İçeriğe geç

İktidarın “Milli Mücadele”si!..

İktidar ve medyası, yerli ve milli” olduğu, emperyalizme karşı büyük bir mücadele verdiği iddiasında.

Dün Çanakkale Deniz Zaferi’nin 108’inci yıldönümü mesajında bu iddiayı bir adım öteye taşıyan Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli, “Türkiye’miz bugünkü ortamda, tıpkı Çanakkale Savaşları’nda olduğu gibi, tıpkı Milli Mücadele yıllarında yaşandığı gibi, derin ve sinsi bir ablukanın doğrudan hedefindedir… Günümüzde olup bitenler Lozan’da durdurulan emperyalist komplonun yeniden ve farklı formatlarla Türk Milleti’ne dayatılmasından, bir nevi üretilen zehri kızılcık şerbeti diye servis etmekten başka bir şey değildir. ” derken muhalefet için şu ifadeleri kullandı:

Zillet ittifakı bu dayatmanın koçbaşı, bu servisin hizmetkarıdır. Bugün karşımıza tekrar çıkanlar, dün Çanakkale’de ezilenlerdir. Bugün karşımıza yeniden çıkanlar, dün Milli Mücadele’de tepelenenlerdir.”

Bahçeli, MHP ve Cumhur İttifakı’nı ise şöyle tarif etti:

Çanakkale’de düşmana göğsünü siper eden, Milli Mücadele’de zillet ve esarete bağımsızlık onuruyla direnen kahramanlar kuşağının mücadele şuuru neyse, MHP ve Cumhur İttifakı’nın duruşu, duyuşu ve deyişi aynısıdır.”

Atina Suçluyor Ankara “Jest” Yapıyor

Öyle mi değil mi; sadece Yunanistan’la ilişkilerden ve KKTC ile ilgili son gelişmelerden hareketle şu “mücadele şuuruna” bakalım.

Malûm; Kahramanmaraş merkezli depremden önce “Bir gece ansızın Atina’ya gidiyor”, KKTC’nin tanınması için çağrı üstüne çağrı yapıyorduk. Ancak depremden sonra gösterdiği dayanışmadan dolayı Yunanistan’la yeni bir sayfa açıldığı anlatılıp dostluk mesajları verilmeye başlandı.

6 Şubat depremi yaşandığında Kıbrıs Rum kesiminde Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. İkinci turda seçilen Nikos Hristodulidis aynı gün yaptığı konuşmada, “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni güçlendirmek için varını yoğunu ortaya koyacağını” belirtip şunları söyledi:

En büyük tasam Türk işgâlinin sona ermesi, vatanımızın yeniden birleşmesi. Kıbrıs’ta ‘biz’ ve ‘onlar’ olmayacak. Kıbrıs’ta tüm Kıbrıslıların cumhurbaşkanı olacağım. Önceliğim müzakereyi yeniden başlatmak.”

Bu sözlerin ardından, üstelik daha yemin edip resmen göreve başlamadan BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Colin Stewart’ın öncülüğünde KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile buluştu. Hristodulidis kendince, “Hedefi Kıbrıs’ı federal çözüm çerçevesinde yeniden birleştirme olan BM misyonu devam ediyor… KKTC’yi tanımak gibi bir adım atarak çabalarımızı bozmayın” mesajı verirken kimse Ersin Tatar’a, “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Bu ne acele?” diye sormadı.

Hristodulidis resmen göreve başladıktan sonra ilk olarak Atina’ya gidip Yunanistan Başbakanı Kriyakos Miçotakis’le görüştü. Miçotakis, deprem felaketinin Türk-Yunan halklarını birbirine yaklaştırdığını ve ilişkilerde yumuşama dönemi başladığını vurguladıktan sonra şöyle konuştu:

Daha önce, saldırgan davranışlar ve kabul edilemez tahrikler dönemi yaşandı. Şimdi daha olumlu bir davranış var. Biz de bu yeni duruma hemen karşılık verdik. Gerginliği azaltmayı ve diyalogu hedefleyen ne varsa, biz olumlu karşılık vereceğiz. Bu yeni ortamın Kıbrıs sorununun çözümüne de katkıda bulunabileceğine inanmak istiyorum. Uluslararası yasal düzen, 21’nci yüzyılda Kıbrıs’ta işgâl ordusunun bulunmasına ve geçmişte kalmış garantörlük sistemlerine müsamaha gösteremez.”

Ez cümle, Yunan tezlerinin milim değişmediğini ortaya koyan Miçotakis, Kıbrıs’ta iki bölgeli, iki toplumlu federe çözüm şartında ısrarlı olduklarını tekrarlayarak, “Kıbrıs görüşmelerinin, AB’nin daha yoğun katkısı ile tekrar başlamaları girişimini” destekleyeceklerini söyledi.

Rum lider de, “Kıbrıs bölünmüş ve işgâl altında olmaya devam edemez.” dedi.

Ancak iktidarın en büyük destekçisi kimi medya, Miçotakis’in Türkiye ve KKTC aleyhindeki o sözlerine yer vermeyip “Ankara-Atina geriliminin düştüğünden” dem vurdu.

Hristodulidis’ten bir hafta önce Rum kesimi Dışişleri Bakanı Konstantinos Kombos’un Atina’ya gidip Yunan mevkidaşı Nikos Dendias ile görüştüğünü, her iki bakanın da “Kıbrıs sorunu” konusunda benzer açıklamalar yaptığını; ancak Ankara’nın, Yunanistan’ın o söylemlerine karşılık tek kelam etmediğini kaydedelim.

Tek kelam edilmediği gibi, sonrasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Dendias’ı arayıp Yunanistan’da yaşanan tren kazasında hayatını kaybeden makinistin ülkemizde uyuşturucu kaçakçılığı suçundan hükümlü babasının Yunanistan’a iade edilmesi kararının imzalandığını müjdeledi. Oysaki başlangıçta sadece babanın, oğlunun cenaze törenine katılmasına izin verilmesinden söz edilmişti.

Türkiye’nin bu “jesti”nden hemen sonra ise şu oldu:

Atina Ağır Ceza Temyiz Mahkemesi, Yunan polisinin 2020’deki operasyonlarda ağır silahlarla yakaladığı ve her biri 33 yıl hapis cezasına çarptırılan DHKP-C terör örgütünün 11 üyesinden 10’unun beraatine karar verdi.

Şuraya geleceğiz:

Hristodulidis-Miçotakis buluşmasından üç gün sonra, geçen Perşembe, Türk Devletleri Teşkilâtı (TDT) deprem gündemiyle Ankara’da olağanüstü toplandı. Erdoğan bu toplantıda yaptığı konuşmada, zirveyi “Birliğimiz gücümüzdür” şiarıyla icra ettiklerini belirterek şunları söyledi:

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de aramıza katılmasıyla aile meclisimiz artık daha da güçlendi. Teşkilât olarak Kıbrıs Türk halkına güçlü ve kararlı desteğimizi somutlaştırdık. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması ve Kıbrıs Türk’ü kardeşlerimizin maruz kaldığı kısıtlamaların kaldırılması için verdiğimiz mücadeleyi sürdüreceğiz.”

Sonuç?

Bu Zirvede de KKTC’nin tanınmasına ilişkin bir gelişme olmadı ve sonuç bildirgesinde, “KKTC’nin TDT Olağanüstü Zirvesi’ne katılım not aldıkları” vurgusuyla yetinildi.

Öte yandan KKTC’nin TDT Zirvesi’ne gözlemci olarak katılması bile Rum kesimini çıldırtmaya yetti. AB üyesi Macaristan Başbakanı Orban’ın, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la aynı karede yer almasına tepki gösteren Rum Dışişleri Bakanlığı, Orban’a, “Nasıl ses çıkarmazsın?” diye hesap sorup izahat isterken KKTC’yi, “sahte devlet” olarak nitelendirdi. Rum medyası da KKTC için benzer ifadeler kullandı.

İstanbul’a Sanki Bir “Melek” Geldi

Hemen burada Rum medyası ile iktidarın “yerli ve milli medyası”nı karşılaştırmak için de sıcak bir örnek verelim.

Bilindiği gibi, bu yıl başında Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposluğu’na seçilen Georgios da cübbe giyme töreninde, Türk askerini “işgâl gücü” olarak nitelendirdi. Dahası, Yunan-Rum savunma doktrininin hayata geçirilmesini isteyip Rumlara “Silahlanın” çağrısında bulundu.

İşte bu isim, 10 gün kadar önce Fener Rum Patrikhanesi’nin “resmi” davetlisi olarak İstanbul’daydı. “Konstantinopol, Ekümenik Patrikhane” hezeyanları eşliğinde, görkemli bir şekilde ağırlandı.

İktidar veya medyasından kimse de, “Tanımadığımız Rum kesiminin başpiskoposu bu Türk düşmanının İstanbul’da ne işi var?” diye sormadı.

Sormadığı gibi, CNN Türk onunla röportaj yaptı. Bu da, “Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu ilk röportajını CNN Türk’e verdi” diye sunulup Başpiskopos’un depremden duyduğu üzüntüye yer verildi. Başpiskopos’un, “dönem dönem Ege ve Akdeniz’te yükseler tansiyonla” ilgili olarak ise, “Bazen iki taraftan da ton yükseliyor, ama beklentimiz karşılıklı anlayıştır. İlişkilerin hukuka [dayalı] ve insan hakları temelinde olmasını istiyoruz. Türk tarafının haklarına asla saldırı niyetimiz olmaz, olamaz da. Her insan aynı haklara sahiptir. Her insan için güvencenin sağlanması gerekir. Bunlar Avrupa’nın değerleridir. Bu yüksek değerlere sahip çıkmalıyız.” dediği aktarıldı; ama cüppe giyme törenindeki sözleri hiç hatırlanmadı.

İktidar ve medyasının yerli ve milli” söylemi ile MHP Lideri Bahçeli’nin dünkü sözlerine dönersek;

Şu olup bitenler karşısındaki sessizlik, “Çanakkale’de düşmana göğsünü siper eden, Milli Mücadele’de direnen mücadele şuurunun ve duruşunun aynısı” olabilir mi?!

Müyesser YILDIZ
19 Mart 2023

Kategori:Uncategorized