkanlığına mı? Bunlar çare değil. Bunlar, ‘Darbeyle iş çözme’mantığı. (Can Dündar, Yeni Yüzyıl Gazetesi)
– Yapılmak istenen büyük bir ‘ayıp’tır. Kaldı ki, bu defa ilerde siyasilerin başını epey ağrıtacak ‘akçalı bir ayıp’söz konusudur… Bizden uyarması: ……..’un rantını yiyelim derken, Türkiye’nin gazabını çekersiniz. (Fehmi Koru, Zaman Gazetesi)
-Başbakanın Takıntısı Kronik Haldeydi-
Sonrasını kitaptan okuyalım:
“Tepkilerin ardı arkası kesilmeyince, iki aklı evvelin ……..’u yağmalama projesi sessizce rafa kaldırılır. Ne var ki, Başbakanın ‘…….. takıntısı’ kronik haldeydi ve öngörülebilir bir sürede geçecek gibi de görünmüyordu. Bu sefer şapkasından çıkardığı tavşanın adı ‘2001 ……. Kurulu’ydu. Kurul Başkanlığına kendisini uygun görmüştü. Diğer üyeler; Başbakan Yardımcısı, Devlet Bakanı, Başbakanlık Müsteşarı, …….. Milletvekili, Vali, Belediye Başkanı ve Belediyeler Birliği Başkanıydı. ……..’u Başkan değil, bu kurul yönetecekti. Başbakan, hükümetin çoğunlukla temsil edildiği ‘Kerameti kendinden menkul bir kurul’marifetiyle düşlerini gerçekleştiriyor, yönetimi merkezileştirerek, tek seferde hem Başkan’dan kurtuluyor ve hem de ……..’a el koyuyordu. ‘Merkez medya’ mutluydu. Gazeteler, ‘başkanlığı gidiyor’ veya ‘koltuğundan olacak’gibi başlıklar atıyor, uygulamanın meşruiyetini sorgulamak akıllarına bile gelmiyordu.”
Peki Ankara’nın bu hesabı nasıl sonuçlanır? Kitaptaki ifadesiyle, “Başbakan’ın ……..’a el koyma üzerine kurduğu gündüz düşleri, bu kez de seçim engeliyle karşılaşacaktır.”
-Yeni Başbakana Önerileri-
Seçim, Başkan’ın partisinin zaferiyle sonuçlanır. Genel Başkanı, koalisyon hükümetinin Başbakanı olur. Hemen o günlerde yaptırdığı bir araştırmadan hareketle, yorum ve düşüncelerini yeni Başbakana hem brifing olarak sunar hem de rapor halinde takdim eder.
Kitapta, önce Başkan’ın o çalışması hakkında şu değerlendirme yapılır:
“Buradan çıkan sonuç şu, eğer Türkiye daha demokratik bir toplum, daha özgür bir birey, daha müreffeh bir hayat, dünya ile daha iyi entegre olmuş bir ülke olmaya talipse, bunu hantallaşmış bürokrasisi ve çürümeye yüz tutmuş ‘Merkezi yönetim’anlayışıyla gerçekleştiremez. Çare, ademi merkeziyetçi bir anlayışla yerel yönetimleri güçlendirmek, merkezin kimi yetki ve imkanlarını yerel yönetimlere devretmektir.”
Ardından Başkan’ın kendi şehriyle ilgili önerileri şöyle sıralanır:
“Tek başkan tek meclis sistemi… Sağlık, eğitim ve trafik hizmetlerinin belediye devredilmesi… Hazine arazilerinin belediyeye devredilmesi… Genel bütçeden belediyelere ayrılan payın arttırılması… Hükümetin sorumluluğunda olan Melen Projesinin finans ve sorumluluğunun belediyeye devredilmesi.”
Sonuçta da, “Görüldüğü gibi, Başkan’ın, Başbakan’dan isteği, kendisine daha çok kaynak aktarılması ve merkezi hükümet tarafından desteklenmesi değildir. Merkez-yerel yönetim ilişkisinin; yeni, rasyonel, yürütülebilir bir yapıya kavuşturulmasını talep etmektedir” denilir.
-Kendi Partisini Kurunca-
Kitap böyle. Sonrasına gelelim. O Belediye Başkanı, 2001’de kendi partisini kurar. Parti programına da şunları yazar:
“Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı bir çağdır. Artık demokrasi sadece bir seçme ve seçilme rejimi değil, aynı zamanda katılma ve işbirliği rejimi olarak algılanmaktadır. Bu katılım ve işbirliğini gerçekleştirecek temel birimler ise yerel yönetimlerdir. Türkiye’de kamusal yaşamı ilgilendiren birçok diğer konuda olduğu gibi, mahalli idareler alanında da asıl sorun, demokrasimizin derinlikten yoksun oluşudur. Yapılması gereken, katılımcı ve çoğulcu demokrasinin günümüzde yaygınlık kazanan ilke ve uygulamalarını yine günümüz iktisat ve kamu yönetimi anlayışları çerçevesinde mahalli idareler alanına taşımaktır. Partimiz bu doğrultuda; Mahalli idarelere yerel ihtiyaçlara göre yönetim biçimlerini geliştirme yetkisini verecektir. Yerel yönetimlerin kendi görevlerini yerine getirebilmeleri için gerekli harcamaları karşılayacak düzeyde ve çeşitlilikte mali güce kavuşmalarını sağlayacaktır. Yerel yönetimlerin karar alma süreci ve bazı faaliyetlerine sivil toplum kuruluşlarının katılımını sağlayacaktır. Kendi alanlarıyla ilgili düzenlemelere gidilmeden önce yerel yönetimlere danışılması ilkesini getirecektir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun olarak, anayasal sistemimize yerel yönetim hakkının dahil edilmesini sağlayacaktır. Yerel yönetimlerin yargı yoluna gidebilme hakkı dahil ilgili tüm düzenlemeleri gerçekleştirecektir. Yerel yönetimlerin denetim ve gözetiminin, korunmaya çalışılan çıkarların önemi ile orantılı olması ilkesini gözetecektir.”
Kitaba dönelim:
Mücadelesi anlatılan isim, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değil… Ona bunları yaşatan dönemin Başbakanı ise bugün Erdoğan’ın en büyük destekçisi olan Tansu Çiller!..
Kitabın adı da; R. Tayyip Erdoğan Bir Liderin Doğuşu.
Şimdi olanlara bakınca; “Acaba bunlar yaşanmadı mı ya da yaşananlar ve o fikirler ne zaman unutuldu?” diye soracağım, ama işte her şey bu kitapta duruyor!..
Silivri’deki Barış’lara, Hülya Kılınç’a ve Murat Ağırel’e kucak dolusu sevgiler.
Müyesser YILDIZ
22 Nisan 2020
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/basbakana-ben-senin-memurun-degilim-diyen-belediye-baskani-kimdi-22042053.html