12 Eylül darbesinin 40. yıldönümü dolayısıyla Yassıada’da “Vesayetten Demokrasiye Milli İrade” başlıklı bir sempozyum düzenlendi. Sempozyumda konuşan Erdoğan, TBMM Başkanı Mustafa Şentop ve MHP Lideri Devlet Bahçeli, 12 Eylül’le ilgili ortak bir noktaya vurgu yaptı. Bu; Kenan Evren’in, darbeden sadece 1 ay sonra Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine onay vermesiydi.
Erdoğan şunları söyledi:
“12 Eylül’ün Yunanistan’ın NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin yolunu karşılıksız açan kararlarının uluslararası etkilerini Doğu Akdeniz’de ve Ege’de bugün hâlâ tüm ağırlığıyla yaşıyoruz. Bunlar 12 Eylül projesinin ülkemize maliyetlerinden sadece bazılarıdır.”
TBMM Başkanı Mustafa Şentop, “Türkiye’de 12 Eylül darbesini yapanlar, Amerikan istihbarat elemanının ‘our boys / bizim çocuklar’ dediği darbeciler, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine karşı, o tarihe kadar kararlılıkla savunulan vetomuzu kaldırmıştır. Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’de birçok uluslararası konuda Türkiye’nin elini zayıflatan en önemli tavizi vermişlerdir.” dedi.
Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Lideri Bahçeli de şu değerlendirmeleri yaptı:
“Darbeci Kenan Evren’in 10 Ekim 1980 tarihinde dönemin ABD Başkanı’na yazdığı mektupta minnet duyan, boyun eğen, diz çöken bir anlayışın küllenmemiş izleri açık seçik görülürken, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına alınmasına önşartsız onay da vardır… Türkiye’nin hiçbir zaman Yunanistan’ın NATO’nun entegre askerî yapısına dönüşünden desteğini esirgemediğinin altını çizmek isterim” sözleri bizzat vesayetçi Kenan Evren’e aittir. Ne karanlık bir gel-git sürecidir ki, Yunanistan 20 Ekim 1980’de NATO’nun askerî kanadına dönmüştür. Yunanistan bugün Ege’de, Doğu Akdeniz’de tahriklerine ve mütecaviz emellerine gerilim politikalarıyla hız veriyorsa, bunun geri planında 12 Eylül cuntasının kirli mirasının yegane dayanak olduğu meydandadır. Darbeci Evren yıllar sonra itiraf gibi bir açıklama yaparak, Ege sorunu konusunda Yunanistan’dan herhangi bir yazılı güvence almadan NATO’ya girmesine izin vermesini hata olarak dile getirmiştir. Ancak bu pişmanlık gecikmiş bir pişmanlıktır ve de hiçbir bir manası yoktur, hiçbir yaraya da merhem olmamıştır. Milli tezlerimiz darbeciler tarafından rafa kaldırılmış, Türkiye’nin egemenliğine dayalı çıkarları unutulmaya terk edilmiştir. 12 Eylül sosyal dokumuzu, siyasal bünyemizi, milli irademizi gölgelemenin yanı sıra, küresel vesayetçi çevrelere de can simidi uzatmıştır. Bu ayıptır, namertliktir, millete, devlete ve vatana en büyük kötülüktür.”
Evren’in ABD’li general Rogers’ın sözlü teminatına inanıp aldığı o kararın, bugün Ege ve Doğu Akdeniz’de Yunanistan’la yaşadığımız sıkıntıların temeli olduğu, yüzde yüz doğru.
Diğer Aktörler Denkleme Ne Zaman Girdi?
Ancak bugün bölgede sadece Yunanistan yok ki!.. Fransa ve Rum kesimi başta olmak üzere AB ile ABD de gırtlağına kadar bu kuşatmanın içinde.
Peki Rum kesimi AB’ye, Fransa NATO’ya ne zaman, hangi iktidar döneminde ve nasıl girdi? İnönü zamanında veya darbeci Kenan Evren sayesinde mi?
Geçtiğimiz günlerde AB Konseyi Başkanı Charles Michel, Türkiye’ye “havuç-sopa yaklaşımı” uygulayacaklarını açıklayınca, iktidarın politikalarında etkili olduğu bilinen, iktidar gazetesinin bir yazarı, “Hatalar zincirinin başı 2004’e uzanıyor. Kıbrıs sorunu çözülmeden bu yılda Güney Kıbrıs’ın üye kabul edilmesi, AB-Türkiye ilişkilerinde ağır bir yük oluşturdu. Yunanistan’ın ve şimdilerde Fransa’nın araçsallaştırdığı bu yük, Doğu Akdeniz’deki enerji ile savunma alanlarındaki jeopolitik rekabeti ile birleşiyor.”itirafında bulundu.
Ancak o “hatalar zinciri” hakkında detay vermediği gibi, o dönemki iktidarın yanlışı olup olmadığını da sorgulamadı.
Doğu Akdeniz krizi başladığından beri bugün yaşanan sıkıntıların ana sebebinin, Rum kesiminin AB, Fransa’nın NATO üyeliği olduğunu, bunların da AKP iktidarı döneminde gerçekleştiğine dikkat çektik. Bir kez daha hatırlatalım.
AB’den Müzakere Tarihi Alma Uğruna
Rum kesiminin AB üyeliğinden başlarsak; yeni kurulmuş olan AKP’nin Genel Başkanı Erdoğan’ın, Aralık 2001’deki görüşleri şöyleydi:
“AB’nin, üyelik sürecinde bir şart olarak Kıbrıs’ı önümüze getirmesi iyi niyetle bağdaşmaz… Çünkü bu şekliyle Güney Kıbrıs’ın Ada’nın tamamını temsilen AB’ye alınması, hukuken de mümkün değildir. Türkiye gibi, Kıbrıs’ın AB üyelik süreci de 1960 Antlaşmasıyla başlamıştır. Londra ve Zürih Anlaşmalarında onaylanan Kıbrıs Anayasası’na göre Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı hiçbir uluslararası birliğe giremez. Ayrıca aynı Anayasaya göre, Türklerin veto yetkisi vardır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri ve bugünkü hükümet Kıbrıs konusunda akılcı davranarak, çözüme gidici yolları kullanamamıştır. Örneğin 2001 yılının Haziran ayında 6 ülkenin katıldığı Körfez İşbirliği Konseyi’nde KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak tanınması gündeme geliyor ve hatta sonuç bildirgesinde yer alıyor. Böyle bir gelişme karşısında Türkiye, sözkonusu ülkeleri yakın takibe alıp, fiilen KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlayabilseydi, bugünkü sorunları aşmada çok güçlü bir konumda olunabilirdi.”
Bilindiği gibi, AKP Kasım 2002’de iktidar oldu. 1 ay sonraki AB Kopenhag Zirvesi’nde de Rum kesiminin AB’ye üye yapılması kararlaştırıldı. Ancak iktidar bunu veto etmedi. Etmediği gibi, Rum kesiminin “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanınması anlamına gelen Ek Protokol’ü imzaladı. Protokole, “Bu, Rum kesiminin tanınması anlamına gelmez” notu düşüldüğü, ayrıca AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in, “Ek Protokol’ün uygulanmaması, müzakerelerin kesilmesine neden olmaz.” sozü verdiği açıklandı. Dönemin Başbakanı Abdullah Gül, protokolün Meclis’te onaylanacağını belirtirken, “Meclis’te savunamayacağımız şeyi imzalamayız zaten.”diye de vurguladı.
Ancak AB o notumuzu ciddiye almadı ve ilerleyen süreçte Ek Protokol’e uyulmadığı gerekçesiyle 8 başlıkta müzakereleri durdurdu. AB’nin sonraki şartlarından birisi Rum kesiminin NATO üyeliğini veto etmememiz oldu. Buna ilişkin baskılar da halen sürüyor.
Peki Ankara’nın, Rum kesiminin üyeliğini veto etmeyi hiç gündeme getirmemesinin ve Ek Protokol’ü imzalamasının sebebi neydi?
AB’nin, “2004 Zirvesi’nde Türkiye ile müzakerelere başlanması için tarih vereceğiz.” vaadinde bulunmasıydı!..
Danimarkalı bir gazeteci sadece 4 ay sonra Kopenhag Zirvesi’nde AB liderlerinin Türkiye için, “Önce uyutalım, sonra unutalım.” planı yaptığını ortaya çıkardı. Başrolde de dönemin Danimarka Başbakanı Rasmussen vardı.
Anayasa değişikliği ile siyasi yasağı kaldırılınca Mart 2003’te Başbakanlık koltuğuna oturan Erdoğan artık Rum kesiminin üyeliği ve tanınması konusunda, “Burada AB karar mercii var. Siz tanısanız da tanımasanız da AB devlet olarak tanımış. Siz Türkiye olarak tanımasanız ne olur? Gerçekçi davranmamız lâzım. Geçmişle uğraşacak vakit yok, geleceğe bakmalıyız.” diyordu.
Ya MHP Lideri Bahçeli’nin AKP iktidarının AB ile bu ilişkisi, özellikle de Kıbrıs’la ilgili gelişmeler hakkındaki düşünceleri neydi? Ekim 2003’teki MHP 7. Olağan Büyük Kongresi’ndeki konuşmasında değindiği üzere, özetle şunlar:
“AKP’nin on aylık icraatı, dış politika alanında çok tehlikeli bir yola sürüklenmekte olduğumuzu göstermektedir. Bu tehlikeli gidiş, özellikle, Avrupa Birliği ile ilişkiler, Kıbrıs ve Irak konularında kendisini göstermektedir. AKP içerde hissettiği meşruiyet krizini aşmak için dışarıya ve Avrupa Birliği’ne tavizler vermektedir… Avrupa Birliği’ni Türkiye için bir amaç olmaktan çok, kendi geleceği bakımından bir araç olarak gören AKP ile, aslında Türkiye’yi üye yapmak istemeyen ve sürekli oyalayan AB arasındaki bu ilişkinin karşılıklı samimiyete ve iyi niyete değil, karşılıklı fayda ve kullanım esasına dayandığı ortadadır. AKP iktidarının devlet hayatına hakim kılmaya çalıştığı sakat zihniyetin ve dış politikasının dayandığı teslimiyetçi “ver-kurtul” anlayışının sonuçlarından birinin de milli davamız Kıbrıs olacağı artık ortadadır. Bu zihniyetin Kıbrıs sorununa ilişkin yaklaşımı, milli davamız Kıbrıs’ın Türkiye’nin sırtında bir yük, bir kambur olduğu gibi çarpık bir anlayışa dayanmaktadır. Bu hükümet, Kıbrıs’ı Avrupa Birliği ile ucuz bir pazarlık konusu haline getirmekten en küçük bir endişe duymamaktadır. Avrupa Birliği’nden müzakere takvimi için içi boş bir vaad alınabilmesi karşılığında,Kıbrıs sorununun Yunanistan ve Rumların emellerine uygun olarak çözümlenmesine hazır olduğunu ortaya koymaktadır. Maalesef, Kıbrıs’ı ve Kıbrıs Türklüğünü bu amaçla feda etmeye hazır bir teslimiyetçilik içine girilmiştir… Siyasi istikrar ve Avrupa yolunda ilerleme yalanıyla Türk milleti yanıltılmak ve sindirilmek istenmektedir.”
Türkiye Rasmussen’le Oyalanırken Ne Oldu?
Rum kesiminin AB üyeliğinde Ankara’nın yaptığı tarihi hatanın hikayesi böyle. Yine AKP iktidarı döneminde gerçekleşen Fransa’nın NATO üyeliği meselesini de kısaca anlatalım.
2009’da NATO’ya yeni Genel Sekreter seçilecekti. ABD ve AB’nin kararlaştırdığı isim, Danimarka Başbakanı Rasmussen’di. Ancak Erdoğan, Peygamber Efendimiz’le ilgili karikatürleri ve PKK’nın yayın organı Roj-TV’nin ülkesinden yayın yapmasını, “düşünce ve ifade özgürlüğü” saydığı için Rasmussen’e karşı çıktı. Rasmussen desteğini almak amacıyla aradığında da, “NATO’nun ve sizin yıpranmanızı istemiyoruz… Ciddi manada rahatsızız… Lider olarak da partimin ilkeleri ile kesinlikle çelişkiye düşmemem gerekir. Bunun ne anlama geldiğini takdir edersiniz.” dediğini söyledi.
NATO Zirvesi 3-4 Nisan’daydı. ABD Başkanı Obama’nın, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Rasmussen’le yaptığı 1 saatlik özel görüşmeden sonra Rasmussen Genel Sekreter oldu. Haliyle çekinceleri hatırlatılan Erdoğan şu açıklamayı yaptı:
“Sayın Obama’nın garantörlüğünde çözüldüğüne yönelik bize bilgiler gelmesi üzerine, Sayın Cumhurbaşkanımız da kendilerine bu noktadaki olurumuzu verdiler… NATO’nun yıpranmaması için üzerimize düşeni yaptık.”
Bu zirvenin sonunda medyamız, “Diplomatik zafer… 2. Davos”manşetleri atarken, Danimarka basını, “Türkiye yerine böyle oturtuldu… Türkiye diz çöktü… Obama ve Merkel’in oluşturduğu yoğun baskı sonucu Türkiye, yükseklere tırmandığı ağaçtan aşağıya indi” ifadelerini kullandı.
İşte Rasmussen eksenli tartışmalara odaklanan bu zirvede gerçekte ne olduğunu, Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı, eski NATO Başkomutanı General James Jones’un dönüş yolunda, ABD Başkanı’nın Air Force One uçağında gazetecilere verdiği bilgilerden öğrendik.
Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadına dönüşü oybirliğiyle kabul edilmişti; yani Gül ve Erdoğan, bunu veto etmeyi düşünmemişti bile. General Jones’un, “Birçok konferansa katıldım, birçok NATO zirvesinde bulundum ve kendimi hiç bu masadaki kadar iyi hissetmedim. Fransa’nın NATO’ya dönüşü, gurur verici bir andı.” demesinin sebebi de herhalde buydu!..
Erdoğan 2 Yıl 9 Ay Önce Neyle Övündü?
AKP ve MHP’nin 40 yıl önce darbeci Evren’in yaptığı hatayı sorgulayıp eleştirmesi çok iyi. Peki AKP iktidarının ilk 7 yılında, yani çok yakın zamanda yapılan bu iki vahim hata neden konuşulmuyor?
Bahçeli’nin ifadesiyle, “hiçbir yaraya merhem olmasa” da Evren yıllar sonra pişmanlığını dile getirdi. Peki, Rum kesimi ve Fransa konusunda “pişmanlık” duyup özeleştiri yapan var mı?
Dahasını hatırlayalım.
Erdoğan ve Bahçeli’nin Yunanistan’ın NATO üyeliği konusunda darbeci Evren’e çok öfkeli olduğunu anladık ya;
Peki Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Aralık 2017’de Yunanistan’a yaptığı ziyarette, o zamanki mevkidaşı Paulopulos’a ne söyledi? Şunu:
“Siz NATO’dan çıktınız, tekrar NATO’ya girişinizi biz sağladık. Eğer biz engel olsaydık, siz NATO’ya giremezdiniz. Çünkü bir ülkenin muhalefeti NATO’ya girmenizi engelleyebilirdi. Ama biz böyle bakmadık. Biz, komşu diye baktık. Ve bugün de öyle bakıyoruz.”
Yani bugün eleştirdiği, Bahçeli’nin de “kirli miras” olarak nitelendirdiği Evren’in o kararını sahiplendi, onunla övündü, onu referans gösterdi!..
Yakın tarih açısından ülkemizin en temel sorununun ne olduğu, ayan beyan ortada, değil mi?
Sincan’dan açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/erdogan-ve-bahcelinin-kenan-evren-celiskisi-01102058.html