Üç yıl önce eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, 2009’da askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açan kanunun bir gece yarısı Meclis’te kabul edilmesine atıfla, “FETÖ’nün siyasi ayağının araştırılmasını” isteyince iktidar ve medyası, birçok olayda olduğu gibi, adeta kıyameti kopardı.
“Vesayet… darbe özlemi” suçlamaları gırla gitti.
Bizzat Erdoğan, AKP Grup Toplantısında, Türkiye’de milli iradeye ve milli iradenin tecelligâhı olan TBMM’ye sürekli tuzak kuran ve bu yüce kurumu yıpratmaya çalışan bir zihniyet olduğunu belirtip milletvekillerine “parlamentonun hukukunu korumaları, hukukun gereği neyse yapmaları” çağrısında bulundu. Erdoğan, Meclis’i ve milletvekillerini aşağılayarak yalnızca darbe ve vesayet zihniyetine hizmet edilebileceğini kaydettikten sonra da Başbuğ’a şu eleştirileri yöneltti:
“Bu, boru göstermeye benzemez. Bu defa parlamento hukuku boruyla sindirilemez. Emekli bir askerin peşine düşüp Meclisi, milletvekillerini, yasama dokunulmazlığını izama yeltenenler herhâlde kendi geçmişlerinden utanıyorlar. Aksi takdirde böyle bir yanlışın içine düşmezlerdi.”
Erdoğan’ın bu emri anında yerine getirildi.
Evvela AKP Sözcüsü Ömer Çelik, İlker Başbuğ hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıklarken şunları söyledi:
“Bu meseleyi sıradan bir mesele olarak görmüyoruz, geçiştirilecek bir mesele olarak da görmüyoruz… Kişiler, emekli olduktan sonra kendilerinin hiçbir şekilde demokratik bir anlayışla akılla izah edilemeyecek birtakım fikirlerini ortaya savurup ondan sonra da ‘Genelkurmay Başkanlığı yaptım’ diyerek bu makamın arkasına sığınamazlar… TBMM mensuplarını, getirdikleri bir yasa yüzünden kimse Fetullahçı Terör Örgütü’nün yanına yazamaz… Bir darbe girişiminden, bir darbe girişimi yapmış bir organizasyondan mağdur olan kişinin, onların temsil ettiği vesayete karşı çıkarken başka tür vesayet biçimlerine teşvik etmemesi, cesaretlendirmemesi lâzım. Demokratik standartları yükselten bir yasal düzenlemeyi ‘birisi istismar etti, etmedi’ diyerek o yasal düzenlemenin altında imzası bulunan arkadaşlarımızı hedef göstermek gibi yaklaşımın tabii ki kanunlar çerçevesinde ve siyasi çerçevede bir karşılığı olacaktır.”
Ardından aynı gün, aralarında Bekir Bozdağ, Mustafa Elitaş ve Ahmet Aydın’ın da aralarında bulunduğu AKP’li 6 milletvekili, hem Başbuğ hem de -benzer açıklamalar yapan– Dursun Çiçek hakkında suç duyurusunda bulundu. Aynı zamanda Erdoğan’ın da avukatı olan Hüseyin Aydın tarafından bu AKP’liler adına yapılan suç duyurusunda Başbuğ hakkında “kamu görevlisine hakaret”, Çiçek hakkında ise “iftira” suçundan dava açılması istendi.
Suç duyurusunda; “sözkonusu düzenlemenin yüce Meclis’in iradesiyle yasalaştığı, herhangi bir örgütün etkisinin olmadığı” bildirilirken şunlar da vurgulandı:
“Milletvekillerinin yasama faaliyetlerinden dolayı suçlanması ancak antidemokratik rejimlerde ve vesayet düzeninin geçerli olduğu ülkelerde söz konusu olabilir. Şüphelinin bu doğrultudaki açıklamaları vesayet düzenin özleminin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Kaldı ki FETÖ ile mücadele edenleri asılsız ithamlarla itibarsızlaştırmak, FETÖ ile mücadeleye zarar vermekte ve sonucu itibariyle FETÖ’ye hizmet etmektedir. Örgütün belirlenmiş bir strateji çerçevesinde FETÖ ile mücadele eden sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere AK Parti’yi, milletvekillerini asılsız ithamlarla itibarsızlaştırmaya çalıştığı ve bu şekilde FETÖ ile mücadeleyi akamete uğratmaya çalıştığı bilinen bir gerçektir.”
Neticede Başbuğ ve Çiçek hakkında 1 ila 7 yıl arasında hapis istemiyle dava açıldı.
Ama ne olduysa; Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile diğer isimler, geçtiğimiz aylarda şikâyetlerinden vazgeçti.
Ve Çiçek davası geçtiğimiz Ekim’de, Başbuğ davası ise dün beraatle sonuçlandı.
O İddianameler Ne Olacak?
Yok; “Öyleyse İktidar ve medyası bu kadar kıyameti niye kopardı?.. Erdoğan’ın talimatıyla ülke gündemi ve yargı niye böylesine meşgûl edildi?” diye sormayacağız.
Veya “Demek ki, her yere sızan FETÖ, bir tek Meclis’e girmeyi başaramamış.” tespitini de yapmayacağız.
Sadece İlker Başbuğ’un ve Dursun Çiçek’in dillendirdiği, AKP’nin ise şiddetle karşı çıktığı o şüphenin, bizatihi Cumhuriyet Savcıları tarafından iddianamelere nasıl konu edildiğini hatırlatacağız.
Bunlardan ilki; 15 Temmuz öncesinde hazırlanan ve “FETÖ, TSK’da darbe yapacak seviyeye ulaştı” denilen, ama ancak 15 Temmuz’dan sonra dikkate alınan “FETÖ çatı” iddianamesiydi. Bu iddianamede; sanıklardan, bir dönem Fetullah Gülen’in avukatlığını yapan Abdülkadir Aksoy’a yöneltilen suçlamalardan birisi şöyleydi:
“Örgütün istediği kanunların çıkarılması için toplantılar düzenleyerek görüşler alıp siyasi iktidara ve ilgili bakanlık ve Meclis’e örgüt adına ulaştırdığı…”
Kastedilen; dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in, Fetullah Gülen hakkında “terör örgütü yöneticiliği”nden açtığı davada verilen cezanın Yargıtay aşamasında beraatle sonuçlanmasını sağlayan, Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişiklikti.
Yargılama aşamasında Abdülkadir Aksoy, bu düzenlemeyle hiçbir ilgisinin olmadığını anlattı. Başka açıklamalarla da bu doğrulandı; ama sonuçta Aksoy, örgüt üyeliğinden 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
İkincisi; 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra hazırlanan Genelkurmay Çatı Davası iddianamesiydi ve özetle şu tespitlere yer verildi:
“Örgüt, kritik kadrodaki personeli vasıtasıyla, TSK içerisindeki mevcudiyetini muhafaza edebilmek adına özellikle Disiplin Kanunu ile örgüt lehine kullanabileceği düzenlemeler yapabilmiştir. 6413 sayılı TSK Disiplin Kanunu ile yeniden düzenlenen disiplinsizlik ve ahlâki durum nedeniyle TSK’dan ayırma sürecinde disiplin puanına bağlı ayırmaya ilişkin yeni bir usul yaratılmıştır. İlk bakışta disiplinsiz personelin ayrılması için sistematik bir yol gibi görünen bu sistem, FETÖ mensubu kötü niyetli amirler tarafından kısa sürede personel hakkında arka arkaya cezalar verilmek suretiyle personelin TSK’dan ayrılması veya bu husus dile getirilerek personel üzerinde baskı oluşturulması için bir yöntem olarak kullanılmıştır… FETÖ mensubu olmayanların havuz dışında bırakılması kolaylaştırılmıştır… Bu sicil ve terfi sistemi neticesinde 6’ncı yıldan itibaren (2020 yılı) FETÖ/PDY mensubu olmayan personelin terfi etmesinin önüne geçilmesinin planlandığı ve 2020’li yıllarda TSK komuta kademesinin tamamen ele geçirilmesinin hedeflendiği değerlendirilmektedir.”
İlk iddianamede sözü edilen yasanın 2006’da, ikincisindekinin ise 2013’te yani AKP iktidarı döneminde çıktığını ve her ikisinin de teklif değil tasarı, yani Hükümet önerisi olduğunu kaydettikten sonra öncelikle şunu soralım:
İlker Başbuğ ve Dursun Çiçek hakkında dava açanlar, o iddianamelerdeki bu tespitlere neden sessiz kaldı?
Sonuç olarak, hem bu yaşanan gelişmelerden hem Cumhur İttifakı’nın suçlamalarından anlıyoruz ki; AKP sözkonusu ise “FETÖ’nün siyasi ayağı” diye bir durum yokmuş ve de “FETÖ” aslında CHP başta olmak üzere tüm muhalefet partilerini ele geçirmiş!..
Müyesser YILDIZ
18 Ocak 2023