İçeriğe geç

İsrail’le “Gaz Anlaşmasına” Giderken Kıbrıs’tan Olmayalım!..

Sadece 5 ay önceydi. G-20 Zirvesi için gittiği Roma’da düzenlediği basın toplantısında Erdoğan’a önemli bir soru yöneltildi.

AB ülkeleri Genelkurmay Başkanlarının Belçika’da toplanıp, AB’nin kendi ordusunu kurma konusunda hazırladıkları metne ilişkin soru şöyleydi:

Birçok AB üyesi NATO’ya üye. AB, bu adımla bir bütünlük içinde daha fazla bağımsızlık hedefini ortaya koydu. Türkiye de NATO’nun bir üyesi. Sizin düşünceniz nedir bu fikre karşı?”

Erdoğan şu cevabı verdi:

Yani bu olabilecek bir proje değil, mümkün değil. Çünkü sizin de ifade ettiğiniz gibi, yani şu anda AB üyesi ülkeler de dahil NATO ülkesi ağırlıklı ve bunların da hemen hemen kahir ekseriyeti zaten böyle bir yapılanmaya sıcak bakmıyor. Başka bir şeye gerek var mı?”

İşte Erdoğan’ın, “mümkün değil” dediği bu proje önceki gün ete-kemiğe büründü ve Rum-Yunan tezlerinin en büyük destekçilerinden AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell tarafından hazırlanan; AB Ordusu kurulmasının yol haritası olan “Avrupa Stratejik Pusula” AB Liderler Zirvesi’nde onaylandı.

AB’yi ilgilendiriyor gözüken sözkonusu kararın Türkiye açısından anlam ve önemini anlamak için öncelikle “pusula”nın ana hatlarını aktaralım.

Birincisi; AB Ordusu görünümlü olsa da NATO “ana güvenlik garantisi” ve “stratejik partner” olarak tanımlanıyor. Yani bizim de üye olduğumuz NATO’yla birlikte hareket edilmesi öngörülüyor…

İkincisi; durum bu olduğu halde “Avrupa Stratejik Pusula”sında Türkiye’den söz edilirken, AB’yi çevreleyen bölgelerdeki risk ve tehditler sıralanarak, Ankara’nın hâlâ medeniyet projemiz” dediği AB’nin, ülkemizi kendi sınırları içinde görmediği bir kez daha ortaya konuyor.

Üçüncü ve en önemli nokta ise; Doğu Akdeniz’deki politikalarımız eleştirilip, Türkiye’nin, “AB üyesi ülkelerin egemenlik haklarını ihlâl ettiği, bunu yaparken uluslararası hukuka aykırı hareket ettiği” ve “düzensiz göçü dış politikada bir araç olarak kullandığı” öne sürülerek, “Bu tehdit ve sınamaların bütünü, yurttaşlarımızın güvenliğini, kritik altyapımızı ve sınırlarımızın bütünlüğünü etkiliyor.” deniliyor. Özetle Rum-Yunan tezleri tescilleniyor!..

Peki AB, bu ordu ile neleri hedefliyor?

Üye ülkeler, bölgedeki krizler karşısında hızlı hareket edebilmek için askeri yeteneklerini güçlendirip düzenli askeri tatbikatlar yapacak… Gerekirse, yurt dışına ortak askeri harekat düzenlenmesi için 5 bin kişilik operasyonel bir ordu” kurulacak… Avrupa sınırlarındaki devletlerin yetersiz kaldığı durumlarda AB, “barış gücü” gönderecek…

Bu Rumların Dolaylı NATO Üyeliğidir

AB’nin bu planının Kıbrıs, Ege, Karadeniz başta olmak üzere birçok krizin tam göbeğindeki ülkemizi yakından ilgilendirdiği ortada.

AB üyesi değiliz; yani bir anlamda bize karşı bir ordunun temeli atılıyor. Ama öte yandan, NATO üyesi olarak, AB-NATO ortak kararlarına uymak zorunda kalabileceğiz – ancak karar mekanizmasında söz sahibi olmaksızın!..

Buna karşılık; AB üyesi olduklarından, Yunanistan ve Rum kesimi karar mekanizmasında yer alacak. Beraberinde ise Rum kesimi NATO’nun şimdilik dolaylı üyesi haline getirilecek.

Açıkçası; belki de içinde Rum-Yunan askerlerinin bulunduğu AB Ordusu Kıbrıs, Ege, Karadeniz, Balkanlar ve Kafkaslar’daki çatışmalara dahil olacak veya barış gücü” olarak buralarda bulunacak.

Ankara Niye Sessiz Kaldı?

İşte Türkiye açısından böylesi kritik bir planla karşı karşıyayken şu garabet yaşandı:

Erdoğan’ın, “Mümkün değil.” açıklamasına rağmen, “pusula”nın onaylanması aşamasında Ankara’dan Dışişleri Bakanlığı dışında kimseden ses çıkmadı.

Bakanlığın tepkisi ise şundan ibaret kaldı:

Belgenin özellikle ülkemize atıfta bulunulan Doğu Akdeniz bölümünün, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin bu denizdeki haklarını yok sayan ve maksimalist deniz yetki alanı iddiaları bulunan iki AB üyesi tarafından AB’ye dikte ettirildiği, bu haliyle uluslararası hukuka, teamüle ve hatta AB’nin kendi müktesebatına aykırı ve gerçeklikten kopuk olduğu görülmektedir. Bu anlayışla doğru yönü göstermekten şaşarak ‘pusula’ olmaktan çıkan belgeyi ‘stratejik’ olarak görebilmek de güçtür. Bu belgenin AB’yi Doğu Akdeniz’de, çözümlerin değil, sorunların parçası yapacağı ve doğru stratejilere taşımayacağı aşikardır. Son günlerde yaşanan gelişmeler gözönüne alındığında, belgenin gerçekleri ve doğruları bu şekilde ıskalamış olması ve tam üyelik adayı olan bir NATO Müttefikini bu denli sığ bir bakışla ele alması AB için bir vizyonsuzluk ve talihsizliktir.”

Özetle Bakanlık, faturayı Rum-Yunan ikilisine kesmekle, AB’yi de “vizyonsuzlukla” suçlamakla yetindi.

Erdoğan, “En Ciddi Problem” Demişti

Öyleyse bu planın geçmişine ve kimin “vizyon” sahibi olduğuna, kimin olmadığına da bakalım.

Avrupa Ordusu’nun kurulması 1990’lı yıllarda “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” (AGSP) adı altında gündeme geldi.

Başından itibaren bu ordunun AB-NATO işbirliğiyle kurulması ve etrafımızdaki kritik bölgelerde görev yapması öngörüldü.

AB üyesi olmayan ülkelerin karar mekanizmasında yer almaması” kararlaştırıldı. Ki, o zaman Rum kesimi henüz AB üyesi değildil; ama bunun özellikle hem NATO hem AB üyesi Yunanistan’a üstünlük sağlayacağı belliydi.

O yüzden dönemin iktidarları ve Genelkurmay, NATO üyeliğimizden hareketle bu plana karşı çıktı.

Dönemin Refah Partisi Milletvekili Abdullah Gül de bu itirazları destekleyip, “Bu tavır, milli bir tavırdır. Çünkü dünyadaki kriz bölgeleri ortaya konulduğunda, 16 kriz bölgesinin 13’ünün Türkiye’yi çok ilgilendirdiği, AB çerçevesinde kurulacak bu ordunun bu bölgelere müdahalesinin sözkonusu olduğu düşünülür ve Türkiye’nin de karar mekanizmalarında olmadığı dikkate alınırsa, Türkiye’nin buradaki kararlılığı ve kesin tavrının ne kadar doğru olduğunu hep beraber göreceğiz.” dedi.

Keza Erdoğan 5 Aralık 2001’de, çiçeği burnunda AKP Genel Başkanı iken, “milli bir duruşa” ihtiyaç olduğunu ve bunun Türkiye’nin geleceğini çok ciddi bir biçimde tehdit ettiğini belirterek iktidardaki yumuşama belirtilerine şöyle tepki gösterdi:

Bu konu, belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana önüne çıkmış en ciddi problemlerden bir tanesidir. Neden hükümet, ne Meclis’e ne de kamuoyuna açıklama yapmaktan kaçınmaktadır? AB’nin ve NATO’nun bildiği mutabakat neden TBMM’den, Dışişleri Komisyonu’ndan ve halkımızdan gizlenmektedir? Böyle bir devlet yönetimi, böyle bir demokrasi anlayışı olmaz, kabul edilemez. Bugün bu olup bitenler göstermektedir ki, bu hükümet mali bakımdan Türkiye’yi bir müstemleke haline getirdikten sonra ulusal güvenliğimizi de vesayet altına sokmaktadır. Bu nedenle, bizim AK Parti olarak önümüzdeki süreçte bu gidişi engellemek için ne gerekiyorsa yapacağımızı şimdiden herkes bilsin.”

30 Yıllık Proje

Devam edelim.

Rum kesimi, AKP iktidarının ilk yılında AB üyesi yapılırken Ankara veto hakkını kullanmadı.

Ardından AB, Rum kesiminin NATO üyeliğine onay vermemiz dayatmasında bulunmaya başladı.

Geçen süreçte; AB ve NATO kâh PESCO (Daimi Yapılandırılmış İşbirliği–Permanent Structured Cooperation), kâh Libya’ya yönelik silah ambargosunu denetlemek üzere adı Yunanca olan ve “barış” anlamına gelen İrini Operasyonu’nu adı altında bu planı hayata geçirmeye çalıştı.

İşte şu anda öncülüğünü Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un yaptığı 30 yıllık planın son hali de “Avrupa Stratejik Pusula” oldu!..

Ankara’nın sessizliğinin sebebi; Erdoğan’ın 21 yıl önce vurguladığı gibi mali sıkıntılar” mıdır, bilinmez; ama “ülkemizin ulusal güvenliğinin” ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğu ortada.

Bu da Nereden Çıktı?” Diyeceğimiz Bu Olmasın

Çoğu NATO üyesi olan AB liderlerinin “Stratejik Pusula”yı onaylamasından bir gün önce Erdoğan Brüksel’de, NATO Zirvesi’ndeydi.

Biden’la özel bir görüşme yapamadı; ama dönüş yolunda Zirve’nin ne kadar başarılı geçtiğini, “Türkiye’nin, NATO’nun geleceğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamaya devam edeceğini” vurguladı.

NATO-AB ilişkileri ve bu yeni dönemde Türkiye’nin rolü” konusundaki bir soru üzerine özetle; “Avrupa güvenliğinin temel taşı, temel yapısı NATO’dur… Türkiye bölgesel güvenliğin temini için vazgeçilmez bir müttefiktir… Demek ki, NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmemiş… Bu talihsiz açıklamanın ardından da Macron şu anda NATO içerisinde en aktif rolü oynayan liderlerden bir tanesi durumunda. Epey gayretli.” dedi.

Ukrayna savaşından sonra ülkemizin kilit ülke” haline gelmesini, özellikle Libya ve Doğu Akdeniz denklemindeki liderler başta olmak üzere çok sayıda liderin ülkemizi ziyaret etmesini değerlendirirken Yunanistan ve İsrail hakkında şunları anlattı:

Yunanistan’ın ziyaretinde tabii ki, Yunanistan-Türkiye ilişkilerindeki malum sıkıntıların ortadan kaldırılmasına yönelik ne gibi adımlar atabileceğimizi görüşme imkânımız oldu. Bundan sonraki süreçte aracılarla değil, biz direkt olarak kendimiz görüşmelerimizi yapalım, özel temsilcilerimiz vasıtasıyla görüşmelerimizi yapalım diyoruz… En önemli ziyaretlerden bir tanesi de İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un ziyaretiydi. Biz bu süreçte İsrail Başbakanı Benet’in de gelme durumu söz konusu. Onun da gelişiyle birlikte Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni bir süreci başlatma durumumuz olabilir. Bunun Filistin meselesine de olumlu yansımaları olacağına inanıyoruz. Burada tabii daha çok Doğu Akdeniz ile ilgili birlikte neler yapabiliriz konusu var. İkili ilişkilerde birlikte atabileceğimiz en önemli adımlardan bir tanesi olarak, öyle zannediyorum ki, burada yine doğal gaz konusu öne çıkabilir.”

Dünyada bir enerji sıkıntısı yaşanırken, liderlerin Türkiye’ye ziyaretleri, bunların hepsini bir araya getirecek olursak, Türkiye’nin enerji hub’ı olma hedefi vardı, bu hedefte mesafenin azaldığını söyleyebilir miyiz?” şeklindeki bir soruyu cevaplarken de şu ifadeleri kullandı:

İnşallah bu önümüze yeni kapılar açacak. Şu anda açıklamayacağım. İnşallah bu yaptığımız görüşmelerle birlikte önümüze enerjide çok daha farklı alanlar açılacak ve bunu duyduğunuzda, ‘Bu da nereden çıktı?’ diyeceksiniz.”

Biz de Avrupa Ordusu ile ilgili bu sıcak gelişmeden hareketle diyoruz ki;

“İnşallah İsrail’le enerji anlaşmalarına gidilirken Kıbrıs’tan olmamıza yol açacak tavizler verilmez, Rumların NATO üyeliğinin önü açılmaz!..”

Müyesser YILDIZ
27 Mart 2022

Kategori:Uncategorized