Yerel mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu kararını tanımayınca, nur topu gibi bir “devlet krizi”miz daha oldu. Muhalefet, olayın “hukuk devleti” açısından önemi üzerinde dururken, iktidar bir AYM üyesinin, “Işıklar yanıyor.” şeklindeki mesajından “darbe” çıkarmayı tercih etti. Bu vesileyle de AYM operasyonu için kollar sıvandı. Aynen Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir hutbesine tepki göstermesinden, “çoklu baro” fikrinin gündeme taşınması gibi!..
İçerideki birisi olarak benim de birkaç kelam etmem gerekir, değil mi?
Muhtemel AYM operasyonu ile ilgili olarak şunları hatırlatmakla yetineyim.
Yıl 2005; dönemin TBMM Başkanı, şimdinin Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç şöyle konuşmuştu:
“Ben Meclis’im. İstediğim her şeyi yapabilirim. Ben Meclis’in yapabileceği bir Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’ni kaldırabilirim.”
Yıl 2011; Anayasa’nın “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olan ilk 3 maddesinin değiştirilip değiştirilemeyeceği tartışılırken, dönemin Gümrük ve Ticaret Bakanı, şimdinin AKP Siyasi ve Hukuk İşlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Hayati Yazıcı, “Egemenlik hakkı, millete aittir. Millet bu egemenlik hakkını organları vasıtasıyla kullanır.” şeklindeki 6. Madde hakkında şu öneride bulunmuştu:
“Millet, egemenliği organları vasıtasıyla değil, parlamento eliyle kullanır. Milletin seçmediği kişilerin egemenlik hakkını kullanması çok doğru değil. Milletin temsilcisi, parlamentodur. ‘Milli egemenlik hakkını seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır.’ gibi olması lâzım bana göre…”
Bunun anlamı mı? Kuvvetler ayrılığı; yani yasama, yürütme, yargı dengesine el Fatiha idi!..
Bir Bilenin Hukuk Devleti
Peki “Hukuk devleti” nedir, bundan ne anlamamız gerekir? Günlerdir muhalefetin açıklamalarını dinliyoruz. Ben ise her şeyi “bilen” birisine kulak vermeyi tercih ettim. Bakın neler anlattı:
– Maalesef son zamanlarda yargı kararlarının üzerine siyasetin gölgesinin düştüğü şeklinde bir izlenim kamu vicdanını yaralamaktadır. Bu da göz bebeğimiz gibi korumamız gereken demokratik hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. Ülkemizde demokrasi giderek seçim metoduna dönüştürülmektedir. Halbuki demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir; aynı zamanda yargı ve yargıç bağımsızlığı demektir. Eğer bu iki bağımsızlık çiğnenirse, demokratik bir görüntü altında baskıcı bir dönem kurulmuş olur.
– Türkiye’nin aydınları, fikir adamları, sanatçıları ve siyaset adamları haksız suçlamalarla yargı önüne çıkartılmış ve bazıları mahkum edilmiştir. Oysa bizim de en az gelişmiş ülke insanları kadar özgür olmaya hakkımız vardır. Benim ülkemin insanı, milletimizin bütün fertleri, Türkiye’de doğmuş olmanın bir ceza, kötü bir kader olmadığını, kendi hakları ve haysiyetlerinin dünyanın başka yerlerinde doğan insanlardan hiç de az olmadığını özgürce haykırabilmeli ve düşüncesini korkusuzca açıklayabilmelidir.
– Aziz vatan topraklarının her karışında adalet istiyoruz. Hukuk kişilere, zümrelere, kurumlara tabi olmayan evrensel bir değerdir. Aynı zamanda çağdaşlığın ve medeniyetin bir ölçüsüdür. Hukuk, ekmeğini arayan işçinin, özgürlüğünü talep eden öğrencinin, istikbalini arayan milletin ve güçlü bir devlet olmanın yegâne güvencesidir. Ancak hukukun siyasallaştırılması ve yargının siyasete alet edilmesi demokrasiyi yaralar. Demokrasi, hukuksuz yaşayamaz. Özgürlüklerin teminatı olamaz. Hürriyetler ancak hukuk yoluyla garanti altına alınabilir. Çünkü hukuksuz bir demokrasi haksız bir demokrasidir.
– Türkiye’de bugün gelinen noktada demokrasimizin geliştirilmesine ve hürriyetlerin arttırılmasına ihtiyaç vardır. Fakat ülkemizde tam tersini gözlüyoruz. Bugün Türkiye, hızla içine kapanmakta ve milletin iradesi görmezden gelinmektedir. Milletini ve ülkesini seven herkes, bu tehlikeli gidişe dur demekle sorumludur. Vatanseverlik, demokrasiye sahip çıkmaktır.
– Adalet, gün gelecek, yargıyı siyasallaştıranlara da lazım olacaktır. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Toplumdaki ortak paydalardan en önemlisi olan adalet duygusunu yaraladığınız zaman, yalnızca haksız mahkumiyetlere yol açmış olmazsınız. Bu ülkenin hukuki geleceğini, bu milletin vicdanını da yaralamış ve kanatmış olursunuz. Herhangi bir zamanda, herhangi bir kimseye yapılan adaletsizliği; şimdiye kadar hiçbir hukuk anlayışı, hiçbir yönetim, hiçbir güç odağı meşrulaştıramamıştır. Dünya değişmiş, ama bizim ülkemizin insani hakları ve demokrasi arayışında geldiği noktaya bakınız. Şiiri suçluyoruz, düşünceyi dışlıyoruz, özgürlükleri askıya alıyoruz. Sonra da dünya, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda bizi neden beğenmiyor diye şikayet ediyoruz. Bu yasalarla nereye kadar gidebilirsiniz? Hangi gerçeği yasaklarla örtebilirsiniz?
– Ülkemizdeki sıkıntıların sebebi özgürlük talepleri, düşünen ve konuşan insanlar değildir. Bunun sebebi, baskıcı ve totaliter anlayışlardır. Bunun sebebi, ülkenin maddi ve manevi değerlerini yağmalama isteğinden gözü dönmüş ve artık hiçbir hukuki ve insani sınır tanımayan mafyatik yapılanmalardır.
– Bu yol, yol değildir. Toplumlar, değişen dünya ile daha çok uyum içinde olmanın yollarını ararken, bizim ülkemizi muz cumhuriyetlerinin bile gerisine sürüklemek istiyorlar.
– Hayır, bu ülkeyi dünyanın genel gidişinden soyutlamaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Çağdaşlığı ve batıyı dillerinden düşürmeyen, fakat batının standartlarını bu ülkeye çok gören düşünce yobazları, bu ülkeyi bir adım bile ileri götürme niyetinde olmayan karanlık güçler, hukuk düşmanları, evrensel ve şaşmaz adalet ilkeleri ile karşılaştıklarında gözleri kamaşacak; tarihin şaşmaz yargısı tarafından sürekli yargılanacaklardır… Göz bebeğimiz Cumhuriyet’imizin kurumları böyle insafsızca yıpratılmamalıydı. Bu ülke, bu anlamsız yasaklarla, baskılarla, tek tip insan yetiştirme gayretleriyle karşılaşmamalıydı.
Bu sert açıklamaların sahibi mi?
Tabii ki, Recep Tayyip Erdoğan… Ancak 22 yıl önce, 10 ay hapis cezasına çarptırıldığı zaman söylenmiş sözler…
9 yıl önce Silivri Cezaevi’nde, şimdi ikinci kez Sincan Cezaevi’nde okuduğum “Bir Liderin Doğuşu Recep Tayyip Erdoğan” isimli kitaptan derledim.
Kitabın yazarlarından Hüseyin Besli, 10 gün kadar önce AKP’de “halka tepeden bakan, baskıcı, kibirli, yabancılaşmış (jakoben) kimi siyasetçilerin mevki ve makam bulabilmesinden”, bürokratların al-ver ilişkisinden yakındı, ama “tüm bu olup bitenlerin, her namazdan sonra adalet ve merhamet üzre AKP’nin ve AKP iktidarının ömrünün uzun olması için dua etmesine mani olmadığını” kaydetti.
Acaba Erdoğan’ın o sözlerini hatırlayıp, bir de devr-i iktidarlarındaki “hukuk ve adaletin” muhasebesini yapsa, “Çok şükür, hukuk devletini tesis ettik.” deyip gönül rahatlığıyla duacı olabilir mi?
Son olarak; keşke her gün ülkemizin bir kırmızı ışığının -kırmızı çizgi anlamında- söndürülmesine yol açan, Trump’ın o tehdit ve tweet’lerine de böyle topyekün tepki gösterilse ve onların da gereği yapılsaydı!..
Sincan’dan açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiyenin-kirmizi-isigini-sonduren-trumpa-neden-hicbir-sey-soylenemedi-19102041.html