Mesaisinin büyük bölümünü bizlere ses olmak için cezaevlerinde geçiren sevgili meslektaşımız, CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, bayramdan önce bizlerin durumunu Meclis’te gündeme getirere, cezaevlerindeki düşünce suçlularının özgür kalması için “yeni yargı paketi” çıkarılmasını istedi. Çakırözer, “Türkiye’yi dünyanın en çok gazeteci hapseden ülkesi ayıbından kurtaralım.” dedi.
Yeni, mini, maksi, uzun yargı paketine gerek var mı? Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi açık, onları uygulasalar yeter. Zaten oynamaya niyeti olmayan gelin gibi yer darlığından şikayet eden de yok. Çünkü bu hukuksuzlukları yaptıranlar ve yapanlar bu ülkede tek bir aykırı ses, tek bir muhalif istemiyor.
“Aykırı ses, muhalif” tabirleri ne ki?! Düşünebiliyor musunuz, bu devletin başı, partisiyle bayramlaşmada gece gündüz uyumamalarını isterken, “Dosttlarımızı arttıracağız, düşmanlarımızı da azaltacağız.” dedi.
Burada “düşman” kim oluyor? Ne acıdır ki, elbette muhalifler.
Hakim Ve Savcıları Kurtarın
“Yeni bir yargı paketine ihtiyacımız yok.” demek istemiyorum. Aksine, sadece gazeteciler değil, binlerce mağdur için var. Hem de acilen!
Ama X öznesi mağdurlar değil, hakim ve savcılar olmak üzere…
Meramım şu:
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, 15 Temmuz’un yıldönümünde Türk yargısının o gece kritik bir görev ifa ettiğini vurguladıktan sonra şunları söyledi:
“Türk yargısı için bu sürecin diğer bir anlamı da kendi içindeki FETÖ hainlerinden arınarak saygınlığını ve milletin güvenini tekrar kazanmaktır. Adalet, hukuka bağlılık dışında her türlü bağlılığı reddetmeyi gerektirmektedir. Milletin emanet ettiği yargı yetkisini, millete, milletin evlatlarına karşı bir silah, ahlaksızca operasyonların aracı olarak kullananların adalet kapısında mahalli bulunmamaktadır. Hile ve kumpaslarla hukuku çiğneyenlerin, vicdanını terör örgütüne esir edenlerin yargının hiçbir köşesinde yeri yoktur, bundan sonra da olmayacaktır.”
Peki öyle mi? Olmadığını, yargı yetkisinin hala bir silah gibi, muhaliflere yönelik operasyonların aracı olarak kullanıldığını, görüyor, biliyor ve bizzat yaşıyoruz.
Değilse; yargıya güven neden yerlerde sürünüyor? Değilse; neden bizatihi Adalet Bakanlığı’nın rakamlarına göre iddianamelerin sadece yüzde 46.8’i mahkumiyetle sonuçlanıyor, yani yarısından fazlası boşa düşüyor?
Değilse; çay paketi gibi dağıtılan ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet hapis cezaları neden şakır şakır bozuluyor?
Tek bir örnek vereyim:
Eski General Metin İyidil olayı çok konuşuldu, tartışıldı. Neden? Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi “darbeden” ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi.
İstinaf 20. Ceza Dairesi beraat kararıyla birlikte tahliye etti.
Erdoğan’ın devreye girmesiyle 21. Ceza Dairesi yeniden tutuklama kararı çıkardı. Erdoğan, beraat ve tahliye kararı veren heyetin “FETÖ’cü” olduğunu da iddia etti. Bunun üzerine HSK, o hakimleri başka illere tayin ederken, haklarında soruşturma açtı.
Nihayetinde Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nden nasıl bir karar çıktı? İyidil’in darbeden değil, “yardımdan” cezalandırılması, bu yüzden yargılamanın yenilenmesi gerektiği… Yani ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının yanlış olduğu…
Başa dönelim. Duruşmaları izlediğim için kulaklarımla duydum, İyidil’i ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptıran 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hüsamettin Otçu, “Türkiye’nin en iyi ağır ceza reisi olduğunu” söylüyordu.
Hakkını teslim adına, “Sanığı 1 saat dinledikten sonra söylediklerini noktasına, virgülüne dokunmadan tutanağa geçiren bir başka hakim görmedim.” deyip devam edeyim.
Otçu, İyidil kararından sonra Ankara İstinaf’a Daire Başkanı olarak atandı. Halen görevini sürdürüyor…
İyidil’i beraat ettiren, bizzat Erdoğan’ın “FETÖ’cü” dediği hakimler de halen görevde ve haklarında yürütülen soruşturma 6 ayı geçtiği halde sonuçlanmadı. Başkan Hulusi Gül’ün emekli olmak için davanın nihai sonucunu beklediğinin konuşulduğunu da kaydedeyim.
Ez cümle; savcının darbeden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemesini geçelim; görünen o ki iki mahkeme “yanlış” karar verdi, Yargıtay “orta yolu” buldu.
Yargıtay’ın kararını esas alırsak, o iddianameyi hazırlayan savcı, o kararları veren mahkeme başkanı ve üyelerinden hesap sorulması gerekmez mi?
Yaklaşık 6 ay önce Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, iddia ve kararları tartışmalı savcı ve hakimlerin bu durumun sicillerine işlenmesi gibi bir yaptırımdan söz etmişti.
Yeterli mi? Değil… Hakim ve savcıları siyasi baskılardan kurtarır mı? Asla…
O yüzden kendi adıma diyorum ki;
Hapiste yatma adına artık devletten alacaklı olmak değil, peşin tahsilat ve kısasa kısas istiyorum. Bunun için de şu “mini paketi” öneriyorum.
– Haksız hukuksuz, keyfi soruşturma ve yargılamalarda maddi, manevi tüm zararların soruşturma ve yargılamayı yapanlara fatura edilmesinin sağlanıp uygulanması…
– Soruşturma/dava takipsizlik, kovuşturmaya yer yok kararı ya da beraatle sonuçlanması durumunda, ilgili savcı veya hakimlerin mağdur ettikleri kişi kadar hapis yatma yaptırımının getirilmesi…
Merak etmeyin, çıldırmadım!..
İşler bu denli çığrından çıkmışken;
Üklemizi önüne geleni tutuklayan ayıbından kurtarmak için bunu istemem çok mu yanlış ve abes?!
Sincan’dan Silivri’deki Barış Pehlivan’a, Hülya Kılınç’a, Murat Ağırel’e ve açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/mini-yargi-paketi-oneriyorum-merak-etmeyin-cildirmadim-09082023.html