İçeriğe geç

Sıra Fırat-Dicle’ye Mi Geldi?!

Dünkü yazımızda ele aldığımız Neçirvan Barzani ile Erdoğan arasındaki “dostluk ve ileri derecedeki hukukun” sebeplerini ve olası sonuçlarını değerlendirmeye devam edelim.

Öncelikle de şunları hatırlatalım.

15 Temmuz’un finansörlüğünü yaptığı, Katar’a uygulananan ambargoyu desteklediği, Libya’da darbeci Hafter’ın yanında yer aldığı için Ankara’nın hasım ilân ettiği Birleşik Arap Emirlikleri’yle ilişkiler birdenbire düzeldi ve Erdoğan yarın bu ülkeye gidiyor. Ancak en azından 251 şehidin hesabı sorulmadan, neden ve nasıl bu noktaya gelindiği hâlâ bir muamma.

Şunu biliyoruz: Birleşik Arap Emirlikleri, ABD’nin “stratejik ortağı”. Nereden biliyoruz? Daha 12 gün önce Prens Nayhan’la görüşen ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, bu ilişkiye vurgu yaparak Husi saldırılarına karşı BAE savunmasına her türlü katkıda bulunacaklarını bildirdi. Nitekim bu kapsamda ABD’nin gönderdiği F-22 savaş uçakları dün gece BAE’ne ulaştı.

Erdoğan’ın, “özbeöz kardeşimiz” dediği Katar da ABD’nin “stratejik ortağı” ve aralarından su sızmıyor.

Şimdi Neçirvan Barzani’ye dönelim.

Erdoğan’ın 31 Ağustos’ta BAE Prensi’yle telefon görüşmesinden hemen sonra “sözkonusu diyaloğun başlamasında arabuluculuğu Neçirvan Barzani’nin yaptığı ve bunun için Barzani’nin 12 Haziran’da BAE’ne gidip iki ülke ilişkilerinin yumuşatılmasını konuştuğu” öne sürüldü. Bu iddia yalanlanmadı.

Ardından şu gelişmeler yaşandı.

Eylül’de Londra’ya giden Barzani, burada da BAE Prensi’yle bir araya geldi. İki ismin çeşitli konuların yanısıra, “Ortadoğu’daki gelişmeler ve halkları için barış, istikrar ve refah sağlama çabaları hakkında görüş alışverişinde bulunulduğu” bildirildi.

Barzani’nin Ekim’deki durağı Katar oldu. Barzani ve Katar Emiri’nin, “Kürdistan bölgesi ve Irak’ın Katar ile ilişkilerinin güçlendirilmesi, Irak ve bölgedeki durumun yanı sıra tarafları ilgilendiren bir dizi konuyu ele aldığı” duyuruldu.

Katar’la Su Anlaşması

Bir hatırlatma daha.

25 Kasım 2020’de Ankara’ya gelen Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani ile çeşitli anlaşmalar imzalandı. Bunlar arasında “Su Yönetimi Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı” da vardı.

Bir çöl ülkesi olan Katar’ın su ihtiyacını büyük ölçüde deniz suyunu arıtarak karşıladığı bilindiğinden hangi suyun yönetileceği epeyce tartışıldı. Tarım Bakanlığı, sadece iki ülke arasında su yönetimi alanında deneyim ve tecrübelerin paylaşılıp bilgi alışverişinde bulunulacağını açıklarken, 21 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanan bu anlaşmaya, “entegre su kaynakları yönetimi, su tesisleri yönetimi, kıyı ve geçiş suları yönetimi” maddelerinin eklendiği görüldü.

18 Yıl Önce Kıyamet Koparan Rapor

Tüm bunlardan sonra 14 Nisan 2003’e gidelim.

AB’nin o tarihte yayımladığı Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi’nde, “Çevre” başlığı altında “Su” konusuna değinilirken, Türkiye’nin taraf olmadığı “Su Çerçeve Direktifi- Sınırıaşan Su Yollarının Korunması, Kullanımı ve Uluslararası Göllere İlişkin Sözleşme- Sınırıaşan Boyutta Çevresel Etkilerin Değerlendirilmesi” başlıklı uluslararası sözleşmelere atıf yapıldı. AKP iktidarının hazırladığı Ulusal Program’da buna verilen karşılık da, “Sözleşmeler, tam üyelikle birlikte değerlendirilecektir.” oldu.

Ancak bunların ne anlama geldiği, yine AB’nin 6 Ekim 2004’teki Etki Değerlendirme Raporu’yla anlaşıldı. Sözkonusu raporda kelimesi kelimesine şu ifadeler vardı:

Orta Doğu’da su önümüzdeki yıllarda giderek artan biçimde stratejik bir konu haline gelecektir. Türkiye’nin AB’ye katılımıyla beraber su kaynakları ve altyapılarının (Fırat ve Dicle nehirleri havzaları üzerindeki barajlar ve sulama sistemleri, İsrail ve komşu ülkeleri arasında su alanında sınır ötesi işbirliği) uluslararası yönetiminin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.”

Haliyle büyük tartışmalar yaşandı. Muhalefet, “Fırat-Dicle sularını istiyorlar.” diye tepki gösterirken, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Külliyen yalan. Türkiye’nin çıkarına olmayan hiçbir şey yapılmayacaktır.” karşılığını verdi.

Ancak 5 yıl sonra 1 Aralık 2009’da Akşam Gazetesi; Türkiye’nin, AB’nin bu talebini müzakerelerde “Çevre” başlığının “Kapanış” kriteri olarak kabul ettiğini duyurdu.

O sürecin ve Ankara’nın bu konudaki kabullerinin halen Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde, “Avrupa Birliği ve Su Konusu” başlığı altında aynen anlatıldığını belirtmekle yetinip, bu konuda uzun bir aranın ardından 2019’dan itibaren başlayan yeni açılımlara dikkat çekelim.

Saray’ın Su Özel Temsilcisi

3 Ocak 2019’da Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih, Erdoğan’ın daveti üzerine Ankara’ya geldi. İki liderin ele aldığı konulardan birisi de Erdoğan’ın, “en önemli sorun” diye nitelendirdiği su oldu. Erdoğan, “su sorununu etraflıca görüştüklerini” açıklayıp şunları söyledi:

Özel temsilcimle -bu işin başından itibaren içinde olan geçmişteki bakanımı da inşallah Irak’a gönderip- orada ilgililerle görüşmeler yapılacaktır. Bu sorun, daha çok su konusunun yönetimiyle ilgili, burada ciddi sorunlar var. Bunu her şeyden önce bir prensibe bağlayıp, adımlar atılacak olursa ki şu anda bu yıl Irak’ta da yağmur bol, kar var. Dolayısıyla orada hemen altyapısıyla üstyapısıyla adımlar atılırsa inanıyorum ki bu sıkıntıyı şöyle birkaç yıl içerisinde çözer ve Irak bundan sonra çok daha rahatlayacaktır.”

Su meselesinin iki ülke arasında bir problem olarak kalmasını arzulamadıklarını ifade eden Berhem Salih de, “Bu bağlamda Cumhurbaşkanı özel temsilci tayin ettiler, bundan dolayı kendilerine minnettarız. İki ülke arasında var olan bu problemin temelde çözülmesi için atılan bu adımı önemli görmekteyiz.” dedi.

Erdoğan’ın su sorunu özel temsilcisi” olarak atadığı isim ise uzun yıllar Orman ve Su İşleri Bakanlığı yapan Veysel Eroğlu’ydu.

O görüşmeden iki ay sonra dönemin ABD Başkanı Trump, Suriye toprağı olan Golan Tepelerini İsrail toprağı ilân ederken, iktidarın Gazetesi Yeni Şafak’tan Hasan Öztürk’ün, “Golan’dan sonra Fırat’ın kıyılarını da isterlerse, bu beka değil de nedir?” başlıklı yazısında, ABD’nin Suudi Arabistan ve BAE ile “yeltendiği” yeni adımlara işaret ettikten sonra, “Kudüs başkentleri olsun. Golan Tepeleri ilhak edilip topraklarına katılsın. Sîna’yı da Fırat’ın kıyılarını da versinler. Böylece Arzu Mevud’a ulaşsınlar. Biz de rahat edelim, onlar da… Öyle mi?” diye sorduğunu kaydedelim.

AB ve BM’nin Hazırlıkları

Ülkemiz gündeminde olmayan diğer gelişmelere de bakalım.

AB, Kasım 2021’de içinde Dicle ve Fırat’ın da yer aldığı “İklim Değişikliği, Su ve Gelecek İşbirliği” başlıklı bir rapor hazırlattı. Raporda, Dicle ve Fırat Havzasında iklim değişikliğinin su kaynakları üzerinde etkilerinin ağırlaşarak artacağı, bunun da iç göçler, yoksulluk, sosyal huzursuzluk gibi sorunları tetikleyeceği gibi tespitler yer alırken, “Havza ölçeğinde oluşturulacak bir su işbirliğinin yeniden düşünülmesi”, “bu konunun su ve enerji sektörlerinin daha derin ekonomik entegrasyonu gibi yeni yaklaşımlarla ele alınması” gerektiği vurgulandı.

Son olarak Bağdat’ta gerçekleştirilen bir toplantıyı aktaralım. 7-8 Şubat’ta BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Yakın Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesel Konferansı’nın 36’ıncı turu yapıldı. Toplantı gündemiyle ilgili bilgi veren Irak Tarım Bakanı Muhammed Karim el-Khafaja, “Ticaret mübadelesi, ekonomik konular ve su sorunlarını görüşmek üzere Türk Tarım Bakanı ile bir toplantımız var. Su konusunu ve uzantılarını görüşmek için İran ve Türk heyetlerinin [Irak’taki] varlığını değerlendireceğiz.” dedi.

Buna ilişkin haberlerde, Dicle ve Fırat nehirlerini de paylaşan Irak ve Suriye’nin, 1997 tarihli BM Su Yolları Sözleşmesi’ne imza attığı, ancak Türkiye ve İran’ın imzalamadığı da hatırlatıldı.

Evet, “BM Su Yolları Konvansiyonu” diye bilinen, tam adı “Uluslararası Su Yollarının Seyir Dışı Kullanımlar Kanunu Sözleşmesi” olan ve hem yüzey hem yeraltı suları dahil BM tarafından uluslararası geçerliliği bulunan tüm suların kullanımını kapsayan 1997 tarihli bu Sözleşme’ye karşı oy kullanan üç ülkeden birisi Türkiye’ydi.

Yegâne sebebi de, elbette ki, Dicle ve Fırat’tı.

Sessiz Ziyaret

Bağdat’taki toplantıya dönersek; sözkonusu toplantıya Türkiye’den Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin katıldığını ancak Bağdat Büyükelçimiz Ali Rıza Güney’in sosyal medyadaki paylaşımıyla öğrendik.

Çünkü bakanların attığı neredeyse her adım gündem olurken, Pakdemirli’nin Bağdat ziyareti ne duyuruldu ne haber yapıldı. Haliyle de orada neler konuşulduğunu, Fırat-Dicle’nin gündeme gelip gelmediğini bilmiyoruz.

Diyeceğimiz; şu gelişmeler, Ankara-Barzani-BAE-Katar hattına ek olarak İsrail’le açılım hazırlıklarının ana hedefinin, bilinen ve tahmin edilenlerin ötesinde -aynen AB’nin 2004’te öngördüğü gibi- Fırat-Dicle suları olduğunu göstermiyor mu?

Müyesser YILDIZ
13 Şubat 2022

Kategori:Uncategorized