Cumhurbaşkanlığı internet sitesindeki 28 Nisan tarihli haberde aynen şöyle yazıyor:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz El Suud’un davetine icabetle bir dizi temaslarda bulunmak üzere gittiği Suudi Arabistan’ın Cidde şehrine ulaştı.”
Ama dün Suudi Arabistan devlet televizyonunda ne söylendi? Şunlar:
“Erdoğan tekrar tekrar Krallık’ı ziyaret etmek istediğini dile getirdikten sonra bu amacına 5 yıl sonra ulaştı. Suudi liderlerle diyaloğun önemi göz önünde bulundurulursa, Erdoğan’ın bu ziyarete Arap dünyasındaki ülkelerle ilişkileri yeniden sağlamak için ihtiyacı vardı.”
Yalanlanmadığına göre, ülkemiz adına ne acı bir durum!..
Ses Kayıtları ABD’ye Verildi mi?
Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretiyle birlikte, geçmişte yaptığı bir açıklama sık sık gündeme taşındı.
14 Aralık 2018’deki Parlamentolararası Kudüs Platformu’nda Erdoğan şöyle konuşmuştu:
“Kaşıkçı cinayetinde Suudi Arabistan bizden belgeleri almak istedi. Belgeleri dinletiriz, ama vermeyiz, bir de bunları yok mu edeceksiniz? Ses kaydında üst düzey asker açıkça ‘Ben kesmeyi iyi bilirim’ diyor. Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil, hesabı sormasını bilir.”
Şimdi filmi biraz geriye sarıp ABD cenahının o süreçteki girişimlerini hatırlayalım.
Ekim 2018’de Erdoğan’ın yakın dostu, dönemin ABD Başkanı Trump; Kaşıkçı’nın akıbetini henüz tam olarak bilemediklerini ve Suudi tarafıyla yaptıkları görüşmelerde iddiaların reddedildiğini söyledi… Riyad ile yaptıkları anlaşmaların devam etmesini istediğini vurguladı… Suudi Arabistan, Türkiye ve ABD’nin olayla ilgili çalışmalarını sürdürdüğünü belirtip, “Bu, potansiyel olarak gerçekten çok kötü bir durum. Neler olacağını göreceğiz.” dedi.
Trump’ın bu açıklamalarından bir hafta kadar sonra ABD Dışişleri Bakanı Pompeo Ankara’ya geldi. O sırada Erdoğan Moldova’ya gidiyordu. Esenboğa Havaalanı’nda gerçekleşen ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, MİT Başkanı Hakan Fidan, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin de katıldığı görüşmenin ana gündem maddesinin Kaşıkçı cinayeti olduğu kaydedildi.
Sözkonusu ziyaretinin ardından ABD medyası, Pompeo’nun, Suudi Arabistan’la olan anlaşmaların zarar görmemesi için Kaşıkçı’nın öldürülmesine ilişkin olduğu iddia edilen ses kayıtlarını dinlemeyi reddettiğini duyurdu.
Trump, Dışişleri Bakanı Pompeo’dan 6 gün sonra da CIA Başkanı Gina Haspel’ı Türkiye’ye gönderdi. Haspel’ın ise o ses kayıtlarını dinleyip dönüşte Trump’a brifing verdiği bildirildi.
Hemen hemen aynı günlerde; davet edildiği halde TBMM’ye gitmeyen MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, ABD Kongresi’ne Cemal Kaşıkçı cinayeti hakkında bilgi verdiği ortaya çıktı.
Erdoğan’ın bu konuya ilişkin açıklaması dikkat çekiciydi; “Latin Amerika seyahatlerinden sonra MİT başkanımız oradan Kanada’ya ayrıldı. Kanada’dan sonra böyle bir gelişme olmuş olabilir. Her an oraları da bilgilendirme arzusundayız. Fakat orada böyle bir bilgilendirmenin yapıldığını son olarak ondan haberdar değilim. Ama Kanada seyahatinden haberdarım.” dedi.
Ez cümle; Erdoğan’ın, “Suudi Arabistan bizden belgeleri almak istedi. Belgeleri dinletiriz ama vermeyiz; bir de bunları yok mu edeceksiniz? Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil, hesabı sormasını bilir.” sözleri üzerinde çok duruluyor ve birçok şeyin söylendiği gibi olmadığı görülüyor ya; acaba Ankara bunları Trump’a, Trump da Prens Selman’a vermiş olamaz mı?
İki Kişi Hariç Hepsi
Bu nereden mi aklımıza düştü?
Erdoğan ile Prens Selman’ın heyetlerini birbirine takdim töreninin video görüntüsünden. Türk heyetinin en başında yer alan son Başbakan Binali Yıldırım ile Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a devrine onay veren Adalet Bakanı Bekir Bozdağ baş selamıyla yetinirken, tüm heyet (sırasıyla Nureddin Nebati, Hulusi Akar, Süleyman Soylu, Mehmet Muş, Mehmet Nuri Ersoy ve Fahrettin Koca) Prens Selman’ı ellerini kalplerine götürerek selamladı.
Sadece onlar değil; cinayetin ortaya çıkarılması ve dünyaya duyurulması için büyük gayret sarf eden MİT Başkanı Hakan Fidan ile Oscar ödüllü Yönetmen Bryan Fogel’in hazırladığı “The Dissident- Muhalif” adlı belgesele konuşan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da Prens’e kalbi selamlar sundu!..
Bir de Partinin Adı Meselesi Var
Bir kez daha Erdoğan’ın, “enayi” vurgulu konuşmasına dönelim.
Benzer ifadeleri, 1 yıl sonra 23 Şubat 2019’daki bir televizyon programında kullanırken açık açık Prens’i suçladı.
Beraberinde şunları da söyledi:
“Bizim partimizin adı adalet. İkincisi kalkınma ve bir devlet veya liderler adalet üzere ayakta dururlar. Eğer adalet yoksa çökmeye mahkûmdurlar. Türkiye her zaman olduğu gibi adaleti savunmaya devam edecek, buradan taviz veremeyiz. Çünkü adalet mülkün esasıdır. Burada zikredilen mülk, ‘mal mülk’ anlamında mülk değil. Devletin ikamesi için ifade edilen bir anlamdır. Gelinen noktada Cemal Kaşıkçı cinayetini örtbas etmek, yok saymak mümkün değildir. Elimizdeki belgeler bize bunu gösteriyor.”
Sonuç ortada.
Partinin adı dahi teminat gösterilmişken “taviz” verildi. Niçin mi?
Şimdilik göründüğü kadarıyla, birkaç bin Suudi turist uğruna!..
Çok yazık!..
Müyesser YILDIZ
2 Mayıs 2022