Burnunun ucunu göremeyen, burnuna takılan çengeli de görmez…
Arkadaşlar “satılmadı”, “rehincik” yapıldı!..
AKP Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek (protokolde imzası var) 12 Temmuz Salı günü TV8’de Erkan Tan’a: “Protokol adrese teslim değil. Kuvvetler ayrılığı var. Yargıya müdahale edemeyiz.” diyordu, Başbakan Erdoğan’ın grup konuşmasından birkaç saat evvel. Ve Erdoğan grupta “protokolü” hükümsüz ilân ediyordu CHP’yi yerden yere vururken!..
Aslında, “sakın onları bırakmayın” anlamına da geliyordu bu konuşma. Tahmin ettiğimiz üzere “önce yeni Anayasa” şartı masaya konuyor; “Anayasa değişmeden kanunları değiştirmenin anlamı yok. Anayasa değişsin, sonra buna uygun kanunları çıkarırız.” deniyordu.
CHP “arkadaşlarını satmamak” için gözü kapalı, canla başla yeni Anayasa için çalışsa bile en az 6 ay gerekiyor. Hâsılı, protokol “hükümsüz”, Anayasa PKK’nın “pazarlığına” kalmış, “arkadaşlar” ın akıbeti de çıkmaz ayın son Çarşamba’sına.
* * * *
Malta sürgünlerinde iki dönem vardır.
Birincisi, İngilizlerin Rum ve Ermeni Patrikhaneleri’yle Damat Ferit’in hazırladığı listelere göre siyasiler, aydınlar, gazeteciler, valiler ve askerlerin topluca Malta’ya sürülmesidir.
Sonrasında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Milli Mücadele’yi zafere ulaştırmada adım adım ilerlerken Anadolu’daki İngiliz asker ve ajanlarını yakalaması.
Malta’daki sürgünleri suçlayacak hiçbir şey bulamayan İngiltere işte bundan sonra Anadolu ile “rehin değiş-tokuşu” pazarlığına girişir. Malta’dakiler peyderpey serbest bırakılır.
Öylesine hatırladım bu “rehin pazarlığını”… İlgisi, benzerliği olduğundan değil!..
* * * *
AKP Genel Başkan Yardımcısı İpek, yine 12 Temmuz sabahı: “Tutukluluk sürelerini kısaltırsak bakarsınız bundan Alparslan Aslan da yararlanır.” örneğini veriyordu.
Erkan Tan’ın: “Ne alâka?.. Biri cinayet işlemiş, suçüstü yapılmış; bunların ise daha neyle suçlandığı belli değil diyorlar” demesini beklemedim.
Kader işte, Erkan Tan’ın bir gün sonraki konuğu ise Burhan Kuzu’ydu ve bakın, başkanlık sistemini övüp parlamenter rejimi kötülemek isterken neler söylüyordu:
“Bugün kuvvetler ayrılığı diye bir şey yok. Sistemin mayası bozuk. Yasalar, yürütmeden geliyor ve geçiyor. Bir bakanın düşürülmesi için gensoru veriliyor; haklı bile olsa düşürülmez. Hangi iktidar bakanını düşürür? Nerede kuvvetler ayrılığı? Biz, olmayan bir şeye güveniyoruz…”
Kuzu Hoca, AKP’nin, “Yargıya müdahale edemeyiz, kuvvetler ayrılığı var. Mahkemeye telefon mu etmemiz bekleniyor?” vs. savunmalarını çökertmiş oldu mu olmadı mı şimdi?
Kuzu Hoca’yı doğrulayan iki örnek vermek istiyorum:
CHP ile protokol görüşmelerini kim yürüttü; meclis grup başkan vekilleri ve genel başkan yardımcısı… Yani, “sizin meseleniz AKP ile meclisin işi.” dendi.
Peki, BDP ile görüşmelere kimler katıldı; parti ve grup yöneticilerine ilave olarak “açılım” ların mimarı, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay… Yani, BDP’nin meselesini hükümet sahiplendi, BDP’ye, “hükümet arkanızda” mesajı verildi.
Kuzu Hoca ne söylemişti: “Hükümetten gelen meclisten aynen geçiyor.”!.. Demek ki BDP ile pazarlıkların meclisten geçmesi garanti… CHP’ninki “yaz tahtaya al haftaya”!..
10 Haziran akşamı Başbakan Erdoğan’ın son seçim konuşmasındaki bazı açıklamalarını dehşetle izlemiştim. Bunlardan biri de Danıştay’la ilgiliydi. Uzun tutuklulukları mahkemelerin yükünün ağır olmasına bağlarken, hatırladığım kadarıyla şöyle konuşmuştu:
“Eleman alalım dedik, Danıştay sınavlarda kamera diye tutturdu. Biz de vazgeçtik. Bundan sonra bunun sorun olacağını sanmıyorum. Bütün düzenlemeleri buna göre yaptık zaten!..”
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Allah’ım verdikçe veriyor!” dediği şey!.. Biz yine niyetimizi bozmayalım: “yargıya müdahale yok”, “kuvvetler ayrılığı var” a inanmaya devam edelim.
Sahi, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç yemin kriziyle ilgili olarak, “Birkaç gün geçsin, bizim de söyleyeceklerimiz olabilir.” demişti. Niye “sustu” ki; yoksa susmasını isteyen mi oldu?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler!..
Müyesser Yıldız
13 Temmuz 2011