Kahramanmaraş merkezli depremin üzerinden tam 1 hafta geçti. Bu sabah itibarıyla can kaybımız 24 bin 617’ye yükseldi. Bir o kadar acısı; Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, 74 bin kişinin hâlâ enkaz altında olduğunu söyledi.
Bu büyük kaybın sebebi malûm… Deprem öncesinde alınmayan tebdirler bir yana; depremden sonra yapılanlar veya yapılamayanlar!..
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB)’nin, depremlerin ilk 2 gününe ilişkin dün açıkladığı Ön Değerlendirme Raporu’nda yazıldığı gibi; “Asli görevi afet ve acil durumlarda can ve mal kurtarma, sağlık, iaşe, ibate, güvenlik, mal ve çevre koruma, sosyal ve psikolojik destek hizmetlerinin verilmesine yönelik çalışmaları yürütmek olan AFAD ve ilgili diğer kamu kurumları bu zorlu sınavda başarılı olamamıştır.”!..
“Milletin gözbebeği, sıcak eli, umudu olan TSK, o kamu kurumlarının başta gelenidir.” deyip sadede gelelim.
13.5 Milyon Nere 85 Bin Asker ve Jandarma Nere?
Erdoğan dün Şanlıurafa’daydı. Depremin toplamda “13.5 milyon insanımızı” etkilediğini vurgulayıp şunları söyledi:
“Deprem anından itibaren devletimizi tüm kurumlarıyla, personeliyle, araç gereciyle harekete geçirdik. Afet çalışmalarıyla görevli kurumlarımızın yanı sıra bakanlıklarımızın tüm birimlerini; polisi, askeri, jandarmasıyla güvenlik güçlerimizin tamamını hemen bölgeye yönlendirdik.”
Ne yazık ki, “deprem anından itibaren” değil; en kritik olan ilk 1.5 günde askerin devreye sokulmadığını/sokulamadığını biliyoruz; ama yine de Savunma Bakanı Hulusi Akar’a kulak verelim.
Bakan Akar, depremin üçüncü günü, Hatay’da 4 binden fazla Mehmetçik’in görev yaptığını açıklayıp şunları kaydetti:
“Kara, deniz ve hava personelinden ihtiyaç duyulanları bölgeye sevk ediyoruz… Seyyar banyo ve tuvaleti de bölgelere dağıtmaya başladık. Şu anda günde 40 bin vatandaşımıza sıcak yemek veriyoruz. Tersanelerimizden de ihtiyaç duyulan teknik ekip bölgeye sevk edilmiş durumda. Ayrıca askeri seyyar hastanemiz var, o hastane de Kahramanmaraş’ta kuruldu.”
Üç gün geçmiş; “İhtiyaç duyulanları bölgeye sevk ediyoruz… Dağıtmaya başladık.” diyor!..
Bakan Akar’ın dün dillendirdiği rakamlara da bakalım; deprem bölgesinde “25 bin 67 personelin” görev yaptığını bildirdi.
Yine dün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise 10 ilde 70 bini aşkın polis memuru, 60 bini aşkın jandarma, 1000 de sahil güvenlik personelinin görev yaptığını söyledi.
Kabaca 445 bin TSK personeli, 150 bin jandarmamız var… Depremden etkilenen 13.5 milyon insan nere, 85 bin asker ve jandarma nere?!
“Sayın Cumhurbaşkanımız” Neyi Uygun Buldu?
Akar’ın, depremin ilk anlarına ilişkin şu sözlerinin de altını çizelim:
“MSB, Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları karargahlarındaki görevliler saat 04.30’da birliklerden durumlarına ilişkin bilgi ve fotoğraf istedi. Saat 05.00’e geldiğinde ilgili personelin karargâha gelmesiyle söz konusu karargâhlarda Afet Acil Durum Merkezleri faaliyete geçirildi. O saatten itibaren çalışmalar büyük bir yoğunlukla başladı… Bilgileri aldıktan sonra Sayın Cumhurbaşkanımızı arayarak Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili raporları sunduk. En büyük hasarın Hatay’da olduğuna ilişkin bilgiyi, bir binamızın yıkılıp 3 erimizin şehit olduğu haberini kendilerine arz edip Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile Hatay’a hareket edeceğimizi kendilerine ifade ettik. Uygun buldular ve bu çerçeve çalışmalarımızı sürdürdük.”
EMASYA’yı Sadece “FETÖ’cüler” mi İstemedi?
Bu sayıları vermemizin sebebi, depremin ilk gününden beri konuşulan EMASYA, yani geçmişte TSK ile İçişleri arasında yapılan, asker ve jandarmanın “mülki amirlerin iznine bağlı kalmaksızın güvenlik operasyonu yapmasını” öngören düzenlemenin AKP iktidarı döneminde kaldırılmış olması.
Hemen herkes, “Bu protokol kaldırılmasaydı, asker deprem anından itibaren devreye girerdi.” diyor.
Ama EMASYA’nın çok da önemli olmadığını, İl İdaresi Kanunu’na göre, “valilerin, mala el koymaktan askeri birliklere emir vermeye yetkisi bulunduğunu” savunanlar da var.
Bu görüştekiler, bakanların bile Erdoğan’dan izinsiz adım atamadığı, valilerin “benim valim”, hatta AKP il başkanı olduğu bir “Yeni Türkiye”de yaşadığımızı anlamamış galiba!..
Baksanıza, Savunma Bakanı Akar bile Erdoğan’ın “uygun bulmasından” sonra Hatay’a gidebilmiş!..
Şuraya geleceğiz:
Marmara depreminde İçişleri Bakanı olan Sadettin Tantan dün Sözcü’den Saygı Öztürk’e yaptığı açıklamada şunu ifade etti:
“FETÖ’cülerin, ‘Asker bu maddeye dayanarak darbe yapar‘ yalanlarına itibar edildi ve EMASYA planı kaldırıldı. Bu büyük bir hatadır. FETÖ’cülerin oyununa alet olundu.”
“Alet” mi olundu, elbirliğiyle bile bile mi EMASYA kaldırıldı; buna bakalım.
Erdoğan EMASYA’yı Kimden Öğrendi?
AKP iktidarıyla birlikte “askeri vesayet” gerekçesiyle TSK’ya savaş açan 2. Cumhuriyetçi’lerden Hasan Cemal, EMASYA konusunun kim tarafından, ne zaman gündeme getirildiğini 2010’da yazdığı “Es asker, siyasete karışma!” logolu, “Türkiye’nin Asker Sorunu” adlı kitabında şöyle anlattı:
“2004 yılının şubat ayı. Yerel seçim kampanyası… Başbakan Erdoğan, yanında eşi Emine Hanım özel bir uçakla Rize’ye gidiyor. Nazlı Ilıcak ile Ali Bayramoğlu da var uçakta. Sohbet askerdeki sosyetik fişleme skandalından açılıyor. Bayramoğlu, Erdoğan’a soruyor: ‘1. Ordu’da yaşanan fişleme skandalının arkasında EMASYA yatıyor. Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?’ Erdoğan ilk kez duyduğunu söylüyor. Bunun üzerine Ali Bayramoğlu, 28 Şubat’ın bir ürünü olan ve sivil asayiş alanının pratikte ‘askerleştirilmesi’ anlamını taşıyan EMASYA protokolünü özetliyor Başbakan’a… Başbakan Erdoğan uçakta Ali Bayramoğlu’ndan dinliyor 1997 tarihli EMASYA’yı. Şu tepkiyi veriyor: ‘Böyle şey olmaz, biz bunu hemen kaldırırız.’”
Burada bir parantez açalım; Hasan Cemal daha dün, hayatını kaybeden CHP Lideri merhum Deniz Baykal hakkkında kaleme aldığı yazısında, “Türkiye’de darbe tertiplerinin ilk kez yargı sahnesine çıktığı süreçte ‘Ergenekon’un avukatlığı‘na soyunduğuna” dikkat çekti. Erdoğan’ın o kumpas davaların “savcılığını” yaptığı dönemde Baykal ne büyük suç işlemiş, değil mi?!
Hepsi Oradaydı
EMASYA protokolüne dönelim.
Erdoğan o protokolü hemen değil, tam 6 yıl sonra -ne tesadüf- Balyoz kumpası operasyonlarının başladığı, EMASYA’nın mimarlarından emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın da tutuklandığı Şubat 2010’da kaldırdı.
O noktaya gelinene kadar ise sadece “FETÖ’cüler” değil, AKP’liler de EMASYA’ya savaş açtı.
Örneğin şimdilerde AKP muhalifi olan dönemin bir milletvekili, açılım-saçılım sürecinin “sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için” EMASYA’nın hemen kaldırılmasının şart olduğunu söyledi.
EMASYA derdi AB raporlarına da çoktan girmişti. Haliyle AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış, “Evet, bunu yapmalıyız.” diye destek çıktı… Açılım-saçılımdan sorumlu İçişleri Bakanı Beşir Atalay da, “Hallederiz bunları.” buyurdu.
İktidar medyası, AK Parti’de EMASYA’nın kaldırılması yönünde görüşlerin ağırlık kazandığını bildirirken şu ifadeleri kullandı:
“Darbe hazırlığı içinde olan bazı subayların bu protokole dayanarak çalıştıkları Balyoz Planı’nda ortaya çıkmıştı. Bu konuda hükümetin kamuoyunun beklentileri doğrultusunda protokolün kaldırılması yönünde niyet bildirdiği anlaşıldı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay fiilen çalışmaları başlatırken, Milli Savunma Bakanlığı kanalıyla Genelkurmay Başkanlığı’nın iknaya çalışıldığı öğrenildi. Genelkurmay Başkanlığı’nın da daha önce bu yönde yapılmış bir talebe verdiği kesin ret kararına karşılık bu sefer daha yumuşak davrandığı öğrenildi.”
Keza AKP’li milletvekilli ve bakanların, “EMASYA Protokolü’nün artık kaldırılması gerektiği görüşü sadece bizim değil, demokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla hakim olmasını isteyenTürkiye kamuoyunun genel talebi haline gelmiştir.” dediği aktarıldı.
2010 yılı başında da Erdoğan, EMASYA ve Milli Güvenlik Strateji Belgesi konusunda, “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’yle ve demokratik açılım süreciyle ilgili olarak sorun alanlarını buralardan çıkarmak istediklerini” belirterek şunları anlattı:
“Bakanımızın da ifade ettiği şekliyle EMASYA Protokolü’nü gündemimizden çıkaracağız. EMASYA Protokolü diye bir şey olamaz, olmayacak. Bunun adımını atıyoruz, atacağız… Bu işi bitireceğiz. Zaten bu bir protokol, kanun filan değil. Kanun, Genelkurmay, İçişleri burada müşterek bir çalışma yapar. Yasal düzenleme gerekiyorsa, yasal düzenleme de yapacağız. Protokolü ortadan kaldıracağız, bunun adımını atacağız. Bununla ilgili koordinatör bakanımız çalışmalarını yürütüyor. Kısa zamanda bu işi bitireceğiz.”
“FETÖ” cenahından sadece MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, “Şehidimizin kardeşidir” diyerek yeniden yargılanmasını sağladığı Mümtaz’en Türköne’nin şu önerilerini kaydetmekle yetinelim:
“Milli güvenlik, askerlere bırakılmayacak kadar ciddi bir konu… Milli Askeri Stratejik Konsept’in yeniden belirlenmesi gerekiyor. İç tehdit algılamasında birinci sıraya, TSK bünyesinde yer alan illegal örgütlenmelerin yerleştirilmesi şart… TSK’nın iç güvenliğe yönelik yetki ve sorumluluklarının bütünüyle kaldırılması gerekir… Jandarma bütünüyle tasfiye edilmeli, EMASYA gibi protokoller lağvedilmeli.”
Diyeceğimiz, diğer her konuda olduğu gibi EMASYA’da da “FETÖ”cüsü, 2. Cumhuriyetçisi, AKP’lisi; herkes oradaydı!..
Bahçeli’nin Tepkisi
Bu vesileyle MHP Lideri Bahçeli’nin EMASYA kaldırıldığında nasıl tepki gösterdiğini de hatırlatalım. 2010’da şöyle konuştu:
“Hükümetin hayatın her alanında yaşadığı hezimeti, ağır yoksulluk ve yolsuzluğu, PKK ile işbirliğini saklayabilmek için sanal bir darbe karşıtlığına soyunduğu bilinmektedir. Bu konuda özellikle son haftalarda TSK ile yıllar öncesinden yapılan bir protokolün kaldırılması, TBMM koruma görevinden Mehmetçiğin çekilmesi veya görev sahasının kısıtlanması ile Milli Güvenlik Siyaset Belgesi adı verilen resmi dokümanın iptali gibi konular gündemi oluşturmaktadır. Bu derece rahatsızlık veriyorsa, rejim üzerinde bir tehlike olarak görülüyorsa, geçtiğimiz hafta üzerinde mutabık kalınarak yürürlükten kaldırılan EMASYA protokolünün, yedi yıl içinde AKP iktidarında niye kaldırılmamış olduğunun sorgulanması ayrı bir tartışma konusudur.”
Hendek olaylarının yaşandığı Mart 2016’da da açılım-saçılım sürecini eleştirdikten sonra, “EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasından sonra, İl İdaresi Kanunu’na göre valinin talep ve talimatı olmadan askeri operasyonların yapılamayacağı bilinen bir gerçektir. Ve ne yazıktır ki, PKK, AKP’nin müşahitliği, müsamahası ve sağladığı eşsiz kolaylıklarla çözüm sürecini bomba, hendek, saldırı sürecine tahkim etmiştir… Çözüm sürecinden pişman olmak yetmez, bunun bir bedeli olmalıdır.” dedi.
Uğurlayacaklarımız Haklarını Helal Edecek mi?
Dün devletin temellerine taammüden vurulan bu darbelerin bugün milletimize ölüm, gözyaşı, yıkım olarak döndüğü ayan beyan ortada.
Erdoğan dün Şanlıurfa’da şu ifadeleri kullandı:
“Akrebin kıskacında yoğrularak bugünlere gelmiş bir millet olarak tarih boyunca aşılmaz denilen nice engeli nasıl aştıysak, inşallah bu imtihandan da alnımızın akıyla çıkacağız. Kayıplarımızın acısı yüreklerimizi yakıyor. Fatihalarla, tekbirlerle, salavatlarla, dualarla cenazelerimizi defnettikten sonra deprem bölgesinde hayatı yeniden kuracak, inşa ve ihya faaliyetlerine geçeceğiz.”
Elbette cenazelerimizi “Fatihalarla, tekbirlerle, salavatlarla, dualarla” defnettik, defnediyoruz, defnedeceğiz; de, gidenlere ve enkaz altında kalanlara, “Hakkınızı helâl eder misiniz?” diye sorabilsek, acaba cevapları ne olur?!
Müyesser YILDIZ
12 Şubat 2023