Yıl 2005… ABD’nin Başkanı Bush, Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’dı.
ABD, Cuma hutbelerinde, “Allah katında yegâne din İsâm’dır” ayetinin okunmasından rahatsızdı. O yıl Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Çanakkale Şehitleri Haftası dolayısıyla okuduğu hutbedeki bir bölüm, bu rahatsızlığı iyice gün yüzüne çıkardı. O bölüm şuydu:
“Allah katında yegane din olan İslam’ın hızlı yayılışına tahammül edemeyen nice güçler, bu ilerleyişin önüne geçmek için her türlü yola başvurdular. İslam’ı ve Müslümanları tarihten silmek için sözde kutsal ordular oluşturdular, ancak nihai amaçlarına ulaşamadılar. Çünkü karşılarındaki insanlar tevhit, adalet, takva ve kendine güven; zulme, şirke, küfre ve haksızlığa karşı koyma gibi değerleri bünyesinde barındıran yüce bir dine mensup idiler. Değerli Müminler; tarihte olduğu gibi günümüzde de aynı güçler, İslam’ı çıkarları ve egemenlikleri karşısında en büyük engel gördükleri için insanlarımızı dinlerinden koparmak amacıyla planlı ve organize biçimde çalışmaktadırlar.”
Büyükelçi Eric Edelman, hem bu konuda hem de misyonerlik karşıtı açıklamalar yapılması sebebiyle dönemin Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ı önce sözlü olarak, ardından diplomatik nezaketten yoksun bir mektupla uyardı.
Edelman’a, daha doğrusu ABD’ye göre Türkiye’de din özgürlüğü konusunda sıkıntı yaşanıyor ve sözkonusu hutbedeki ifadeler, “Hıristiyanlara tehdit” olarak algılanıyordu.
Rahatsız olan sadece ABD değildi. Aynı günlerde dönemin AB Türkiye Temsilcisi Hans Jörg Kretschmer, Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nu ziyaret edip, “laik bir ülkenin laik bir kurumunun, ‘İslâm yegâne hak dinidir’ denilmesini nasıl savunabildiğini” sordu.
ABD ve AB’nin bu pervasızlığına Ankara, şöyle tepki gösterdi:
Devlet Bakanı Mehmet Aydın, “Böyle bir üslup var mı?” diyerek sadece üslubu eleştirdi. İçeriğine ilişkin ise, “Edelman’ın kendisini ziyaretinde ayrıntılı olarak görüştüklerini” söylemekle yetindi. Sonrasında Aydın’ın, “Böyle bir üslup var mı?” değil, “Bu tür mektuplar Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile gönderilir, üslup bu olmalı.” yorumunu yaptığı bildirildi.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’na gelince; ABD Büyükelçisi Edelman için, “Rahatsız olmasını yadırgadım. Kural dışı bir tepki, Biz, kilisede veya sinagogda konuşulanları eleştirmiyoruz.” derken, kendisini ziyaret eden AB Temsilcisi Kretschmer’e, “Ben Müslüman olarak bütün dinleri eşit göremem, Papa da göremez. Herkesin kendi dinini yüceltmesinden daha doğal bir şey olamaz. Ben ‘İslam yegane hak dinidir.’ derim,bir başkası da, ‘Hıristiyanlık yegane hak dinidir.’ diyebilir. Bu bir çatışma, kavga nedeni olamaz. Sevgi, saygı, hoşgörü tamam da bir hakikati de örtmez. Biz bunu bir ayrımcılık meselesi yapmayız.” karşılığını verdiğini açıkladı.
ABD Büyükelçisi’nin mektup krizi bunlardan ibaret kalmadı, aynı günlerde AB Büyükelçileri’nin Başbakan Erdoğan onuruna verdiği yemekte de gündeme geldi. Belçi Büyükelçisi Jan Mattysen, “Hükümetin, Türkiye’de azınlıkların din özgürlüğü konusunda sıkıntı olmadığını sık sık tekrarladığını” hatırlattıktan sonra, “Eğer bu doğruysa niçin Devlet Bakanı Mehmet Aydın, TBMM’de misyonerlik konusunu tartışıyor ve 368 kişinin Hıristiyanlığa geçmesini gündeme getiriyor?” diye sordu. Patrikhane’nin “Ekümenik” sıfatını kullanamamasından şikayet etti. Başbakan Erdoğan’ın cevabı şu oldu:
“Din özgürlüğü konusundaki asıl sıkıntıyı, çoğunluğu oluşturan Müslümanlar çekiyor… Bu sorunu bizzat ben yaşıyorum. Ben başörtülü eşimle beraber seçildim. Dışişleri Bakanı’mız Abdullah Gül de öyle. Benim eşim bunu burada takabiliyor ama [Çankaya Köşkü’nü kastederek] karşıda takamıyor. Bu sizce garip değil mi?”
17 Yıl Sonra Yeniden
17 yıl önceki bu “krizi” hatırlatmamızın sebebi ne mi?
Bilindiği gibi, ABD Dışişleri Bakanlığı her yıl hemen hemen dünyadaki tüm ülkelerle ilgili “Dini Özgürlükler Raporu” hazırlıyor. Geçen yıla ait rapor da geçtiğimiz 2 Haziran’da açıklandı.
Önce Türkiye raporunda yazanları kısaca özetleyelim:
Her yıl olduğu gibi; hükümet yetkililerinin konuşmalarında antisemitik söylemler kullanmaya devam ettiği, Erdoğan’ın, İsrailliler için “Bunlar 5 yaşında 6 yaşındaki yavruları öldürecek kadar katil. Bunlar kan emmekle ancak doyar.” dediği belirtildi… Türkiye’nin Lozan’da tanınan azınlıklar dışındaki azınlıkları tanımadığı ve bu grupların haklarını sınırlamayı sürdürdüğü vurgulandı… Hükümetin Sünni Müslüman din adamlarına eğitim vermeye sürdürürken diğer grupların kendi üyelerini eğitmesini kısıtladığı öne sürüldü… Ve elbette Ruhban Okulu’nun hâlâ kapalı olması eleştirilirken, ABD Başkanı Biden’ın 25 Ekim 2021’de Fener Rum Patriği Bartholomeos’u Beyaz Saray’da ağırladığı hatırlatılıp, “ABD Büyükelçisi’nin, Türkiye’yi ziyaret eden üst düzey Amerikalı yetkililerin ve diğer büyükelçilik ve konsolosluk yetkililerinin, hükümete dini gruplar üzerindeki kısıtlamaları kaldırma ve mülklerin iadesi konusunda ilerleme sağlanması çağrılarında bulunduğu” anlatıldı.
Bu raporun öncekilerden önemli bir farkı vardı.
Eşit Hakları İzleme Derneği ile Norveç Helsinki Komitesi’nin ortak sponsor olduğu, Hollanda Büyükelçiliği’nin de destek verdiği, “Türkiye’nin Eğitim Sisteminde Çeşitliliği ve Din ve İnanç Özgürlüğünü Destekleme Projesi” diye bir projeden söz edildi. Sözkonusu projenin, “okullarda din veya inanç özgürlüğü hakkının, insan hakları temelinde takibi yoluyla bilgi üreterek Türkiye’deki mevzuat ve uygulamanın, uluslararası insan hakları standartları uyarınca uyumlanmasına katkıda bulunmayı” amaçladığı kaydedildikten sonra da şu tespite yer verildi:
“Araştırmaya göre, müfredatta tek tanrılı olmayan inançlarla ilgili öğretilere yer verilmemiş ve Hıristiyanlık ile Yahudiliğe, yalnızca Arap Yarımadası’nda İslam’ın ortaya çıkmasından önce [o dinlere] inananlar bağlamında, kısaca değinilmiştir. Ayrıca raporda, müfredatta yer alan bazı ifadelerin diğer dinlere fiilen saygısızlık yapacak kadar taraflı olduğu, ‘Allah’ın kabul ettiği tek din İslâm’dır” ifadesinin yer aldığı belirtildi.”
Herhalde Duymadılar
Şuraya geleceğiz; bu raporun yayımlanmasının üzerinden 10 gün geçti, iktidardan tek bir ses çıkmadı. Acaba duymadılar, görmediler mi?
Oysa Avrupa Parlamentosu’nun 7 Haziran’da kabul ettiği ve tavsiye niteliğinde olan Türkiye raporu karşısında böyle sessiz kalmadılar.
Önce Dışişleri Bakanlığı, AP’nin bu raporunu reddettiklerine ilişkin bir açıklama yaptı. Ardından AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Avrupa Parlamentosu yine gerçeklerden kopuk ve sorumsuz bir Türkiye raporu hazırlamış… Sömürge komiseri diliyle yapılan bencil değerlendirmelerin bir anlamı yoktur.” dedi.
Ez cümle; Garp cephesinin 17 yıl sonra aynı yerde durduğunu gördük… Ya dindarlık adına içerde sınır tanımayan Ankara, mevzubahis ABD’nin İslâm rahatsızlığı ise nerede duruyor?!
Müyesser YILDIZ
12 Haziran 2022