Önceki yazıda Yunanistan ve patronlarının Türkiye’yi Ege’de İzmir Körfezi’ne hapsetme adımlarından söz ettim.
Bugün de ülkemizi özellikle Kıbrıs üzerinden Antalya Körfezi’ne hapsetmeye yönelik son gelişmeleri dikkatinize sunmak istiyorum. “Antalya Körfezi’ne hapsetme” ifadesi bizatihi Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’a ait. Kalın geçen hafta Anadolu Ajansı’na şu açıklamaları yaptı:
“Doğu Akdeniz’e en uzun sahili olan Türkiye’yi yok sayarak sizin Doğu Akdeniz’de bir enerji haritası oluşturmanız, bir siyasi istikrar inşa etmeniz mümkün değil… Gereksiz, pahalı ve eninde sonunda başarısızlıkla sonuçlanacak projelere yönelmek yerine Türkiye ile bu konuların konuşulması, Türkiye’nin içinde olduğu planlarla birlikte hareket edilmesi herkesin menfaatine olacaktır. Bizim yaklaşımımız baştan beri hep bu oldu ama bizi Antalya Körfezi’ne hapsetmeye çalışan girişimlere de tabii ki bizim bigane kalmamız, tepkisiz kalmamız mümkün değil.”
Yunanistan’ın ve Rum kesiminin patronlarından Avrupa Birliği, Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borell, 25 Haziran’da Türk-Yunan sınırında mesajlar verdikten sonra Rum kesimine gitti. Savunma Bakanı Savvas Angelidis’le helikoptere binip Kıbrıs’ın batısında sondaj yapan Yavuz gemimizin olduğu bölgede incelemelerde bulundu. Rum tezlerini dinledikten sonra da, “Sizin sorununuz AB’nin de sorunu. Türkiye’den sondajlarını durdurmasını isteyeceğim. Türkiye ile deniz münhasır alan sorunlarınızı çözmek için yardımcı olacağım.”dedi.
Medyamız bu olayı, “Rum provokasyonuna alet oldu”şeklinde verdi, iyi mi?
Bu arada Rum lider Anastasiadis, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile video konferans görüşmesi yaptı; “başka bir Libya ya da Suriye olmak istemediklerini” belirten Rum lider, Türkiye’ye sert yaptırımlar uygulanmasını talep etti.
AB Kıbrıs’ta Garantör Mü Oluyor?
Borell, Rum kesimi ziyaretinden on gün kadar sonra, 6 Temmuz’da Türkiye’ye geldi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu – Borell görüşmesine geçmeden önce şunları hatırlatmam gerekir:
Kıbrıs’ta üç garantör ülke var: Türkiye, Yunanistan ve İngiltere. “Çözüm” görüşmeleri de Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılıyor.
AB 2004’teki Annan Planı referandumunda “EVET” diyen KKTC’ye vergi ambargolarının kaldırılacağı sözünü tutmazken, “HAYIR” diyen Rum kesimini AB üyeliğine aldı. Dahası, o günden beri Türkiye’nin Rum kesimini “Kıbrıs Cumhuriyeti”olarak tanımasını, deniz ve havalimanlarını onlara açmasını, ayrıca Rumların NATO üyeliğine onay vermesini istiyor.
Bu haliyle de AB fiilen Rum kesiminin garantörü rolünü oynuyor. Öyle ki 2-3 yıl önce müzakere masasına oturmak istedi. Ankara önce karşı çıktı, sonra “Yan odada durabilirsiniz.” noktasına geldi.
Çavuşoğlu – Borell görüşmesine gelelim. İktidar medyasının yazdığına göre Çavuşoğlu, AB temsilcisine ağzının payını vermiş. Acaba öyle mi?
Çavuşoğlu, Rum kesiminin AB’den destek görerek şımardığını belirttikten sonra AB’yi “çözümün tarafı” olmaya çağırdı ve “AB’nin arabuluculuğuna biz de destek veririz. Kıbrıs konuları ve diğer konularda yeter ki AB dürüst bir arabulucu olsun. Üyelik dayanışması yerine tarafsız ve objektif davransın, biz AB ile çalışmaya varız.” dedi.
Bu sözler “ağzının payını vermek” değil, anca “ağzına bal vermek” olur!..
Bilinçaltı Haçlı Kusuyor
Borell Türkiye dönüşünde Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen “Akdeniz’deki İstikrar ve Güvenlik: Türkiye’nin Olumsuz Rolü” başlıklı oturuma katıldı. AB’nin Türkiye’ye karşı yeterince sert davranmadığı eleştirileri yapıldı. Bunun üzerine Borell son Ankara ziyaretinde üye ülkelerin toprak bütünlüğü ve egemenlikleri konusunda endişeler ile Türkiye’nin faaliyetleri hakkındaki mesajlarını kesin ifadelerle verdiğini söyledi.
“Üye ülkelerin toprak bütünlüğü” ifadesinden kastı, Rumların tüm Kıbrıs’ın sahibi olduğu…
“Egemenlik”ten kastı ise Yunanistan’ın Ege’de at koşturması…
Ne kadar “dürüst ve tarafsız” davrandığı, davranacağı en baştan belli değil mi?
Asıl önemlisi şu sözleri:
“Bu çatı altında neredeyse savaşçı bir hava oluştu. Bir an Türkiye’ye karşı Avrupa donanmalarını harekete geçirip Türk işgaline karşı koymak için kutsal ittifak çağrısı yapan Papa 5’nci Pius’u görür gibi oldum. Haçlı seferleri tarihin başka bir dönemine ait. Bizim aradığımız çatışma değil. Yapmaya çalıştığımız her türlü çatışmadan kaçınmaya çalışmak.”
Borell 1571 İnebahtı Deniz Muharebesi’ndeki Haçlı donanması komutanına atıfla, “Avusturyalı Johann’ı arıyorsanız bana bakmayın.”da dedi.
AB yetkilisinin bilinçaltındaki örnekleri görüyor musunuz?! Irak’ı “Haçlı Savaşı” diye işgal ettiler… Libya’yı yine “Haçlı Seferi” ile kan gölüne çevirdiler. Şimdi de Kıbrıs-Ege için “Haçlı Seferleri” hazırlanıyor!..
ABD de “Sefer”e Çıktı
Avrupa Parlamentosu’ndaki konuşmalardan önce ABD’de Kıbrıs konusunda önemli bir gelişme yaşandı.
Dışişleri Bakanı Pompeo, Uluslararası Askeri Eğitim ve Talim Programı (IMET) kapsamında Rumlara askeri eğitim programı başlatıp fon sağlayacaklarını duyurdu.
Pompeo, “Bu, Doğu Akdeniz’de istikrarı sağlamak için bölgedeki kilit önemdeki ortaklarımızla ilişkilerimizin geliştirilmesi çabalarımızın bir parçasıdır”açıklamasını yaptı.
ABD Kongresi geçen yıl da Rum kesimine 1987’den beri uyguladığı silah ambargosunu bitirme kararı almış, konuyla ilgili yasada Rum Yönetimi, İsrail ve Yunanistan’ın önemine vurgu yapılmış, ayrıca “Akdeniz’de, Ege’de ve Ortadoğu’da tek taraflı, uluslararası hukuku ihlal eden ve iyi komşuluk ilişkilerini zedeleyen davranışlara karşıyız.” denilmişti.
Kastedilen tabii ki Türkiye idi.
ABD’nin Rum kesimiyle ilgili son adımına Ankara’dan kim, ne tepki verdi?
Tabii yine Dışişleri Sözcüsü Hami Aksoy, “İki taraf arasında dengeyi gözetmeyen adımların adada güven ortamının tesis edilmesine, Doğu Akdeniz’de barış ve istikrarın sağlanmasına yardımcı olmayacağını”söyledi.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in tepkisi de, “ABD’nin attığı bu son adım çözüme değil, çözümsüzlüğe destek verecektir. Doğu Akdeniz’i istikrarsızlaştırmaya dönük adımlarda kimse fayda görmeyecek. ABD’nin bu kararı istikrar arayışlarını bozan bir adımdır. Ada’daki her iki tarafa eşit davranmayan her adım, hukuka ve hakkaniyete aykırıdır. Türkiye ve KKTC kendi çıkarlarını sonuna kadar koruyacaktır.”oldu.
NATO’dan Manidar Zamanlama
ABD’nin Rumları askeri eğitim programına almasıyla eşzamanlı NATO cephesinde de dikkat çekici bir adım atıldı.
MSB, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde 12 yıldır projesi yürütülen “Çok Uluslu Deniz Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi Komutanlığı” kurulduğunu ve NATO’ya akredite askeri kuruluş statüsü kazandığını müjdeledi!..
Bu gelişmeyi Cumhuriyet’e değerlendiren Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Emekli Koramiral Atilla Kezek, sözkonusu merkezin deniz güvenliği konusunda NATO’ya danışmanlık yaparak yön vereceğini ve Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerde caydırıcı olacağını belirtti.
Kezek bu gelişmenin “Türkiye için uluslararası sahada önemli bir kazanım” olduğunu belirtip, “Son yıllarda Doğu Akdeniz’de, Yunan-Rum ikilisinin tek taraflı oldubittilerine ses çıkarmayıp, çoğunlukla bu ikilinin yanında yer alan NATO’nun, Türkiye’de kurulan ve deniz güvenliği gibi çok önemli konuda çalışan Mükemmeliyet Merkezi’ne uluslararası askeri kuruluş statüsü vermesi, Deniz Kuvvetleri’nin sessiz sedasız imza attığı bir başarıdır”değerlendirmesini yapmış.
Kusura bakmasın, değerli dostum Atilla Kezek’in bu iyimser yaklaşımına katılamıyorum. Aksine NATO’nun bizim faaliyetlerimizi kontrol altında tutmak ve Doğu Akdeniz’deki her adımdan haberdar olmak için bu zaman ayarlı “jesti” yaptığını düşünüyorum.
Bilmem ABD, AB ve NATO’nun Ege’den sonra Kıbrıs’ta da “Haçlı Kuşatması”na giriştiğini görebiliyor muyuz?
Sözde “müttefiklerimiz” tarafını bu kadar netleştirdiğine göre “Kıbrıs’ta çözüm” masasından kalkmanın zamanı hala mı gelmedi?
Sincan’dan Silivri’deki Barış Pehlivan’a, Hülya Kılınç’a, Murat Ağırel’e ve açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/hacli-seferi-baslattik-demedikleri-kaldi-17072052.html