Geçen yıl Ekim’de gündemimiz, Suriye’de PKK/YPG’ye yönelik olarak başlatılan Barış Pınarı Harekatı’ydı. Trump, Erdoğan’a önce “akıllı ol” şeklinde bir mektup, ardından yardımcısı Mike Pence ile CIA’cı Dışişleri Bakanı Pompeo’yu gönderdi. Ankara, ABD’nin teröristleri sınırımızdan uzaklaştırması sözünü yerine getirene kadar harekata ara verildiğini bildirirken, ABD “ateşkes” sağlandığını açıkladı. 10 ay geçti, terör örgütü yerinde durduğu gibi, ABD onlarla petrol anlaşması imzaladı. Artık Suriye’den sadece Rusya’yla birlikte turladığımız İdlib’le ilgili haberleri duyuyoruz.
Kasım – Aralık’ta Libya’da BM’nin tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile yapılan anlaşmalar ve bu ülkeye asker gönderilmesi ana gündemimiz oldu. Süreç maalesef Libya’nın da bölünmesi yolunda ilerliyor.
Haziran başından itibaren ise Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz krizi baş gösterdi. ABD ve AB başta olmak üzere bilumum ülkeler Yunanistan’ın yanında konuşlandı. Bu kriz de devam ediyor.
ÖNCE ATEŞKES, SONRA…
Konumuz Libya. Ankara, ABD ile işbirliği yapıyor. Peki rota nedir? Temmuz’dan beri olanları alt alta sıralayalım.
Mısır’ın kararı ile Rusya, Fransa, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) de desteğiyle darbeci Hafter’in “petrol hilali” denilen Sirte-Cufra’da hakimiyet kurma girişimine karşı Ankara, Sirte harekatının hazırlıklarına başladı. Bu amaçla Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler Libya’da Vatiyye Üssü’ne gitti. Onlar ayrıldıktan 24 saat sonra üs vuruldu. Saldırıyı 6’lı blok adına BAE’nin gerçekleştirdiği söylendi. Saldırının amaç ve hedefinin belirlenmesi beklenirken, Rusya’nın önerisi ve ABD’nin desteğiyle bölgede “ateşkes” sağlandı. Yani harekat başlamadan bitti.
23 Temmuz’da Libya Başbakanı Serrac Türkiye’ye geldiğinde ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield’la da görüştü.
Temmuz sonunda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Almanya ve ABD’nin arabuluculuğu üzerine Oruç Reis’in Meis Adası civarındaki faaliyetlerinin ertelendiğini duyururken, Libya konusunda şunları söyledi:
“Cufra’da büyük bir askeri alan var. Son dönemde buraya büyük bir askeri yığınak yapıldı. Bu hayra alamet değil. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne desteğimiz devam edecek. Ateşkesi destekliyoruz. Sarrac’a da ‘masadan kaçan taraf siz olmayın’ dedik.”
TÜRKİYE İLE ANLAŞMA TARTIŞMAYA MI AÇILIYOR
Aynı günlerde Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halil el-Mişri şöyle bir açıklama yaptı:
“Türkiye ile 27 Kasım 2019’da imzalanan Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması Libya tarafına dayatılan bir anlaşma değil. Ulusal Mutabakat Hükümeti, Hafter’in 6-10 ülke tarafından desteklenmesinin ardından Türk güçlerinden yardım istedi. Bu ülkelerin tamamına karşı meşruiyetimizi savunacak gücümüz yoktu… Hafter, pek çok ülkeden yardım isteyip Trablus sınırlarına dayanınca Türkiye’den yardım istemekten başka çare kalmadı. Bu tabii ki aleni ve net anlaşmalar kanalıyla oldu.”
Ne tesadüf, yine o günlerde Amerikan haber ajansı AP, Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmaların “arka planını” mercek altına aldı. Ajansa ismini vermeden konuşan bazı hükümet yetkililerinin şunları anlattığı öne sürüldü:
“Bu anlaşmalara başka seçeneğimiz olmadığı için isteksiz bir şekilde girdik. Bir al-ver oyunu gibiydi. O dönemdeki zayıflığımızdan faydalandılar. Hafter’in saldırısı olmasaydı bu noktaya gelmezdik. Türkiye, deniz anlaşması için hükümete 1 yıldan fazla zaman baskı yaptı, ama Serrac direndi. Serrac kısmen, geçici bir hükümetin yöneticisi olarak uluslararası anlaşmalar yapma yetkisine sahip olmadığını düşünüyordu. Aynı zamanda Akdeniz’de Avrupalıların reddedeceği kesin olan iddialarda bulunmaktan da çekinmiş olabilir. Serrac yönetimindeki İslamcılar da Ankara’ya destek amacıyla nüfuzlarını kullandı. Destek vaad eden tek ülke Türkiye’ydi ve ancak tüm diğer kapılar kapanınca kabul ettik.”
Ağustos başında El Cezire’ye konuşan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın da, “Libya UMH Başkanı Serrac tarafından 5 ülkeye davet mektubu gönderildi. Bunlardan biri de Türkiye idi. Sadece Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanı’mız cevabından sonra çalışmalarımızı biraz daha hızlandırdık ve onlara yardım etmeye başladık” dediğini de hatırlatalım.
8 Ağustos’ta ABD’nin Libya Büyükelçisi Richard Norland, Libya Başbakanı Serrac’ın liderliğini övüp, “dış müdahaleyi reddeden ve barışçıl bir diyalog içinde bir araya gelmek isteyen tüm Libyalı taraflarla aktif temasta olmaya devam edeceğini, bu taraflara Hafter’i destekleyen Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’nin de dahil olduğunu” bildirdi.
Norland’ın bundan birkaç gün sonraki Mısır ziyareti önemliydi. Kahire’de Sirte etrafında askerden arındırılmış bir bölge seçeneğinin gündemlerinde olduğunu belirtirken, “Türkiye ve UMH arasındaki Doğu Akdeniz’e yönelik işbirliğiyle ilgili sorunun ancak uluslararası mahkemeler tarafından çözülebileceğini” söyledi. Yani yapılan anlaşmaların tartışmalı olduğunu ima eden Norland, şunları ekledi:
“Trablus’taki hükümet Hafter’in saldırısı karşısında başkentin düşmek üzere olduğu bir anda, gönülsüzce Türkiye’nin kendisini askerî olarak desteklemesi için düzenlemeler yaptı. Fakat her türlü dış müdahalenin sınırlarının çizilmesi gerektiğini ve şu anda sahada var olan yenişememe hali nedeniyle bütün tarafların müdahalelerinin nasıl azaltılabileceğine odaklanılması gerektiğini savunuyorum.”
Norland, barış anlaşmasının ön şartlarının ne olduğu sorulduğunda ise, “İlk önce dış güçlerin, özellikle de askerî teçhizat ve paralı asker sağlayan ülkelerin çatışmayı körüklemekten vazgeçmeleri gerektiğini” vurguladı.
İlginç tesadüf, aynı günlerde Yunanistan Başbakanı Miçotakis, “Türkiye, Libya’daki Trablus yönetimiyle geçersiz ve hukuka aykırı bir mutabakat imzaladı” iddiasında bulundu.
O BÜYÜKELÇİ MSB’DE
İşte bu Büyükelçi Kahire’den sonra Ankara’ya geldi. Ankara Büyükelçisi David Satterfield’la birlikte Yunus Emre Karaosmanoğlu’nu ziyaret etti. (1 hafta önce de Satterfield, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’la bir araya gelmişti)
Görüşmeyle ilgili olarak MSB, “Libya’daki son gelişmeler ile ikili ve bölgesel konularda görüş alışverişinde bulunuldu” açıklamasını yapmakla yetinirken, ABD Libya Büyükelçiliği önemli detaylar paylaştı.
Öncelikle, Trump ve Erdoğan’ın telefonla görüştüğü, şu ifadelerle duyuruldu:
“İki lider Libya’nın merkezinde askerden arındırılmış bir bölge oluşturmak için atılacak adımları görüştü. Görüşmede ayrıca yabancı güçlerin ve paralı askerlerin Libya’dan tamamen çekilmesini sağlamanın yolları da gündeme geldi. İki lider, Libya Ulusal Petrol Kurumu’nun hayati önem taşıyan çalışmalarına devam etmesini sağlama ihtiyacını da vurguladı.”
Ardından Büyükeçli Norland’ın Ankara temaslarıyla ilgili olarak, “Büyükelçi, Türk yetkililerle Libya’nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstererek, çatışmalara son vermeye ve BM’nin kolaylaştırdığı siyasi diyaloga geri dönmek isteyen Libyalı tarafları desteklemeye yönelik acil ihtiyacı tartıştı” bilgisi verildi.
ABD ve Trump’ın Libya’dan tamamen çekilmesini istediği “yabancı güçler” kapsamında Türkiye’nin de bulunduğu, keza sadece ABD değil, BM ve AB’nin de aynı görüşte olduğu biliniyor.
Bu görüşme trafiğinden sonra daha da ilginç gelişmeler yaşandı. Büyükelçi Norland’ın Ankara temaslarından hemen sonra Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ile Libya Planlama Bakanı Tahar Jehaimi, 10 yıldır çözülemeyen müteahhitlerimizin alacakları ve Libya’nın yeniden imarında Türk firmalarına “aslan payının” verilmesi konularında anlaşma imzaladı.
Hafta başında da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler yeniden Libya’ya gitti. Ziyaretin sürpriz yanı, aynı gün Katar Savunma Bakanı’nın da Libya’ya gitmesi ve burada yapılan görüşmelerde, iki ülkenin Libya ordusunun yeniden yapılanması, donanım ve kabiliyetlerinin arttırılması konusunda işbirliği yapacağının açıklanmasıydı.
LİBYA’YA YENİ KOMUTAN ATANDI MI
ABD’nin “askerden arındırılmış bölge” projesi ile Libya’nın bölünmesi yolunda önemli bir adım attığı, beraberinde Türkiye’nin Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaptığı anlaşmaların geçersiz kılınmasının altyapısını hazırladığı o kadar açık ki!..
Mesele şu; Erdoğan ABD’nin Libya planına da “evet” dedi veya diyecek mi? Trump’ın ifadesiyle, yine onu “dinleyecek” mi?
Libya ordusunun yapılanması ve eğitimi konusunda Katar’ın denkleme sokulması da dikkat çekici. Neden mi?
Bilindiği gibi Libya’daki komutanlarımızdan Korgeneral Metin Gürak, Temmuz sonundaki YAŞ’ta orgenerallik rütbesine terfi etti ve 2. Ordu Komutanlığı’na atandı. Ondan sonra gelen isim Halil Soysal da Tümgeneralliğe terfiyle birlikte EDOK Okullar Komutanlığı’na verildi.
Peki onların yerine Libya’ya gönderilen oldu mu? Bilmiyoruz.
Atama yapılmadı ise bu Libya’daki işlerin sessizce Katar’a devredilip “askeri çözümden siyasi çözüme” geçişin, yani “yabancı güçler terketsin” talebinin yerine getirileceğinin işareti midir?
Sincan’dan Silivri’deki Barış Pehlivan’a, Hülya Kılınç’a, Murat Ağırel’e ve açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiye-ile-ilgili-oyle-kritik-bir-madde-var-ki-31102003.html