Yandaş medya Anayasa referandumu için adeta iğne deliğinden geçip, ne kadar eski “ülkücü” varsa bulup konuşturuyor. Ama bir farkla, sadece “evet” diyenleri görüyor. 12 Eylül öncesinin son Ülkü Ocakları Derneği Başkanı olup, darbeden sonra yaklaşık 2 yıl “Kafes”te kalıp, ilk duruşmasında tahliye edilen, davası da beraatla sonuçlanan Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu da bu anlayışın son kurbanlarından birisi.
Anayasa referandumunun “boykot” edilmesini savunduğu halde yandaş medyanın kendisiyle yaptığı röportajları yayınlamamasına öfkelenen Şahsuvaroğlu, oy kullanmaya karar verdiği gibi, Zaman ve Bugün gazetelerine, “Ya benimle yapılan röportajı yayınlatırsınız ya da ben yapacağımı bilirim. Sizi 12 Eylülcülerden daha beter ederim” diye uyardı.
Şahsuvaroğlu, AKP iktidarında Tarım Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı oldu. Halen de bu Bakanlıkta danışman. Bir diğer özelliği, TRT-1’de yayınlanan ve İsrail’in Türkiye’ye nota vermesine yol açan Filistin-Ayrılık adlı dizinin genel proje danışmanlığını yapması. Yani ülkücü, ama iktidara çok da uzak bir isim değil.
YANDAŞ TUTUMU 12 EYLÜL İŞKENCESİNDEN AĞIR GELDİ
12 Eylül işkencelerine maruz kalmış, Ülkü Ocakları Derneği’nin son genel başkanı sıfatını taşıyan bir ismin Anayasa referandumu ve 12 Eylül’le hesaplaşma konusunda söyleyecekleri elbette önemlidir. Onun içindir ki, yandaş medyanın büyük ilgisine mazhar oldu. Ama ilginçtir, hiçbiri yayınlamadı. Şahsuvaroğlu’nu en çok da Cemaatin yayın organlarından Zaman ve Bugün Gazetelerinin tavrı öfkelendirdi.
Neler oldu, o röportajlardan önce referandum konusunda ne düşünüyordu, sonrasında neye karar verdi, Şahsuvaroğlu’na sorduk. İşte yanıtlar:
“12 Eylül ile ilgili birçok gazete ‘evet’ kampanyasına yardımcı olur diye benimle röportaj yaptı. Saatlerce süren röportajlar sırasında muhabir veya söyleşi yazarı, ‘Bunları ilk defa işitiyorum. Hayatım boyunca kimseden böyle fikirler işitmemiştim’ gibi sözlerle bana iltifatlarda bulunmalarına rağmen gazetelerde hiçbiri çıkmadı. Bazı eski ülkücüler eğer ‘evet’ kampanyası lehine bir takım laflar etmişlerse, onlara yer verdiler. Bu 12 Eylül sırasında yapılan zulüm ve işkencelerden daha acıtıcı geldi bana. Vatan gazetesinde Sami Selçuk’la yapılan röportajı okuyunca, yalnız olmadığımı anladım. Ben de eskiden Zaman’da, Yeni Şafak’ta, Star’da yazmıştım. Niçin evet kampanyası incitici geliyordu bana? Oysa işte 12 Eylül’den hesap soruluyordu. Demokratikleşiyorduk. İnsan hak ve hürriyetlerinin önündeki engeller kalkıyordu… Öyle mi? Bizim gibi 12 Eylül mağduru ülkücülerin ‘evet’ demesi gerekmiyor muydu? Bizim beceremediğimizi Akıncı kardeşler mi becermişlerdi de biz kıskanıyorduk? Doğruyu bir ateist de söylese, doğru ‘doğru’ değil miydi?.. Yoksa kimseyi ilgilendirmeyen bu anayasa münazaralarına, anayasa bezirgânlıklarına karşı millet sandığa gitmemeli miydi? ‘Evet’ veya ‘hayır’a gönlü ısınamayanlar, bu referandum kepazeliğini duymazdan ve görmezden gelerek, sandığa hiç gitmeseler, kıyamet mi kopardı? Demokrasi geri şişeden içeri mi kaçardı? Faşizm mi gelirdi? Ülke mi bölünürdü? Bu beceriksiz siyasetçilere iktidarıyla muhalefetiyle bir ders vermek bu milletin aklına niçin gelmezdi? Yoksa BDP ile PKK ile aynı kefeye mi konulurduk? Ne münasebet; ateisttin doğrusu doğrumuz oluyor da, sandığı protesto edince koca millet PKK’lı oluyor. Olsun. Hani açılım vardı?..
Açıkça ilan ediyorum; bu ‘evet’ kampanyası İslam’dan nasipsizdir. Hiçbir estetik kaygı taşımamaktadır. İslam’ın hürmet, merhamet ve aşk medeniyetinden haberi yoktur. O kadar inciticidir ki, sadece yaşayan insanları değil, mezardakileri de rahatsız etmiştir. İslam hiçbir yeniliği kin ile ihya etmemiştir. Din ile kin asla bir araya gelmez. Oysa evet kampanyası kin kokuyor. Ne yani şimdi ben bana ‘kafes’te işkence yapan ve ne yaptığını bilmeyen; belki de şimdi cemaatte diğer Müslümanlarla beraber namaz kılan, belki de okulunu cemaatin okullarına gönderen, belki de Asya Finans’ta çalışan o emekli işkenceci ile otuz yıl sonra hesaplaşacak mıyım?.. 12 Eylül’dü ve ben onun kafeslerinde bile bugünkünden daha özgürdüm. Parmaklıklarını salladığım ve tamamının sülalesini sinkaf ettiğimde evet daha özgürdüm. Ben ki, ağzıma küfür almayan efendi şairim, yanımdaki tarih öğretmeni Mustafa Bey (Kayseri eğitimcisiydi) 80 şınav çekmeğe zorlandığımızda kalp krizi geçirince, aynen öyle yaptım. Cumhuriyetinden, devletine, 12 Eylül’ün en üst kademesinden en alt kademesine küfür ettim. Ne oldu? Hocayı revire götürürken, erinden yüzbaşısına kadar subaylara bir general gibi talimatlar yağdırdım. Emirlerimi harfiyen yerine getirdiler. Bugün bu özgürlüğümü hangi iktidar, hangi cemaat, hangi gazete, hangi tv kanalı, hangi mahkeme verebilir ki?…
Referandumda sessiz kalacaktım… Sandığa gitmeyecektim. Hanımla, annem ‘evet’, kardeşim ‘hayır’ vereceğim diye kararlı konuşuyorlar. Ben bilmiyorum… Memleketi evetçiler, hayırcılar diye bölemem. Bu bölücülüğe de Müslümanlık, demokrasi, adalet, devlet, hak hukuk diyemem. Bu oyunun içinde olamam. Öyle düşünüyordum. Ama gördüm ki; ben, fikrim, milletim, topyekün bir tarih haksızlığa uğruyor. Hak namına yapılan bu çirkinliğe benim pasif bir seçici olma hakkım yok.”
BUGÜN DE KULLANILIYORLAR
12 Eylül’de hapse konurken, doğrudan Evren’e mektup yazıp, “hata yapıyorsunuz” dediğini belirten Lütfü Şahsuvaroğlu’nun, bazı eski “dava arkadaşlarına” da birkaç sözü var. Diyor ki;
“12 Eylül öncesi ülkücüler evet kavganın bir tarafında yer alıyorlardı, ama yaşanan uluslararası istihbarat örgütlerinin ve karanlık mahfillerin de Türkiye üzerindeki planlarının bir parçasıydı. Bugün kimi profesör olmuş arkadaşlar da dahil olmak üzere, o zaman ne kadar ‘aptal’ olduklarını yazıp, çiziyorlar. Nasıl kullanıldıklarını anlatıyorlar. Fakat kullanıldıklarına, nasıl kullanıldıklarına dair bir bilgileri hâlâ yok. Bugün de kullanılıp kullanılmadıklarını tartışmıyorlar lâkin…”
Müyesser Yıldız
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiye-ile-ilgili-oyle-kritik-bir-madde-var-ki-31102003.html