“FETÖ” iddianame ve davalarına bakın.
15 Temmuz’dan önce, Gezi ve 17/25 Aralık için de “darbe” hükmünün verilmesi çabasını göreceksiniz.
İkinci bir Gezi’den çok korkuyorlar… Korkuyorlar, ama bir yandan da sanki, “Olsun da OHAL’den Sıkıyönetime geçelim” duası ediliyor gibi…
Yoksa koca devlet, muktedir iktidar; KHK ile işlerinden atılan, bu yüzden Ankara’nın ortasında “İşimi, ekmeğimi, onurumu istiyorum” diyerek, açlık eylemi başlatan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça üzerinden “Gezi organizasyonu” çıkarmaya çalışır mıydı?
Gülmen ve Özakça ile ilgili gelişmeleri biliyorsunuz; Kendileri de eyleme destek verenler de tartaklandı… Anneleri, eşleri yaka paça gözaltına alındı… En nihayetinde bu iki genç insan açlık eyleminin 76’ıncı gününde evleri basılarak gözaltına alındı, tutuklanıp, Sincan Cezaevi’ne kondu…
Bu arada açlık eyleminin yapıldığı Yüksel Caddesi’ndeki barış heykeli de gözaltına alındı, etrafı çepeçevre bariyerlerle kuşatıldı… Onlarca polis ve panzer bekliyor… KHK ile insanlar için 1 ay olan gözaltı süresi 1 haftaya indirilmişti. Acep heykellerin gözaltı süresi kaç gün ki?!.
Sorguda Gülmen ve Özakça’ya şunlar sorulmuş:
– Ölüm orucu eylemi yapmanız konusunda size ne tür menfaatlar sunulmaktadır?
– Gitar çaldığın bir video paylaşılmış, paylaşanların örgüt üyesi olabileceğini düşündün mü?
– Masumane hak arayışı görünümündeki bu eylemlerin asıl amacı nedir?
– Yaptığınız eylemlerle hak arayışından uzak, halkta kin ve nefret uyandıran eylem tarzı yapmanızın amacı nedir?
– Ülkemiz genelinde eylem birlikteliği yaparak ülkemizde Gezi türü olaylar mı başlatmak istiyorsunuz?
Netice-i kelam; Eylemin DHKP-C terör örgütü tarafından organize edildiğine, ayrıca açlık eyleminin ölüm orucuna dönüşebileceğine karar verilerek, Gülmen ve Özakça “örgüt üyeliğinden” tutuklandı.
-Bakanlar da “Onlar Terörist” Dedi-
Gülmen ve Özakça’nın tutuklandığı gün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu İtalya’daydı. Bir İtalyan gazeteci bu konuyu sordu.
Çavuşoğlu, medyamıza göre, “İtalyan gazeteciye ders gibi” olan şu cevabı verdi:
“Sizin bahsettiğiniz, açlık grevini başlatan kişi DHKP-C terör örgütü üyesidir. DHKP-C de PKK ile birlikte terör faaliyetlerini sürdürmektedir. Terör örgütlerine üye olan ve aktif destek veren kimse karşılığını bulmalıdır. İfade özgürlüğüyle bir ilgisi yoktur bunun. DHKP-C Marksist, komünist bir terör örgütüdür, PKK ile aynı çizgidedir. Bundan yaklaşık 3 buçuk sene önce ABD Büyükelçiliğine canlı bombayla saldırıda bulunmuştur. O yüzden bu kişileri masum kişiler olarak göstermek de doğru değildir.”
Ertesi gün de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu kişilerin daha önce 25 kez gözaltına alındığını, DHKP-C ile organik bağlarının söz konusu olduğunu belirtip, şunları söyledi:
“Biri öğretmenmiş, biri de akademisyen. Kusura bakmasınlar biz çocuklarımızı terörist olarak eğitsinler diye okula göndermiyoruz. Çocuklarımızı eğitim alsınlar diye teröristlerin eline teslim edemeyiz.”
Eyyy ruh!.. Oslo masasına geldiysen ses var; Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın temsilcisi, şimdinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın PKK’lı teröristlerle pazarlık yaparken, bölgede hangi kamu görevlilerini isteyip istemediklerini sormasını, sonrasında kaç öğretmenin PKK’lı olduğunun ortaya çıktığını anlat!..
İçişleri Bakanı Soylu’nun açlık eylemi ve buna verilen destekleri “tiyatro” olarak nitelendirdiğini;
Öte yandan Avukatlarının, Gülmen ve Özakça’nın adli sicil kayıtlarını açıklayarak, kesinleşmiş beraat ve takipsizlik kararları olduğunu belgelediğini de kaydedip, 5 yıl öncesine gidelim.
-Açlık Grevindeki PKK’lıları Ziyaret Eden Bakan Kimdi?-
Takvimler 12 Eylül 2012’ye gösterdiğinde, cezaevlerindeki bilumum PKK’lılar topluca açlık eylemi başlattı.
Sebep kötü muamele, huksuzluk, hak ihlâli, kitap-mektup-ziyaretçi yasağı, 7 kişilik koğuşta 52 kişi kalma ya da güneşi görmemeleri için havalandırmanın üstünün kapatılması mıydı?
Hayır.
İmralı’daki teröristbaşına uygulanan tecridin kaldırılıp, ev hapsine çıkarılmasını ve ana dilde eğitim ile savunma hakkı istiyorlardı.
58 cezaevindeki 600’ün üzerinde PKK’lının katıldığı eyleme, o zaman adı BDP olan partilerinin milletvekilleri de destek verdi. Hatta Leyla Zana TBMM’deki odasında açlık grevi yaptı. Eylem, açlık grevinden ibaret değildi. PKK’lılar bazı cezaevlerinde koğuşları ateşe verdi.
İktidar da medya da paniklendi. PKK’lılara bir hâl gelmemesi için adeta seferberlik ilân edildi. Dönemin Başbakanı Erdoğan kızmadı değil… Eylemin “şov” amaçlı yapıldığını söyledi.
Söyledi, ama o “şov” sürerken Adalet Bakanlığı’na “mahkemelerde ana dilde savunma” için hazırlık yapılması talimatı vermeyi de ihmal etmedi.
İktidar asıl “dev adımı” ise 24 Ekim’de, eylemlerin 43’üncü gününde attı. Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin bayram öncesi Sincan Cezaevi’ne gidip, açlık eylemindeki PKK’lılarla bizzat görüştü, bayramlarını kutladı. Ziyaretin ardından da bir basın toplantısı düzenleyip, şu açıklamaları yaptı:
“Şu anda Türkiye’de 680 civarında hükümlü tutuklu açlık grevleri yapmaktalar. Bu eylemin başladığı günden bu yana olay titizlikle bakanlığımız nezdinde takip ediliyor. Olumsuz sonuç oluşmasın diye her türlü tedbiri almaya devam ediyoruz. Önce insan diyerek yola çıktık parti olarak. Bunun gereklerini yerine getirebilmek için var gücümüzle çalışıyoruz. Bugün bu açlık grevleri cezaevinin mevcut şartlarına yönelik bir eylem değildir. Farklı sorun alanlarına dönük bir takım talepleri kapsayan eylemlerdir. Bunlar da bilinen talepler. Türkiye uzunca bir süredir demokratik hakların genişletilmesi noktasında çok önemli gelişmeler sağlamıştı, bu çalışmalarına da devam eden bir ülke. Son AK Parti kongresinde 2023 vizyonuna dönük olarak bir takım taahhütlerde bulundu AK Parti. Ana dilde savunma hakkını da içeren taahhüdümüz var. Bu çalışmaların olgunlaştırılması ve uzmanların katkılarının alınmasıyla beraber Bakanlar Kurulu’nun görüşüne sunulacak. Arefe günü söylemek istiyorum. Temel hakların tamamlanması, eksiksiz yerine getirilmesi, şartların iyileştirilmesi noktasında kesintisiz bir süreç var. Tamamlanması gereken adımlar var. Bunu biliyoruz. Yürüyen atın başına vurulmaz diye bir laf vardır Anadolu’da. Bu çalışmalara katkı sunmak lazım diye düşünüyorum. Bu eylemi yapan hükümlü ve tutuklulara söylüyorum; Kendi bedenleriniz, kendi sağlığınız, sizi sevenler ve sevdikleriniz için bu bayram arefesinde bu eylemden vazgeçmelerini söylüyorum. AB sürecinde mevcut şartlarını yenileyen, irade sahibi bir hükümeti var. Bu hedef noktasında güçlü bir yürüyüş üzerinde olduğumuzu da ifade ediyorum. Sincan’da kalan hükümlü ve tutuklular içinde açlık grevi yapan erkek ve kadın hükümlülerle görüştüm. Bu düşüncemi onlarla da paylaştım. Kendi açımdan da faydalı olduğunu düşündüğüm temaslar olduğunu düşünüyorum. Onların taleplerini de dinledik, kendi düşüncelerimizi de paylaştık. Söylediğim çerçevede bir diyalog yaşandı. İmkan dahilinde olan adımlar tarafımızdan atılıyor. Savunma tarafında çalışmalar yapılıyor. Biz ümit ediyoruz, bu eylemler sesini duyurmak için yapıldıysa, bu ses duyulmuştur. Bir takım çalışmalar da devam ediyor. Cezaevlerinde bulunan her kişi devlete emanet edilmiştir. Sağlıkları devletin sorumluluğu altındadır. Onlar için her türlü ihtimam gösteriliyor. Sağlık çalışanları teyakkuz halindedir. Hükümlü ve tutuklularla her gün temas ediyor, kontrolleri yapılıyor. Şu an için çok sıkıntı verici bir tablo yok, ama konu önemsiz değildir. Bir tek kişinin burnunun kanaması bizim razı olacağımız bir sonuç değil.”
-Açlık Grevi Bitti “Açılımlar” Geldi-
Netice;
İmralı’daki teröristbaşı, açlık grevini eylem tarzı olarak doğru bulmasa da eylemin anlamlı olduğunu ve amacına ulaştığını açıkladı.
Galiba 17 Kasım 2012’ydi; Teröristbaşının kardeşi Mehmet Öcalan İmralı’ya gitti. Teröristbaşının, “açlık grevi eylemlerina son verilmesi” çağrısında bulunduğunu bildirdi.
Ve 68 gün süren eylem 19 Kasım’da sona erdi.
Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, olay karşısında hem şahsı hem de hükümet olarak hep insani yön üzerinde durduklarına ifade edip, memnuniyetini şöyle dile getirdi:
“Bu tutuklu ve hükümlülere verdikleri karardan dolayı teşekkür ediyorum. Doğru yaptılar, isabetli yaptılar, Türk halkını üzmediler. Çünkü herkes bu eylemlerin sonucunda ölümlerin olmasını arzu etmemişti. Böyle bir acının yaşanmasını hiç kimse istemiyordu.”
Ardından; İmralı’da teröristbaşıyla masaya oturma başta olmak üzere gelsin “açılımlar, çözüm süreçleri, paketler”!..
Bugüne, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya dönersek;
Nedir bu hoyratlık?!.
Suçları; PKK’lı olmamaları, pazarlığa oturacak bir bebek katili başlarının bulunmaması veya teröristlerin serbest bırakılmasını, ana dilde eğitimi değil de sadece ve sadece aş-işlerini istemeleri midir?
Erdoğan dün statlardaki “arena” isminin kaldırılması için talimat verdiğini açıkladı.
Bundan önce devr-i iktidarlarında yapılan devasa Adalet binalarındaki “saray” ifadesi kaldırılsa… Zira görüyoruz ki, “saraydan” adalet çıkmıyormuş!..
Ve cezaevinde de açlık eylemini sürdüren Gülmen ile Özakça’ya;
Milletimiz ekmeğini de aşını da bölüşür, onuruna da sahip çıkar… Gelin, bu milleti iki kişi daha eksiltmeyin!..
Müyesser YILDIZ
27 Mayıs 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/nuriye-ile-semihe-bugun-saldiran-ayni-hukumet-aclik-grevindeki-pkklilari-ziyaret-etmisti-2705171200.html