İçeriğe geç

Liselinin Telefon Davası Böyle Sonuçlandı!..

Davanın ilk celsesinde Avukat, müvekkiliyle ilgili iddianamenin kabul edilmesindeki yanlışlığı vurgulamak için sözlerine şöyle başladı:

Çok vaktinizi almayacağım, ama bu iddianameyi neden reddetmeniz gerektiği konusunda açıklamalarım olacak. Çünkü dosyada elle tutulur, Yargıtay’ın da aradığı gibi, somut, kesin, her türlü şüpheden uzak bir tane bile delil görmüyoruz. Bir mahkemenin iddianame değerlendirme kararı var; bizimle ilgili bölümlerini okuyup, sizin de bu iddianameyi hiç kabul etmemeniz gerektiği yönündeki beyanları sunacağım. Diyor ki, burada…”

Araya giren Mahkeme Başkanı’nın cevabı şu oldu:

Tamam, fiilen uygulama imkânı yok; 15 günlük süremiz var. Kabul ettikten sonra bir daha geriye hukuksal olarak gönderilmesi mümkün değil…”

Yani bir anlamda, “Oldu bir kere” demeye getirdi.

Sonrasında şu diyalog yaşandı:

Avukat: Yani bundan sonra en azından mağduriyete sebep olmazsınız.

Başkan: Varsa başka beyanlarınız alalım, buyurun lütfen.

Avukat: Bundan sonra başkalarını mağdur etmezsiniz diye düşünüyorum.

Başkan: Onlar kendi savunmalarını yaparlar. Buyurun lütfen.

Avukat: Ya bir Cumhuriyet Savcısı bir nüfus kaydına bakar; yeterli, gerekli bir inceleme, etkin bir soruşturma yapar, değil mi?

Bu diyaloglar, geçen haftaki, “49 Yaşındaki Pozun Lafı Bile Olmaz, 15 Yaşında Gelen Telefonun Hesabı Sorulur” başlıklı yazımda konu ettiğim davanın birinci celsesinde yaşandı.

Hani 2013’te Fetullah Gülen’le Pensilvanya’da fotoğraf çektiren 49 yaşındaki Nureddin Nebati bugün Hazine ve Maliye Bakanı yapılırken, 2012’de 15 yaşında olan bir lise öğrencisinin şimdi “ankesörden” arandığı suçlamasıyla yargılanmasını anlattığım yazı.

Sanık genç bir kızdı.

Askeri liseye kız öğrenci alınmadığı halde 9 yıl önce askeri lisede okuduğu ve bu sırada “mahrem imamlar” tarafından arandığı sanılıyordu. Oysa o vakitler Anadolu Lisesi’ndeydi. 2012-2015 yılları arasında 10-15 kez arandığı iddia edilen telefon ise babasının adına kayıtlıydı.

2015’te mezun olduğunda tüm sınavları geçip Kara Harp Okulu’na girmiş, ancak sadece 1 sene okuyabilmişti; çünkü 15 Temmuz’dan sonra okul kapatılmış, tüm öğrenciler gibi o da atılmıştı.

Sonrasında büyük üniversitelerimizin birisinde okumaya başlamış, bu arada sınava girip yurtdışında burslu okuma hakkını kazanmıştı.

Ancak tam yurtdışına gitmeye hazırlanırken gözaltına alınmış, tam 12 gün gözaltında tutulup “itirafçı” olması istenmişti.

Devamında tutuklama istemiyle adliyeye sevk edilmiş, neyse ki karakola imza ve yurtdışı yasağı adli kontrol hükümleriyle serbest bırakılmış, ardından hakkında “örgüt üyeliği” suçlamasıyla iddianame hazırlanmış, mahkeme de bu iddianameyi kabul etmişti.

Yurtdışı yasağı konmasının bedeli şu olmuştu: burs hakkı yanmıştı.

İşte yazının başlangıcında aktardığım; avukatın, “Bu iddianameyi reddetmeniz gerekirdi” demesinin ve Mahkeme Başkanı’nın da, “Oldu bir kere” anlamına gelen cevabının sebebi bu tabloydu.

İki ay önceki ilk celsenin sonunda Mahkeme, Milli Savunma Üniversitesi’ne müzekkere yazılarak sanığın hangi tarihte Kara Harp Okulu’na başlayıp hangi tarihte ilişiğinin kesildiğini ve askeri lisede eğitim alıp almadığının sorulmasını, ayrıca sözkonusu telefonun kime ait olduğunun araştırılmasını kararlaştırırken imza yükümlülüğünü kaldırdı; ancak yurtdışı yasağının devamına karar verdi.

Beraat Ama…

Davanın son durumu mu?

Dün ikinci celse yapıldı.

Müzekkerelere gelen cevaplardan, sanığın ve avukatının söylediklerinin doğru olduğu anlaşıldı.

Ayrıca UYAP sorgusunda, hakkında herhangi bir itirafçı beyanı bulunmadığı görüldü.

Ve “beraatine” denildi.

Ancak “delil yetersizliğinden”, iyi mi?!

Avukatının hem delil yetersizliğinden beraat kararına itiraz edeceğini hem de genç kızın yanan yurtdışı hakkı için tazminat davası açacağını belirtip soralım:

Böyle özensiz iddianamelerle insanların “lekelenmeme hakkı” çiğnenirken paket paket yargı reformları kime, ne fayda ki?!

Müyesser YILDIZ
29 Aralık 2021

Kategori:Uncategorized