Koronavirüs belası dışında gündemimizde iki konu var.
İlki; Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın geçen Cuma hutbesinde anlattıkları üzerine başlayan sert tartışmalar… Bu tartışmalara, Anayasa’ya göre halen “hukuk devleti ve laik” olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan da katılıp, Erbaş’a yönelik tepkileri, “İslâm’a ve devlete yapılan saldırı” diye nitelendirdi.
İkincisi; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çocuklar için hazırlattığı 23 Nisan kitapçığında imam, papaz ve hahamla birlikte bir Alevi dedesinin resmedilmesi… İktidar medyası bunu, “Aleviliği ayrı bir din gösterme” niyeti olarak yorumlayıp, Ekrem İmamoğlu’nu “Emperyalizm ve Kraliçe’den akıl alarak, ümmeti bölmekle” suçladı.
ABD’nin Raporunda Neler Var?
Ülkemizdeki bu tartışmalarla ilgili ABD cenahında yaşanan sıcak bir gelişmeyi aktaracağız. Bilindiği gibi, ABD Dışişleri Bakanlığı her yıl çeşitli ülkelerle ilgili “Dini Özgürlükler Raporu” yayınlıyor.
Duymuşsunuzdur; 2020 raporu da iki gün önce yayınlandı. Yani ABD, “Koronavirüs salgını var” demedi, plan ve programlarını aynen sürdürdü. Üstelik ilk kez Türkiye raporunu, “dini özgürlükleri ağır şekilde ihlâl eden veya ihlâl edilmesine göz yuman” ülkeler için belirlediği “Özel Gözlem Listesi” için önerdi.
Bu rapordan ülkemiz hakkındaki bazı bölümleri aktaralım.
“FETÖ” lideri Fetullah Gülen için yine “din adamı” ifadesi kullanıldı.
10 ilâ 20 milyon Alevi olduğu, Türk Devleti’nin bunları Sünni Müslüman çoğunluktan ayırmayı reddettiği belirtildi.
Dini azınlıkların sosyal ayrımcılık ve şiddete maruz kaldığı öne sürüldü.
Ermeni Patrikliği seçimine müdahale edildiği anlatıldı.
Ve aynen şu ifade kullanıldı:
“Bazı gözlemciler Erdoğan’ın liderliğinde Diyanet’in yurtdışında [onun] partisinin politik ve ideolojik ajandasının bir aracı olduğu, [Diyanet’in] Türk nasyonalistliği ve Sünni İslam’ın bir birleşimini dış politika aracı olarak kullandığı tespitini yapmaktadırlar.”
AKP’liler bu rapordan hareketle, bundan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nı eleştirenler ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kitapçığı hakkında “Gördünüz mü? ABD’yle paralel yürüyorlar, Washington’dan talimat alıyorlar.” diyebilir.
Ancak hemen, bu raporun yayınlandığı günlerde Erdoğan’ın talimatıyla ABD’ye iki askeri uçakla tıbbi malzeme gönderildiğini ve Trump’a yazılan mektupta, “Dostum” ifadesinin kullanıldığını hatırlatmakla yetinip, raporun “ABD’nin Temel Politikası” başlıklı sonuç bölümüne geçelim.
Yine Yaptırım Sopası
Bu bölümde, iki ülkenin stratejik müttefik ve NATO’da ortak olduğu belirtildikten sonra Suriye meselesine değinilip, Türkiye’nin “Tek taraflı işgâlinin, savaş suçu ve IŞİD’in yeniden canlanması endişesine yol açtığı”, bunun üzerine Trump’ın “Suriye’de kötüleşen duruma katkıda bulunan Türk yetkililere yaptırım uygulama, Türk çelik tarifelerini arttırma ve ticari görüşmeleri askıya alma” kararı verdiği, sonrasında Başkan Yardımcısı Pence ile Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Ankara’yı ziyaretiyle Suriye’de ateşkesin sağlandığı anlatıldı.
“Türkiye’deki dini özgürlükler ile Suriye arasında ne bağ var?” derseniz; o görüşmede iki devletin, Suriye’deki dini ve etnik azınlıkları koruması da kararlaştırılmış. Ayrıca 14 Kasım’da Beyaz Saray’da yapılan Erdoğan-Trump görüşmesine katılan senatörler, Suriye-Türkiye sınırındaki Hristiyan azınlıkların güvenliğini gündeme getirmiş.
Değişmez Talep: Ruhban Okulu
Yaptırım sopası böylece bu rapora da yerleştirildikten hemen sonra ABD’nin on yıllardır değişmeyen talebine yer verildi.
Nedir o talep? Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması.
Raporda, bu konuyla ilgili girişimlere dair ilginç detaylar var.
Örneğin, Haziran 2019’da Dışişleri Bakanı Pompeo ve Uluslararası Dini Özgürlükler Büyükelçisi Samuel D. Brownback’in, Ruhban Okulu’nun yeniden açılması için “Türk Devleti’ne baskı yaptığı”…
2020 raporunun hazırlanmasından kısa bir süre sonra, 16 Ocak’ta Büyükelçi Brownback’in Türkiye’ye gelip, Fener Rum Patriği Bartholomeos’la “dini özgürlük sorunlarını” görüştüğü, ayrıca İstanbul ve çevresindeki önemli dini mekânları ziyaret ettiği…
Dinlerarası Diyalog Devam mı?
Peki Büyükelçi Brownback, İstanbul’dan önce nereyi ziyaret ediyor? Vatikan’ı.
Burada ne yapıyor? “Yahidilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın dini liderleri tarafından düzenlenen bir diyalog olan İbrahimî İnançlar Girişimi’nin lansmanına” katılıyor.
Malûm, Dinlerarası Diyalog bir Fetullah Gülen projesiydi ve iktidar dahil birçok kesim tarafından destekleniyordu. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ise bunun bir ihanet projesi olduğu açıklandı.
Düşünün; Bir ABD’li yetkili önce Vatikan’a gidip, “Dinlerarası diyalog” toplantısına katılıyor. Ardından ülkemize gelip, bir Türk kurumu olan Patrikhane’nin, Türk vatandaşı olan başı ile görüşüyor. Haberimiz var mı? Yok. Devletimizin izni ve bilgisi var mı? Bilmiyoruz!..
Bu Neyin Mesajı?
En çarpıcı kısmı sona bıraktım.
ABD’nin bu raporlarını 2003’ten beri takip ediyorum.
İlk kez şu oldu:
İngilizce’nin yanısıra Kürtçe (Kurmanci lehçesinde) yayınlandı. İlave olarak geçen yılki rapor da Kürtçe’ye çevrilmiş.
Suriye’yle ilgili rapora baktım; İngilizce dışında Arapça ve Kürtçe hazırlanmış. Ayrıca 2016 yılından itibaren olan raporlar da yine bu iki dilde verilmiş.
Ya Irak? Hem Arapça hem Kurmanci hem Sorani lehçeleriyle yazılmış. 2018 ve 2019 raporları da yine bu dil ve lehçelere çevrilmiş.
Türkiye özelinde soruyorum: ABD’nin, sözkonusu Türkiye raporunun Türkçesini değil de Kürtçesini yayınlaması ne anlama geliyor? Bu neyin mesajıdır?
Ankara’nın Tepkisi mi?
Ankara’nın bu vahim rapordan haberi olmadı mı? Oldu.
İki gün önce sadece Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, konuyla ilgili bir soruya yazılı cevap verdi.
Aksoy; raporun “yanlı ve objektiflikten uzak” bir dille kaleme alınmasının her yıl görülen, alışılmış bir tablo olduğunu, Türkiye düşmanı odakların etkisiyle hazırlandığını belirtip, bunu hazırlayanların aynaya bakmasını ve özeleştiri yapmasını tavsiye etti.
Ülkemizin “Özel Gözlem Listesi” için önerilmesinin, raporun arkasında yatan kasıtlı zihniyetin ve hangi odakların etkisiyle yazıldığının açık göstergesi olduğunu vurguladı.
“FETÖ elebaşının din adamı olarak nitelendirilmesi, hain darbe girişimi ve 251 vatandaşımızın şehit edilmesini bilerek görmezden gelmektir” değerlendirmesini yaptı.
Barış Pınarı Harekâtı alanına “işgâl bölgesi” denmesinin çelişkili ve tutarsız bir yaklaşım olduğunu bildirip, “Bu raporu hazırlayanlar öncelikle terör örgütü PKK/YPG’nin, etnik temizlik dahil insanlığa karşı işlediği suçları ifşa etmelidir. Bu terör örgütü daha dün Afrin’de aralarında çocukların da bulunduğu 60’tan fazla sivili katletmiştir” dedi.
Alevi vatandaşlarımızla ilgili değerlendirmeler, Diyanet İşleri Başkanlığı hakkındaki ifadeler, Ruhban Okulu ve de raporun Kürtçe yayınlanması konularında bir açıklama var mı?
Görüldüğü üzere, yok!..
Ankara Barosu’nun açıklamasına gösterilen tepkiler ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın kitapçığına yönelik eleştirilerden hareketle sadece şunu sormak istiyorum:
ABD’ye de “Bu rapor hem dinimize hem devletimize hem milletimize büyük bir saldırıdır” denebilecek mi?
Silivri’deki Barış’lara, Hülya Kılınç’a ve Murat Ağırel’e kucak dolusu sevgiler.
Müyesser YILDIZ
1 Mayıs 2020
Odatv yeni link: https://www.odatv4.com/yazarlar/muyesser-yildiz/abdye-de-bu-rapor-dinimize-devletimize-ve-milletimize-saldiridir-denecek-mi-183193