Ilımlı İslâm, Euro-İslâm (Bu da Almanya’nın icadı) projelerinden beri bize bir haller oldu!..
Önce AKP teşkilatından biri Başbakan Erdoğan için, “Peygamber gibi insan” dedi. Bu söylendiği için değil, MHP’li Osman Durmuş bunu Meclis kürsüsünden açıkladığı için kıyamet koptu. Ancak bundan sonra o benzetmeyi yapan AKP’liye tezkere verildi.
Bu sezonu da yine bir başka AKP’linin, Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin’in “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile ibadettir” sözüyle açtık. Ama bu defa özellikle AKP cephesinden herhangi bir tepki veya yaptırım gelmedi bu milletvekiline. Aynı minvalde satır aralarında kalan bir benzetme de Fethullah Gülen için yapıldı yakın zamanlarda.
Yozgat Boğazlıyan’lı olup, 1948’de ailesiyle birlikte Arjantin’e göçmüş Ermeni asıllı Hagop Arzumanian’a aitti bu benzetme. Bunca yıl aradan sonra cemaat organizasyonu olan Türkçe Olimpiyatları için Türkiye’ye gelen Arzumanian, Agos Gazetesi’ne bir röportaj verdi. Zaman Gazetesi de bu röportajı birinci sayfadan gördü ve geniş yer verdi. Gülen’le sıkı bir dostluk bağı olduğunu vurgulayıp, yollarının nasıl kesiştiğinin hikâyesini anlatan Arzumanian, ona duygularını nasıl ifade ettiğini de şöyle aktardı :
“Hocaefendi, size şu anda bir baba gibi hitap ediyorum.1948 yılında sizin benden daha iyi bildiğiniz malum sebeplerden göçtük buralara. Bir şikâyetim yok Arjantin’den; ama yine sizin de bildiğiniz gibi memleket hasreti bir başka. Siz dünya üzerinde görülmemiş bir şahsiyetsiniz. Peygamberin yolundasınız. Siz dine, ırka bakmadan eğitim veriyorsunuz. Karanlık, fena yağmurlu bir günde yolun başında durmuş, meşale gibi ortalığı aydınlatıyorsunuz. Bu zor iş, Cenab-ı Hakk’ın parmağı olmadan yapılamaz.”
Bilmiyorum neden, bu benzetmeler, bir o kadar da Zaman Gazetesi’nin bunları olduğu gibi yayınlaması beni çok rahatsız etti. Yorumunu işin uzmanlarına bırakıp, bir başka tuhaflığa dikkat çekmek istiyorum.
Zaman’dan Ahmet Kurucan neredeyse haftada bir Hocaefendi ile sohbetlerini aktarır. 16 Temmuz tarihli yazısında da bunu yaptı. Anlattığı şuydu bu defa :
“Herkes dikkat kesilmiş Hocaefendi’yi dinlerken, o ağlıyor ve muhataplarından birine dönüp, ‘Biz ne yaptık? Kitap okumaktan başka ne yaptık? Milletimizin, insanımızın zararına ne türlü davranışlarımız oldu?’” diyor.
Parantez açıp, “Biz gazetecilikten, kitap okumak ve yazmaktan başka ne yaptık? Türk Milleti’nin, insanımızın zararına ne türlü davranışlarımız oldu da Silivri’deyiz? O kendi arzu ve iradesi ile ABD’ye gitti, biz ise kendi arzu ve irademiz dışında üstelik büyük iftiralarla Silivri’ye tıkıldık” demeyeceğim!..
Sözü yeniden Ahmet Kurucan’a bırakıyorum. Hocaefendi’nin ağlamasını ve söylediklerini şöyle yorumluyor Kurucan :
“İnanıyorum ki,73 yıllık hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Hiçbir akli ve mantıki temehle dayanmayan, vehimlerin, hayallerin, paranoyaların ve özgüven eksikliğinin yol açtığına inandığı zulümleri, baskıları, işkenceleri hatırlamıştı. Sadece şahsına değil, ülkesinin neredeyse hemen her ferdine yapılan bu haksız zulümler onu bir kez daha ağlatmaya yetmişti…”
Kurucan’a göre, “Yaşanılan bu haksız süreçte hak ve hakikatı gören insanlar da yok değildi”. O insanlardan iki örneği de yine Fethullah Gülen’in ağzından naklediyor Kurucan…
“İskenderun’da askerlik yaparken, kendisini cami kürsüsünde dinleyen ve sonrasında sahip çıkan komutanından bahsetti. Emekli olup ayrılırken, (Korkuyorum, benden sonra bu insanlar sana kötülük yapar. Seni anlamazlar bunlar ve Hallac gibi muamele yaparlar) demiş…”
Gülen’in ikinci örneği de askeri cenahtan olmuş. Bir keresinde askeri cemseye bir şey yerleştirilirken, ayağı kaymış ve çok şiddetli bir şekilde yere kapaklanmış Hocaefendi. Düşmenin şiddetiyle kaburgaları kırılmış ve kendinden geçmiş. Gözlerini açtığında hastane odasındaymış. Devamını Hocaefendi’nin ağzından dinleyelim. Diyor ki :
“Gözlerimi açtığımda hastane odasındaydık. Rahmetli Komutanım başını,ayaklarımın üstüne koymuş ağlıyordu.”
Hocaefendi’nin artık “zulüm, baskı , işkence” görme imkân ve ihtimali yok, ama ABD’den dönmüyor..,.
Hakkındaki tüm davalar beraatle sonuçlandı, yine gelmiyor!..
Sadece AKP’liler değil, muhalefet partileri de neredeyse “dön” diye yalvarıyor, ama yine gelmiyor, yine gelmiyor!..
Hani şeytan ayrıntıda gizlidir ya, yoksa Hocaefendi, “hak ve hakikatı gören” bir komutanın “dönün lütfen” demesini mi bekliyor nedir?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
24 Temmuz 2011