Bugün 3 Kasım 2011. AKP iktidarının 9’uncu yılı.
Gündemde, manşetlerdeiki ana konu var: N.Ç.’nin tecavüzü ve KCK operasyonu.
Askerinden okul müdürüne, muhtarından veznedarına 28 kamu görevlisinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç.’nin davası 8 yıldır sürüyormuş. Ve yüksek yargı, o çocuğun “rızasıyla” bu hayvanlarla birlikte olduğuna hükmetmiş. Ne diyeyim; tuz koktu, tuz… Burnumuzun direği kırılıyor!..
KCK operasyonları, tutuklamalar, 2. Cumhuriyet mahallesinin karışması… Liboşlar şokta (acaba akıllarına TUDEH geldi mi?), İslâmcılar muzaffer kumandan!.. Ne halleri varsa görsünler! Benim derdim başka: aman sizler bu “açılımı” yanlış anlamayın, iktidar nihayet PKK ve uzantılarının üzerine gidiyor diye sevinmeyin. Başbakan Erdoğan: “Ciğerim yanıyor, ciğerim!” feryadında bulunduğunda: “Eyvah!.. O’nun ciğeri yanıyorsa, bu defa bizim neremiz yanacak? Acaba şimdi hangi açılım gelecek?” diyerek endişemi dillendirmiştim. İşte o günlere gelindi.
* * *
9 yılda neler oldu? İşe ufak ufak başlandı. Devletin televizyonunda birkaç saatlik yayın. Günü geldi bir kanal tümden Kürtçe’ye tahsis edildi; devlet eliyle resmen ikinci dil yaratıldı. Başbakan Erdoğan da yıllar sonra, Haziran 2011’de bu hali bir güzel itiraf edip: “O birkaç saatlik yayına başlarken ne engellerle karşılaştık. O yüzden birden yapamadık.” dedi. Bugün üniversitelerde Kürtçe bölüm açıldı, ilköğretimi konuşuyoruz artık. Anayasa, yasalar değişmeden bu noktaya geldiğimize göre yeni Anayasa ile nerelere varılabileceğini siz hesaplayın artık!..
Aynen “kamusal alanda türban” işi gibi. Erdoğan partisinin son Kızılcahamam kampında nasıl da meydan okudu!.. “Tartıışmaları hatırlayın, neler çektik? Uymak zorunda kaldık gerginlik olmasın diye. Artık bunları kabul etmiyorum.” derken haksız mıydı? Bırakın üniversiteleri, mahkemeler dışında türbanın girmediği yer kaldı mı?
İşte PKK müzakere ve açılımlarına da böyle “hazmettire hazmettire, alıştıra alıştıra” ulaşıldı.
KCK ne? Bölücülerin sözde “devlet” yapılanması. PKK sözde “ordu”, Öcalan “cumhurbaşkanı”, Zübeyir Aydar “meclis başkanı”, Murat Karayılan da “başbakan”. Bu hal 2007’den beri bilinmiyor muydu? KCK’nın başıyla İmralı’da, Zübeyir Aydar’la Oslo’da masaya oturan; Kandil’deki Karayılan’a seçim ve referandum öncesi toplam 6 kez “ateşkes” ricasında bulunanlar Hasdal’da “terbiye”ye çekilen askerler ya da dışarıdaki gazeteci ve aydınlara “gözdağı” için Silivri’de tutulanlar mıydı?
12 Haziran seçimleri ya da Obama’yla görüşme sonrası “Artık terör ve bölücülüğe anlayış yok.” dönemine girildiğini sananlar yanılır. Öyle olsa KCK’nın partisi BDP’nin Meclis’e dönmesi için yalvar-yakar olunur, Washington-Ankara hattında: “Siyasi irade ile müzakere, terörle mücadele edeceğiz.” denilir miydi?
Terörün propagandası olmasın diye medyaya “sansür” kondu. Anlaşıldı ki maksat o pazarlıkların, müzakerelerin yazılmamasıymış!.. AİHM 2005’te Öcalan’ın yeniden yargılanmasını gündeme aldığında bu kararın hayata geçirilebilmesi için medyadan “gümbür gümbür destek isteyen” Erdoğan, şimdi “PKK’nın reklamını yapmayın.” diyecek öyle mi?
Merkel’den, PKK’nın Almanya’da 6 milyon Euro toplamasının hesabı soruldu. Bu işler olurken T.C.’nin patronları ne yapıyordu? Merkel kaba falan; ama Allah’tan şunları söylemedi:
“Zübeyir Aydar ABD’nin kara para ve uyuşturucu trafiğinden mal varlığına el konulmasını kararlaştırdığı biri. Siz böyle biriyle Oslo’da nasıl görüştünüz?.. Azınlıklara hediye paketi ile gittiğiniz 21 Ağustos 2011’deki iftarda PKK için: ‘Esnafa vergi kesen bir örgüttür. Vatandaş, ne olur bizi kurtarın diyor.’ dediniz. Siz ülkenizdeki bu ‘vergilendirme-haraç’ işlerini bitirdiniz mi?..
Evet; muhalefetten Merkel’e, medyadan AB’ye suçlanmadık kimse yok. Tek “masum” iktidar!.. Ya Barzani? Hazretlere karşı ne kadar kibar bir dil kullanılıyor öyle? Ona da: “Bitaraf olan, bertaraf olur.” diyebiliyorlar mı?
* * *
Irak’ın kuzeyine kara harekâtı beklerken KCK harekâtıyla uyandık. Liboşlar çarpıldı; lâkin bir ben, bir de Cengiz Çandar için hiç sürpriz olmadı.
Temmuz’du; BDP’lilerle, İmralı ile enseye tokat vaziyetteyken Silvan katliamı yaşandı.
“Yeni terörle mücadele konsepti”nde etkili olduğu anlaşılan Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Sedat Laçiner, “KCK’nın belinde silah, terörle siyaset yaptığını” açıkladı birden. BDP milletvekillerinin tutuklanacağı sinyallerini verip: “Bölgede kurtarılmış yerler olması, devletin aczidir.” dedi. Böylesine “şahinleşen” Laçiner, ardından hepsi de PKK’nın listesinde olan talepleri sıralayıp “açılıma, demokratikleşmeye devam” edilmesini önerdi.
Laçiner’den bir hafta 10 gün kadar sonra da Fethullah Gülen’in dostu Hüseyin Gülerce şunları yazdı: “Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Bu defa yetki, sorumluluk, inisiyatif sivil hükümette olacak. Gulyabaniler, çeteler, karanlık odaklar kontrolünü kaybedecek. Terörle ilk defa (Büyük Türkiye’ye) yaraşır bir mücadele verilecek. Sivil iradenin kontrolündeki polisin, jandarmanın, özel askeri birliklerin ahenkli çalışmalarıyla neler yapılacağını dost, düşman herkes görecek… Kürt ırkçıları: PKK, KCK, BDP, Kandil… Hepsi, 14 Temmuz’da ilan ettiklerinin (demokratik özerklik) kendi kendilerine gelin güvey olmaktan öte hiç bir anlamının olmadığını görecekler. Çünkü Kürt sorunu ırkçı-despot zihniyetlerin dayatmasıyla değil ferdi hürriyetleri, insanı öne çıkaran özgürlük anlayışı ile çözülecek…”
Ve şunu ekledi Gülerce: “Türk ulusalcıları kaybetti, Kürt ulusalcıları da kaybedecek.”!..
Liboşları hoplatıp hukuku, gizliliği, linci, masumiyet karinesini hatırlamalarını sağlayan Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakol’un tutuklanmasında, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in söylediklerinden tek bir şey dikkatimi çekti. KCK için PKK’nın “şehir yapılanması” dedi. Oysa yandaş medya KCK’nın ne olduğunu çarşaf çarşaf yazdı günler öncesinde. Bu hal, operasyonların hangi merkezden yürütüldüğü konusunda şüphe vericiydi doğrusu. Yoksa hala tüm yetkiler “açılım koordinatörü” Beşir Atalay’da mı? Son dönemde polis kökenli yazarlarca, KCK operasyonlarını geciktirdiği gerekçesiyle hedefe oturtulduğu da dikkate alınınca işkillenmemek mümkün değil!..
Cengiz Çandar’a gelince… Bakın ne dedi:
“Başbakan, KCK operasyonlarına ikna edilmiştir. Veya bu, onun kuçağına emrivakiyle bırakılmış bir zehirli hediyedir. Bunun böyle olduğunu ben biliyorum.”
Tuhaf!.. Erdoğan gibi bir “dünya lideri”nin üzerindeki güç kim veya ne ola ki? Çandar söylüyorsa vardır bir bildiği deyip Fethullah Gülen’in “Kürt Meselesi”ne ilişkin son açıklamasına odaklanalım. Okullarda Kürtçe’nin öğretilmesini ilk kez bu kadar açıktan savundu; bu bir. İkincisi, bölgenin tamamen kendi kadrolarına teslim edilmesi mesajını verdi adeta.
Üçüncüsü ve en önemlisi ise, “Türk-Kürt çatışması senaryolarının” sahneye konulmak istendiğini vurgularken, aynen şunu söyledi :
“Hatta sonunda meselenin BM’nin hakemliğine kadar vardırılması muhtemeldir.”
Bu son “uyarı”, “Bölgede benim dediklerim yapılmazsa…”nın sopası mıdır, yoksa milleti “BM’li çözüme” alıştırma mıdır; zamanla anlayacağız.
* * *
KCK operasyonları, Obama’nın gönderdiği heyetle günlerce süren görüşmelerin sonrasına denk geldi. Heyetin geliş gidiş amacı güya, terörle mücadelemize desteği görüşmekti ve adamlar ya “evet” veya “hayır” diyecekti. Ama o kadar uzadı ki, “Suriye ve İran tezkeresinin pazarlığı mı yapılıyor yoksa?” vehmine kapıldım!.. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun: “Süreç olumlu gidiyor. Bitince, kamuoyu ile paylaşacağız.” demesi ve sonrasında hiçbir şey söylememesi de tuhaftı doğrusu.
Heyet ABD’ye döndü. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, Amerikan-Türk Konseyi’nin toplantısında sırasıyla Türkiye’yi bol bol “öptü”ler. Ancak Clinton’un: “Ekonomik mucizenizi bize borçlusunuz. İstesek sizi Yunanistan’dan beter ederiz.” yollu tehditlerinin ardına sıraladığı talepler, heyetin Ankara’daki temasları hakkında fikir veriyor gibiydi. Öyleyse, o görüşmelerin neden bu kadar uzadığı ve Davutoğlu’nun herhangi bir açıklama yapmaması da anlaşılmış oluyor!..
Clinhton’un dayatmalarından konumuzla ilgilisi: Türkiye’nin evindeki demokratik ilerlemeyi sağlamlaştırması” ve yeni anayasadır.
* * *
Bu gelişmeleri alt alta koyunca çıkan sonuç şu: KCK operasyonları planlı-programlı, “altın vuruş” ayarında yeni bir “açılım”ın habercisidir. Nasıl mı?
BDP-PKK-KCK’nın önde gelen isimleri içeri konur. Ondan sonra “Kürtçe eğitimse” o, “kamu reformu” adı altında “özerklik”se bu; onlar değil, “biz” istediğimiz için yapılmış olur…
İyi de ovadan hapse konanlar?.. Canım istedikleri yapıldıktan sonra önemli mi? Hem onlar “dava” için ölümü göze almış adamlar; 1-2 sene yatmak dokunur mu? Gülerce’nin ifadesiyle: “Türk ulusalcılar ve Kürt ulusalcılar” böyle karıştırılır önce; sonra da toplumsal uzlaşma vs. adı altında “barıştır”a geçilir ve iş tamamlanır.
Bunlar olmasa bile KCK operasyonları
Sınır ötesi operasyonu unutturdu mu? Unutturdu.
AB yıllardır PKK için Terörle Mücadele Yasası’nın değiştirilmesini istiyordu. Şimdi, üstelik biz Silivri’dekileri de katarak, o değişiklikleri gündeme getirdiler mi? Getirdiler.
Az şey mi? Bu haliyle bile epey hacimli bir açılım olmadı mı?
* * *
Binlerce yıllık bir millete, 88 yaşındaki T.C.’ye bir yandan “hafızasını kaybetmiş“ -anacığım gibi bir nevi Alzheimer’lı muamelesi (o zaman çocuk bsile sayılmaz, artık bebektir)- çekiliyor; öte yandan “demokrasi” elma şekeriyle, bu sürüklemede “rızası” olduğu söyleniyor!..
İlk sözüm iflah olmaz iyimserler, demokrasi aşığı romantikler ve hala kendini “demokrasi” tramvayında zannedenlere: durun, bu günler iyi günlerimiz daha!..
Son sözüm de küresel terör örgütlerinin, “big brother”ların taşeronluğunu yaptıkları halde, “demokrasi” masalları anlatırken fikri mücadele değil; tuzaklar, iftiralarla yol alan ve sadece güce, paraya tapan şeytanlara: o “demokrasi mücadelenize” de, en aşağılık yöntemlerle bu ülkeye getireceğiniz o “demokrasi”ye de tüküreyim!..
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
03 Kasım 2011