“Haliç’teki Simonlar”ı yazan Hanefi Avcı, Türkiye’yi gözetleyen gücü şöyle tarif ediyor:
“Dinleme ve izlemeler birkaç kişinin veya özel organizasyonların yaptığı iş değil. Devletin arşivi, teknolojik imkanları ve para gücü olmasa bunlar yapılamaz… Hedef kişi veya kurum belirleniyor. İhbar mektubu hazırlanıyor. Arkasından devletin elindeki arşiv bilgilerinden yararlanarak, kişi izlemeye, dinlemeye alınıyor. Bunların sonucunda ‘suç’ unsuruna rastlanırsa, hakkında tahkikat açılıyor. Değilse, kişinin özel hayatı, telefon konuşmaları ve elektronik postaları internet üzerinden servise konulup, o kişi itibarsızlaştırılıyor, yıpratılıyor…”
Avcı’ya göre, bu işleri hem legal, hem illegal cephesi bulunan ve devlette uzantıları olan suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt gerçekleştiriyor!..
Avcı’dan sonra Balyoz soruşturması kapsamına alınıp, son YAŞ toplantısında terfisi engellendiği için istifa eden, şimdilerde ise “Fuhuş Operasyonu”nda müşteki olan Deniz Harp Okulu eski Komutanı Tuğamiral Türker Ertürk’e kulak verelim. Okulun 2 yıldır imzasız, ahlak dışı ihbar mektuplarıyla taarruza uğradığını, bunun arkasında bir istihbarat örgütünün olduğunu öne süren Ertürk, Hürriyet Gazetesi’ne özetle şunları anlattı:
“Kamuoyunda, ‘Ya kardeşim bunlar mı bizi koruyacak’ algısı yaratılmak isteniyor. Bir subay bir defa içeri girdiyse, bir daha terfi edemez. Bir tasfiye var. ‘Çok aktif, mücadele edecekleri hiç olmazsa tasfiye edelim. Sessiz, sakin, uyumlular kalsın’ diyorlar. Bu bir dar’ül-harp. Savaş var, her yol mübah. Karalama, çirkeflik serbest. İmzasız ihbarlardaki ahlaksızlığın boyutunu anlatamam. Bir tek resim bile bulamamışlar benimle ilgili. Bulsalar öldürürler. 1,5 yıldır, 3- 4 ayda bir odamı, konutumu cihaz var mı diye aratıyorum. Niçin? Ruslara karşı mı, Yunanlılara karşı mı? Bir sürü ihbar var, ‘Ya istifa et, ya intihar et’ diyorlar… ”
“ ‘Bu okulda ahlaksızlık yapılıyor, bu okulda götüren götürene’ diye yayın yapılıyor. Cemaat uçuruyor. İçeride uzantılar var. Kimin olduğuna anlamanıza imkân yok. Uzun süredir yatırım yapılıyor bu işe. Her seviyede var uzantılar. Bunlar genelde, disiplinsiz, çalışma performansı düşük insanlar değil. Belki benim bile en gözde subayımdır, astsubayımdır… 28 Şubat öncesinde 6 kişi attım ben. Birisi elektronik astsubayı, takdirname vermişim 1 ay önce. En güvendiğim adam. Yıkıldım ben bu adam çıkınca. ‘Bize bir gün emir gelecek bu gemiler buradan kalkmayacak’ diye ifade verdi…”
“Amirlerime telefon açıyorum. Komutanım basın turu düzenleyelim diyorum. Karşıdan ses alamıyorum… ‘Komutanım bana taarruz etmiyorlar. Deniz Harp Okulu’na taarruz ediyorlar. Uğraşalım bunlarla’ diyorum, ‘Zaten tirajları düşük, ilgilenen de yok biz üstüne gidersek olay büyüyor sus’… Hanefi Avcı kitabında yazıyor dinlemeleri, bunu Ağustos’ta yazdı. Ben bunu Şubat’ta Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na yazdım, ‘Operasyon böyle yapılıyor’ diye. Ama yöntem, daima sessizlik. Benim yazılarıma hiç yanıt gelmedi. Söz uçar yazı kalır onun için yazdım. Operasyonlar polis tarafından yapılıyor, savcının önüne konuluyor. Hanefi Bey, kurumların imamları diyor, ben uzantıları diyordum. Bizde de kesinlikle imam vardır. Hem TSK’de, hem de Deniz Harp Okulu’nda kesinlikle imam var. İmamı bulabilmek için istihbarat örgütü lazım. TSK’nin bunu engelleyecek istihbarat teşkilatı yok. Bizim istihbarat subaylarımız var, teşkilatımız yok.
“Türkiye’yi transformasyona uğratmaya çalışıyorlar. Niye dönüştürmeye çalışıyorlar? Adına BOP deyin, ne derseniz deyin, bu coğrafyadaki kaynakların üzerine oturmak, buradaki insanları sömürge haline getirmek için. Kuruluş felsefesi 1923’te şekillenmiş Cumhuriyet, bu operasyona engel, baş ağrısı. Onun için bu cumhuriyet dönüştürülmeli. Cumhuriyet’in kırmızı çizgileri var. Bunlara TSK öncü, sonuna kadar sahip. Eğer, TSK’nin Türkiye halkı üzerindeki kredibilitesini düşürmezseniz bu operasyonu yapamazsınız. O zaman ne yapmak lazım? TSK’nin güvenilirliğini, inanırlılığını yok etmek lazım. Amaç kurumu yok etmek… Şimdi, TSK’nin savaşmak azim ve iradesi kırılmıştır. Bu kadar ağır taarruz altında kalan herkes hata yapar…”
Eski Komutan Ertürk’ün Cumhuriyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamalardan ise şu iki cümlenin altını çizelim:
“Üniversiteye giriş tercih kılavuzunda, Deniz Harp Okulu’nu işaretleyen öğrencilerin ailelerine, ‘çocuğunuzu ahlaksız bir okula gönderiyorsunuz’ şeklinde mektuplar gönderildi… Bu operasyonun, ÖSYM içindeki yapı tarafından yapıldığını tespit ettik…” (Demektir ki,Deniz Harp Okulu’ndaki “fuhuş”a ilişkin olduğu iddia edilen “Mavi dosya” Başbakan Erdoğan’dan önce “cemaat”in elindeydi veya eş zamanlı “takdim” edildi)
SARI ÖKÜZ: KARA KARP OKULU KOMUTANI TAŞKESEN’DİR
Yukarıdaki notları aktardık, çünkü bugünlere nasıl gelindiğini, ilk denemenin nerede yapıldığını, TSK’nın bu illegal örgütlenmeye verdiği ilk kurban olan Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Reha Taşkesen’in öyküsünü anlatmak istiyoruz.
Taşkesen okuldaki görev süresinin henüz birinci yılında, 2006 Ağustos Şurası’ndan önce istifa etmek zorunda kaldı. O günlerde hakkında pek çok şey söylendi, yazıldı çizildi… Sonra unutuldu, gitti… Oysa bugün daha iyi anlıyoruz ki, “Geleceğin Genelkurmay Başkanı” gözüyle bakılan, “parlak sicilli” Taşkesen’in başına gelen o olay, her şeyin miladıymış!..
HARBİYE ELDEN GİDİYOR VEYA HANGİ ELLERE GEÇİYOR
Odatv, 4 yıl aradan sonra Taşkesen dosyasını araştırdı ve bakın gün yüzüne çıkmamış, çıkartılmamış hangi bilgilere ulaştı.
Yıl 2005-2006. Yani ortada ne “Ergenekon”’un “e”si var, ne de telefonların dinlenip, elektronik postaların izlendiğinden haberdarız!..
2006 Şura’sından hemen önce dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, kuvvet komutanları ve bazı generallere bir CD gönderilir. CD’nin başlangıcında 16 sayfalık bir mektup, eklerinde hepsi de illegal olan Taşkesen’in telefon konuşmaları, elektronik postalarının dökümü yer almaktadır. Altındaki imza ise “bir subay”dır. Ama öyle “bir subay”ki, değil Taşkesen’in şahsi ve resmi telefonlarında yaptığı konuşmalar, başkasının üzerine aldığı telefonları bile dinleyebilmiştir. Dahası Taşkesen’in attığı her adımdan, gittiği yerlerde neler yapıp, kimlerle görüştüğünden, kişisel özelliklerinden, zaaflarından, makamına köpek getirmesinden, yaptığı, yapmadığı tüm ihalelerden haberdardır.
Ve CD eklerinden anlaşıldığına göre, Taşkesen Aralık 2005’ten beri izlenip, dinlenmektedir!..
“Harbiye’de yangın” başlıklı mektup, “Harp Okulu muharip gücünü kaybediyor” cümlesiyle devam ediyor… Devamındaki cümle de şu; “Harbiye elden gidiyor”!.. Sonra Yarbay Mustafa Kemal’in 1914’te söylediği, “Zabit ve Kumandan ile Hasb-ı Hal” kitabında yer alan şu sözüne yer veriliyor:
“Bir kıt’a ve bahusus zabıtan heyeti yalnız hüsn-ü misal olacak rehberle yetiştirilir…”
(Not: Ne tesadüf; Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 19 Mayıs 2010’da Genelkurmay Başkanlığı Karargahı’nda düzenlenen “Atatürk Özel Anma Töreni”nde, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Zabit ve Kumandan ile Hasb-ı Hal” adlı eserinden de söz edip, bu kitabın okunmasıyla Atatürk’ün düşünce sisteminin daha iyi anlaşılacağını söyledi. O toplantıda Gazeteci Yazar Altemur Kılıç’ın, “Orduyu yıpratmak için içeriden ve dışarıdan yapılan saldırılar beni çok üzüyor. Her asker tutuklandığında canımdan can gidiyor. Ordu-milleti kaybedersek geri almamız mümkün değil” şeklindeki sözleri üzerine Başbuğ’un, Kılıç’ın bu duygularına saygı duyduğunu ve paylaştığını belirtip, “Şundan emin olmalarını istiyorum; TSK bu süreçten daha güçlü olarak çıkacaktır” dediğini de hatırlatalım.)
Mektubun içeriğine gelince;
O günlerde medyaya yansıyan, “Yaşar Büyükanıt’tan cesaret aldığı, gönül ilişkileri, okul lokalinde bir bardak bira içilmesine izin verdiği” iddialarını geçelim… Harp Okulu’nda spor faaliyetlerine ağırlık vermesinden şikayet ediliyor… Eski bir asker olup, camiada sevilen, askeriyeden ayrıldıktan sonra Türkiye ve çeşitli ülkelerde “liderlik ve yönetim” konularında seminerler düzenleyen Fazıl Oral’a okulda konferans verdirildiği “ihbar”ı yapılıp, “Okulda siyasi konular da işlenmeye başlandı. Burası bir süre sonra 78’lerin Harbiyesine dönüşebilir” deniyor. Bir diğer ilginç “ihbar” şu:
6 Mayıs 2006’da dönemin DYP Genel Başkan Yardımcısı olan eski Büyükelçi Nüzhet Kandemir’e, “Türk-Amerikan ilişkileri, AB, Kıbrıs, Ortadoğu ve Irak” konularında bir konferans verdirilmiş. Mektubu yazan “bir subay”a göre, “Bu konferansta, baştan sona siyaset yapılmış”!..
Mektupta şöyle bir not veya uyarı da var. Söz konusu bilgileri önce kamuoyuna yansıtmayı düşünmüşler, ancak “TSK zarar görür” düşüncesiyle bundan vazgeçip, komutanlara göndermeye karar vermişler!..
KARARGAH NE YAPTI, TAŞKESEN NE SORDU?
Bu CD’den sonra TSK’da neler olduğunu da sorup, soruşturduk. Öğrendiğimize göre, Hilmi Özkök konuyu Taşkesen’in yakın dostu dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’a havale etmiş. O da Taşkesen’i çağırıp, CD’yi önüne koymuş.
Taşkesen tek kelime dahi “savunma” yapmamış. Sadece şu soruları sormuş:
“Beni kim dinledi?.. Kim izledi?.. Kim emir verdi?..”
Kara Harp Okulu Komutanı’nın bu sorularına cevap veren olmamış… Yani son kurbanlardan Deniz Harp Okulu eski Komutanı Ertürk’ün söylediği gibi karargahta, “suskunluk, sessizlik” yaşanmış!.. Taşkesen de istifasını verip, çıkmış…
Derdimiz, onunla ilgili-ilgisiz her şeyin bir mektup çuvalına konduğu Taşkesen’i ibra etmek veya savunmak değil. Sadece olayın detaylarını öğrendikten sonra şunları sormak istiyoruz:
– Reha Taşkesen’i “Aman olay kamuoyuna yansımasın” düşüncesiyle, hemen kurban vermek işi halletti mi, yoksa bu ilk denemenin “başarılı” sonuçlanması, birilerini daha da cesaretlendirip, “asimetrik psikolojik harbin” TSK’nın her birimine kadar uzanmasının önünü mü açmış oldu?
– Elbette Taşkesen’in “suçları” araştırılmalı, gerekirse görevinden alınmalı veya istifa ettirilmeliydi. Ama en az bunun kadar önemli olan bir diğer gerçeğin, yani Taşkesen’i kimlerin nasıl dinleyip, izlediğinin de araştırılıp, ortaya çıkartılması gerekmez miydi?
– 2006’da bu “illegal dinleme ve izlemeler”in peşine düşülüp, sorumlulardan hesap sorulsa, bugün sadece TSK değil, tüm Türkiye bu “korku imparatorluğu”nun esiri haline getirilebilir miydi?
Müyesser Yıldız
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiye-ile-ilgili-oyle-kritik-bir-madde-var-ki-31102003.html