İçeriğe geç

Göç Anlaşması ya da “Lawrence”ların Gelişi!..

Duymuşsunuzdur; Hollanda’da yaklaşık 13 yıldır Başbakanlık yapan Mark Rutte 1.5 ay önce hükümetin istifa ettiğini açıkladı. Bununla kalmadı, 17 yıldır başında olduğu Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin Genel Başkanlığı’ndan ayrılacağını yani siyaseti bırakacağını da duyurdu.

İstifanın sebebi, hükümetteki koalisyon partilerinin göçmen politikasında anlaşamamasıydı. Başbakan Rutte, özellikle Suriye ve Afganistan’dan gelen sağınmacıların sayısının sınırlandırılmasını ve göçmen politikasının sıkılaştırılmasını istiyordu.

Hollanda’ya geçen yıl gidenlerin sayısını sorarsanız; 47 bin olmuş.

Bir de bize bakın; Göç İdaresi Başkanlığı’nın verdiği rakamlara göre, 4 milyon 893 bin 752 kişi.

Yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya Pazartesi günkü kabine toplantısı sonrasında gazetecilere yaptığı açıklamada; kaçaklara karşı yeni projelerini anlattı. İstanbul pilot bölge yapılıp buraya göç mobil noktaları kurulmuş. Göçmen kaçakçılığı organizatörlerine yönelik yoğun çalışmalar yürütülüyormuş. 1 Ekim’de İstanbul’daki geri gönderme merkezi bittiğinde de Türkiye çapında çalışma başlatılacak ve “her şey çok farklı olacak”mış.

Dikkat ettiniz mi; geçtiğimiz günlerde İngiltere ile yapıldığı bildirilen anlaşma hakkında tek kelime yok. Ne Bakan Yerlikaya bilgi vermiş ne de gazeteciler merak edip sormuş.

Anlaşmayı İngiltere’nin duyurmasından sonra açıklama yapmak zorunda kalan İçişleri Bakanlığı, göçmen kaçakçılığı organizatörleriyle mücadelenin” amaçlandığını belirtmemiş miydi?

Tam da buna ilişkin projelerden söz eden Bakan Yerlikaya’nın o anlaşmaya hiç değinmemesi garip değil mi?

Oysa İngiliz tarafının verdiği bilgilerden, bunun ciddi ve önemli olduğunu anlıyoruz. Hele de sadece 1 yıl önce Türkiye için Ruanda benzeri bir plan gündeme gelmiş ve konuşulmuşken!..

Kanal İstanbul’la İlgisi Var mı?

Anlaşmayla ilgili ciddi iddialar da var.

Örneğin göç meselesi ile ilgili olarak tek kişilik ordu gibi çalışan Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı İlay Aksoy, bunun Kanal İstanbul projesi ile ilgili olabileceği yorumunu yaparken, Mısır’ın 1875’te borç nedeniyle Süveyş Kanalı’ndaki yüzde 44 hissesini İngilizlere sattığını vurgulayarak, “Benzeri bir satışın alt yapısı mı oluşuyor?” diye soruyor.

Aksoy, anlaşma kapsamında kurulacak merkezde İngiliz istihbarat elemanları ile sınır güvenliği uzmanlarının süresiz kalacak olmasına da dikkat çekiyor.

İngiliz istihbarat elemanları” deyince Lawrence’ı hatırlamamak olmaz.

Erdoğan 1. Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümü olan 2014’te yaptığı bir konuşmada, bu savaşın merkezinde Osmanlı İmparatorluğu’nun, İstanbul’un olduğunu ve savaş bittiği halde haritaların cetvelle çizilmesi nedeniyle bölgede etkilerinin hâlâ sürdüğünü kaydederken Lawrence’ı şöyle anlatmıştı:

100 yıl önce egemen güçlerden çil çil altın alarak şuursuzca Osmanlı’ya isyan edenler, bu coğrafyaya en büyü ihaneti yapanlar vardır. Bunlar bugün de var. Yüzyıl önce Arap çöllerinde Osmanlı’yı yıkmak için ajanlar vardı, bugün de var. Lawrence Arap görünümlü bir İngilizdi. Şu anda ajanlar bir hain olarak kendi halkları içinden çıkabiliyor. Din adamı, hizmet eri görünümünde, gazeteci görünümünde yeni Lawrence’ların bölgeyi ateşe atmak için çabaladığını görüyoruz. Gerek yakın coğrafyada, gerek Türkiye’de ‘hizmet’ diyerek, ‘basın özgürlüğü’ diyerek, ‘bağımsızlık savaşı’ ya da ‘cihat’ diyerek Sykes-Picot anlaşmalarının gereğini yapanlar maalesef var.”

Erdoğan, “Bu coğrafyada yaşanan her gerginlik yüz yıl önce tasarlanmıştır. Bu tasarımı bozmak bizim vazifemizdir.” diye de eklemişti.

Bugünün “Lawrence”ları

Özellikle ülkemiz açısından adeta istilâya dönüşen göç meselesine dönersek; Avrupa’da bu nedenle hükümetler yıkılırken, bizde tehlikelere dikkat çekip uyarılarda bulunanlar kafatasçı, ırkçı, faşist” olarak damgalanıp susturulmak isteniyor.

İktidar ise tümüyle seçime endeksli kozmetik tedbirlerle milleti idare etme peşinde.

Bu yaklaşımın geldiği nokta mı?

İngilizlerle o anlaşmanın yapıldığı günlerde iktidarın önemli kalemlerinden birisi, Türkiye’nin göç sürecini hem insani hem de idari açıdan dünyaya örnek olacak şekilde yürüttüğünü savunurken şunları yazdı:

Bütün bunlara rağmen, Avrupa’daki ırkçılar gibi Türkiye’de de bazı ırkçı faşist yapılanmalar, yabancı düşmanlığı ve İslâm karşıtlığı yaparak, çeşitli provokasyonlarla toplumu tahrik etmeye çalışıyor. Ne yazık ki son zamanlarda bu ırkçıların provokasyonlarından etkilenerek, kaçak göçmen ve mültecilerle ilgili çalışmalarda rahatsız edici uygulamalara yol açılıyor. Öncelikle ırkçı görünümlü bu yapılanmaların, ırkçılığın ötesinde bir ajan provokatörlük faaliyeti içinde olduklarının bilinmesi gerekir. Rahatsız oldukları, Türkiye’nin doğru politikalarıdır. Türkiye’nin, göç politikasını iyi yönetmesinden ve bunun neticesinde küresel gücüne güç katmasından rahatsız olanlar, ırkçı görünümlü bu yapıları sahaya sürdüler. İşin aslı, ‘ırkçılık’ görünümlü bir Lawrence fitnesiyle karşı karşıyayız.”

Hâle bakın; tehditlere dikkat çekenler “Lawrence”a benzetiliyor, ama İngiltere’yle yapılan anlaşma ne konuşuluyor ne de sorgulanıyor.

Bu, Lawrence’lerin ülkemize artık resmen gelecek olması değilse nedir?

Ve dahi dün akşamki Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Subay ve Astsubay Mezuniyet Töreni’nde, “Türkiye’yi mülteci akınıyla sıkıştırma senaryoları” olduğunu bizzat Erdoğan söylemedi mi?

Müyesser YILDIZ
23 Ağustos 2023

Kategori:Uncategorized